Blog Son Yayınlar

İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 27 Ocak 2021

Türk vatandaşlığının kazanılması ve emsal niteliğinde iptal kararı

Türk vatandaşı ile evlenen yabancı uyruklu kişiye vatandaşlık başvurusunda olumsuz (red) kararı veilmiştir. Türk vatandaşlığının kazanılması için açılan iptal davası ile verilen adeta emsal niteliğinde önemli bir karardır. Kararda aynı zamanda aile birliğine ve Anayasaya değinilmiştir. Önemli bir iptal davası ve akabinde verilen iptal kararıdır. Kişinin dava sonunda vatandaşlık kazanmasına karar verilmiştir.    DAVACI : xx xx VEKİLİ : AV. MUSTAFA KEMAL BATUR DAVALI : İÇİŞLERİ BAKANLIĞI VEKİLİ : HUKUK MÜŞAVİRİ xx xx -Aynı adreste DAVANIN ÖZETİ : xx uyruklu olan davacı tarafından, evlenme yoluyla vatandaşlığa alınması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin xx tarih ve xx sayılı işlemin; Türk Vatandaşı xx xx ile xx xx tarihinde evlendiği, bu evlilikten bir çocuklarının bulunduğu, 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun 16. maddesinin 1. fıkrasındaki bütün şartları taşıdığı ileri sürülerek iptali istenilmektedir. SAVUNMANIN ÖZETİ : Davacının ve eşinin xx xx tarihinde sonra Bank Asya'da hesap hareketlerinin bulunduğu, davacının eşinin doğrudan örgütsel faaliyetine rastlanılmadığı ancak FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisaklı şahıslara müzahir olabileceği yönünde bilgiler elde edilmesi üzerine davacının vatandaşlık talebinin reddedildiği belirtilerek davanın reddine karar verilmesi gerektiği savunulmaktadır.   TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Ankara xx. İdare Mahkemesi'nce duruşma için önceden belirlenen xx tarihinde davacı vekili Av. Tuğçe Hacer Aslan'ın ve davalı idareyi temsilen xx 'ın geldiği görülerek, taraflara usulüne uygun söz verilip açıklamaları dinlendikten sonra kararın daha sonra tebliğ edileceği belirtilerek duruşmaya son verildi. Dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü: Dava, xx uyruklu olan davacı tarafından, evlenme yoluyla vatandaşlığa alınması istemiyle yapılan başvurunun reddine ilişkin xx xx tarih ve xx sayılı işlemin iptali istemiyle açılmıştır. 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının "Ailenin korunması ve çocuk hakları" başlıklı 41. maddesinde, "Aile, Türk toplumunun temelidir ve eşler arasında eşitliğe dayanır. Devlet, ailenin huzur ve refahı ile özellikle ananın ve çocukların korunması ve aile planlamasının öğretimi ile uygulanmasını sağlamak için gerekli tedbirleri alır, teşkilatı kurar. Her çocuk, korunma ve bakımdan yararlanma, yüksek yararına açıkça aykırı olmadıkça, ana ve babasıyla kişisel ve doğrudan ilişki kurma ve sürdürme hakkına sahiptir. Devlet, her türlü istismara ve şiddete karşı çocukları koruyucu tedbirleri alır." düzenlemesine yer verilmiştir. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun "Türk Vatandaşlığının Evlenme Yoluyla Kazanılması" başlıklı 16. maddesinde; " (1) Bir Türk vatandaşı ile evlenme doğrudan Türk vatandaşlığını kazandırmaz. Ancak bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldan beri evli olan ve evliliği devam eden yabancılar Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. Başvuru sahiplerinde; a) Aile birliği içinde yaşama, b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmama, c)Millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali bulunmama, şartları aranır. (2) Başvurudan sonra Türk vatandaşı eşin ölümü nedeniyle evliliğin sona ermesi halinde birinci fıkranın (a) bendindeki şart aranmaz. (3) Evlenme ile Türk vatandaşlığını kazanan yabancılar evlenmenin butlanına karar verilmesi halinde evlenmede iyiniyetli iseler Türk vatandaşlığını muhafaza ederler." hükmü öngörülmüştür. Öte yandan, Türk Vatandaşlığı Kanununun Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin 25. maddesinde; "(1) Kanunun 16 ncı maddesinde sayılan şartları taşıyanlar evlenme yoluyla Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunabilir. (2) Başvuruda bulunan yabancı hakkında müracaat makamlarınca araştırma yapılır. Araştırma sonucunda yabancının; a) Bir Türk vatandaşı ile üç yıldan beri evli olmadığı, b) Evliliğin boşanma veya müracaat tarihinden önce ölüm gibi nedenlerle son bulduğu, c) Herhangi bir suçtan dolayı yargılamasının devam ettiği veya hükümlü ya da tutuklu olduğu, ç) 26 ncı madde uyarınca istenen belgeleri ibraz edemediği, anlaşıldığı takdirde başvurusu kabul edilmez ve bu hususta ilgilisine gerekli tebligat yapılır..." hükmü, 26. maddesinde; (1) Türk vatandaşlığını kazanmak üzere başvuruda bulunan yabancı adına müracaat makamlarınca aşağıda belirtilen belgelerden oluşan dosya düzenlenir: a) İsteği belirten form dilekçe. b) Türk vatandaşı eşe ait müracaat makamlarınca sistemden alınan nüfus kayıt örneği. c) Kişinin hangi devlet vatandaşı olduğunu gösteren pasaport veya benzeri belge, vatansız ise temininin mümkün olması halinde buna ilişkin belge. ç) Kişinin kimlik bilgilerini gösteren doğum belgesi veya nüfus kayıt örneği gibi belge. d) Yerleşim yeri Türkiye’de bulunuyor ise en son tarihli ikamet tezkeresi. e)Herhangi bir suç nedeniyle hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunuyor ise onaylı bir örneği. f) Kişinin doğum tarihinin ay ve günü bulunmuyorsa, doğum tarihinin tamamlanması için ülkesinin yetkili makamlarından alınmış belge, belgenin temin edilememesi halinde ise 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununun 39 uncu maddesi gereğince işlem yapılmasını kabul ettiğine dair imzalı beyanı. g) Hizmet bedelinin Maliye veznesine yatırıldığını gösteren makbuz." hükmü, 27. maddesinde; "(1) Evlenme yoluyla Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen ve başvuruda aranan şartları taşıdığı anlaşılan yabancı adına 26 ncı maddede belirtilen belgelerden oluşan dosya düzenlenir ve yabancı hakkında il emniyet müdürlüğünden soruşturma yapılması istenir." hükmü, 28. maddesinde; "(1) İl emniyet müdürlüğünce evlenme yoluyla Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancının; a) Aile birliği içinde yaşayıp yaşamadığı, b) Evlilik birliği ile bağdaşmayacak şekilde fuhuş yapmak ve fuhuşa aracılık etmek gibi davranışlarının olup olmadığı, c) Türk vatandaşlığını kazanmasında millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir halinin bulunup bulunmadığı,mhususları araştırılır ve oluşan olumlu veya olumsuz kanaat soruşturma formuna açık bir şekilde yazılır. Soruşturma formuna soruşturmaya ilişkin tutanaklar da eklenir. (2) Soruşturması tamamlanan yabancının dosyası il müdürlüğüne iade edilir. Dosya gerekli inceleme ve araştırma yapılmak üzere il müdürlüğünce komisyona gönderilir." hükmü, 29. maddesinde; "(1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen yabancı ve eşi, komisyon tarafından ayrı ayrı ve birlikte mülakata tabi tutulmak suretiyle evliliğin gerçek bir evlilik ya da Türk vatandaşlığını kazanmak amacıyla yapılmış bir evlilik olup olmadığı araştırılır. (2) Mülakat sonucunda oluşan kanaat evlenme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılmasına ilişkin mülakat formuna yazılır. İl müdürlüğünce dosya karar alınmak üzere Bakanlığa gönderilir." hükmü , 30. maddesinde; "(1) Türk vatandaşlığını kazanmak isteyen ve başvuru için gerekli şartları taşıyan yabancı adına 26 ncı maddede belirtilen belgelerden oluşan dosya düzenlenir. (2) Konsolosluk işlemlerinden sorumlu muavin konsolos veya daha üst yetkili tarafından yabancı kişi ve eşi ayrı ayrı ve birlikte, evliliğin gerçek bir evlilik ya da Türk vatandaşlığını kazanmak amacıyla yapılmış bir evlilik olup olmadığının tespiti için mülakata tabi tutulur. (3) Mülakat sonucunda oluşan olumlu veya olumsuz kanaat evlenme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılmasına ilişkin mülakat formuna açık bir şekilde yazılır. (4) Yabancının bulunduğu devletin kanunları izin verdiği takdirde sabıka kaydı istenir ve yabancının Türk vatandaşı eşi ile evlilik kaydının resmi makamlarda bulunup bulunmadığı araştırılarak elde edilen bilgi ve belgeler dosyaya eklenir ve karar alınmak üzere Bakanlığa gönderilir." , ''Araştırma, soruşturma ve geçerlilik süresi'' başlıklı 72. maddesinin 5. fıkrasında ise, "İlgili kurumlarca yapılan araştırma sonucunda Anayasa ile kurulu devlet düzenini yıkma yolunda faaliyette bulunduğu, bu faaliyetlerde bulunanlarla işbirliği yaptığı veya bunları maddi olarak desteklediği, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı yurt içinde veya dışında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarla ilgili faaliyetlerde bulunduğu, isyan, casusluk ve vatana ihanet suçlarına katıldığı, silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve insan ticareti yaptığı veya bunlarla ilişki içerisinde bulunduğu tespit edilenler ile taksirli suçlar hariç olmak üzere ertelenmiş, zamanaşımına uğramış, hükmün açıklanması geriye bırakılmış, paraya çevrilmiş veya affa uğramış olsa dahi, altı aydan fazla hapis cezası alanlar Türk vatandaşlığını kazanamaz. "İlgili kurumlarca yapılan araştırma sonucunda Anayasa ile kurulu devlet düzenini yıkma yolunda faaliyette bulunduğu, bu faaliyetlerde bulunanlarla işbirliği yaptığı veya bunları maddi olarak desteklediği, Türkiye Cumhuriyetinin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğüne karşı yurt içinde veya dışında, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu kapsamına giren suçlarla ilgili faaliyetlerde bulunduğu, isyan, casusluk ve vatana ihanet suçlarına katıldığı, silah ve uyuşturucu madde kaçakçılığı, insan kaçakçılığı ve insan ticareti yaptığı veya bunlarla ilişki içerisinde bulunduğu tespit edilenler ile taksirli suçlar hariç olmak üzere ertelenmiş, zamanaşımına uğramış, hükmün açıklanması geriye bırakılmış, paraya çevrilmiş veya affa uğramış olsa dahi, altı aydan fazla hapis cezası alanlar Türk vatandaşlığını kazanamaz." düzenlemeleri yer almıştır. Yukarıda yer verilen mevzuat hükümleri uyarınca, evlenme yoluyla Türk vatandaşlığının kazanılabilmesi için talepte bulunan kişinin öncelikle bir Türk vatandaşı ile en az üç yıldır evli olması, aile birliği içinde yaşaması, evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmaması, millî güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir halinin bulunmaması ve vatandaşlık için başvuran kişilerin bu şartların tümünü taşıyıp taşımadıklarının tespitinin Yönetmelik hükmü uyarınca İl Emniyet Müdürlükleri tarafından yapılacak detaylı bir araştırma sonucu ortaya konulması gerekmektedir. Dava dosyasının incelenmesinden, xx uyruklu davacının xx xx tarihinde Türk vatandaşı olan xx xx adlı kişiyle evlendiği, bu evliliğinden bir çocuğunun bulunduğu, evlenme yoluyla Türk vatandaşlığına alınma talebiyle xx Valiliği'ne müracaatta bulunduğu, davacı hakkında yapılan araştırma ve inceleme sonucunda mevzuatta aranan şartları taşımadığının değerlendirilerek başvurusunun reddine karar verilmesi üzerine görülmekte olan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Bakılan davada, davalı idarece davacı ve eşi hakkında hakkında yapılan tahkikat neticesinde düzenlenen formlarda; evliliklerin aile birliğini kurmaya yönelik olduğu, evliliklerinin aynı çatı altında devam ettiği, davacının ahlaki durumunun iyi olduğu ve suç kaydının bulunmadığı ancak davacının ve eşinin xx xx tarihinde sonra Bank Asya'da hesap hareketlerinin bulunduğu, davacının eşinin doğrudan örgütsel faaliyetine rastlanılmadığı ancak FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisaklı şahıslara müzahir olabileceği yönünde bilgiler elde edilmesi nedeniyle davacının milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir halinin bulunduğu gerekçesiyle vatandaşlık talebinin reddedildiği görülmekte ise de; UYAP ortamında yapılan araştırmada davacı ve eşi hakkında FETÖ/PDY terör örgütü ile iltisakı nedeniyle açılan herhangi bir ceza soruşturması veya kovuşturması bulunmadığı, yine davacıya ait Bank Asya hesap hareketleri incelendiğinde; FETÖ/PDY terör örgütüne yardım mahiyetinde herhangi bir kayda rastlanmadığı ve dava dosyasında davacının FETÖ/PDY terör örgütü ile irtibatlı veya iltisaklı olduğunu gösteren başkaca somut bir bilgi veya belge bulunmadığı anlaşıldığından davacının mili güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir halinin bulunduğunun kabulü mümkün görülmemiştir. 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu'nun 10.maddesinde, aranan şartları taşımanın vatandaşlığın kazanılmasında kişiye mutlak bir hak sağlamayacağı kurala bağlanmak suretiyle Devletin hükümranlık hakkının doğal bir sonucu olarak yabancıları Türk Vatandaşlığına kabul edip etmeme konusunda idarenin takdir yetkisi bulunduğu açıktır. Bu yetkinin ancak kanunun temel ilkeleri, kamu yararı ve hizmet gerekleri gözardı edilerek kullanıldığının kanıtlanması ya da idari yargı merciince saptanması halinde, dava konusu edilen idari işlemin sebep ve maksat yönlerinden hukuka aykırılığı sebebiyle iptalini gerektireceği kuşkusuzdur. Bütün idari işlemler, nihai olarak kamu yararını gerçekleştirme hedefine yönelmek durumunda olduğundan idari işlemin amaç unsuru bakımından hukuka aykırı sayılabilmesi için idari işlemin tesis edilmesinde kamu yararı dışında bir amacın gözetilmiş olması gerekir. Anayasa Mahkemesi kararlarında kamu yararı kavramından ne anlaşılması gerektiği "genel olarak, bireysel, özel çıkarlardan ayrı ve bunlara üstün olan toplumsal yarar" şeklinde ifade edilmiştir. Bu durumda, evlilik yoluyla Türk Vatandaşlığını kazanmasına engel bir mahkumiyeti bulunmayan xx uyruklu davacının 5901 sayılı Kanun'un 16. maddesinde öngörülen aile birliği içinde yaşadığı, evlilik birliği ile bağdaşmayacak bir faaliyette bulunmadığı, milli güvenlik ve kamu düzeni bakımından engel teşkil edecek bir hali olmadığı, soruşturma ve mülakat formlarında evlilikleri ile ilgili değerlendirmelerin olumlu olduğu, davacının eşinden bir çocuğunun bulunduğu dikkate alındığında, Anayasanın yukarıda metni verilen 41. maddesi ile güvence altına alınan aile birliğinin zarar görebileceği sonucuna varıldığından, davacının vatandaşlık başvurusunun reddedilmesinin hukuka aykırı olduğu, çocukların korunması bağlamında hakkaniyetle bağdaştırılamayacağı sonucuna varılmıştır. Nitekim Ankara Bölge İdare Mahkemesi 10.İdari Dava Dairesi'nin 02.10.2019 tarih ve E:2019/1476, K:2019/1591 sayılı kararı da bu yöndedir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 410,55 TL yargılama gideri ile karar tarihinde yürürlükte bulunan AAÜT uyarınca duruşmalı işler için belirlenen 2.590,00 TL vekalet ücretinin davalı idareden alınarak davacıya verilmesine, artan posta avansının kararın kesinleşmesinden sonra davacıya iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren 30 gün içerisinde Ankara Bölge İdare Mahkemesi'ne istinaf yolu açık olmak üzere, xx xx tarihinde oybirliğiyle karar verildi.     Başkan ALİ ÜN 38451 Üye RÜYA GÜMÜŞBOĞA TEPE 195097 Üye MEHMET YİLMAZ 182350 t
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 27 Ocak 2021

Olumsuz güvenlik soruşturması ve iptal kararı. Emsal karar niteliğinde

Kamu görevinden yakını veya yakınları nedeniyle ilişiği kesilen kişi için açılan emsal nitelikte önemli bir karar. Bir kimsenin bir başka kişinin durumu nedeniyle güvenlik soruşturmasının olumsuz olmaması gerektiği ve ilişiğinin kesilmesinin hukuksuz olduğuna dair verilen adeta ders niteliğinde bir iptal kararıdır. Suç ve cezanın şahsi olması hukukun olmaz olmaz kuralıdır.     DAVACI :xx xxxx VEKİLİ : AV. MUSTAFA KEMAL BATUR Akar Cad. No:3/58 İtower Plaza Bomonti Şişli/İSTANBUL DAVALI :MİLLİ SAVUNMA BAKANLIĞI/ANKARA VEKİLİ :AV. Xx xxx-Aynı adreste.   DAVANIN ÖZETİ :Kara Kuvvetleri Komutanlığı Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okulunda muvazzaf astsubay adayı/kursiyer olarak eğitim almakta davacının, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle Astsubay Temel Kursundan çıkarılmasına ilişkin xx tarihli işlem ile xx tarihli maaş iadesi konulu işlemin; ilişik kesme belgesinin kendisine verilmediği, hangi gerekçeyle ilişiğinin kesildiğinin belirtilmediği, kendisinin ve ailesinin sakıncalı bir halinin bulunmadığı, tesis edilen işlemin hukuka ve mevzuata aykırı olduğu ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istenilmektedir. SAVUNMANIN ÖZETİ : Dış Kaynaktan Muvazzaf Astsubay Temin Yönetmeliğinin 6. maddesinin 5. fıkrası uyarınca "yapılacak güvenlik soruşturmasından olumlu sonuç almak" şartının bulunduğu, davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlanmış olması sebebiyle bu şartı sağlamadığı, tesis edilen işlemin hukuka ve mevzuata uygun olduğu ileri sürülerek davanın reddi gerektiği savunulmaktadır. TÜRK MİLLETİ ADINA Karar veren Balıkesir x. İdare Mahkemesince duruşma için önceden belirlenerek taraflara bildirilen xxx tarihinde, davacı xxx xx ve vekili AV. MUSTAFA KEMAL BATUR ile davalı idare vekili xx 'in geldiği görülerek açık duruşmaya başlandı. Taraflara usulüne uygun olarak söz hakkı verilerek dinlendikten sonra duruşmaya son verildi. Dava dosyası incelenerek işin gereği görüşüldü: Dava, Kara Kuvvetleri Komutanlığı Balıkesir Astsubay Meslek Yüksek Okulunda muvazzaf astsubay adayı/kursiyer olarak eğitim almakta davacının, güvenlik soruşturmasının olumsuz sonuçlandığından bahisle Astsubay Temel Kursundan çıkarılmasına ilişkin xx tarihli işlem ile xx tarihli maaş iadesi konulu işlemin iptali istemiyle açılmıştır. Anayasa'nın "Kanun önünde eşitlik" başlıklı 10. maddesinde, "Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Kadınlar ve erkekler eşit haklara sahiptir. Devlet, bu eşitliğin yaşama geçmesini sağlamakla yükümlüdür. Hiçbir kişiye zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınmaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar." hükmü yer almış bulunmaktadır. 4045 sayılı Güvenlik Soruşturması, Bazı Nedenlerle Görevlerine Son Verilen Kamu Personeli ile Kamu Görevine Alınmayanların Haklarının Geri Verilmesine ve 1402 Numaralı Sıkıyönetim Kanununda Değişiklik Yapılmasına İlişkin Kanun'un 1.maddesinde, "Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması; kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde devlet güvenliğinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün, iç ve dış menfaatlerin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu gizlilik dereceli birimler ile askeri, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında çalıştırılacak kamu personeli ve ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılır. Devletin güvenliğini, ulusal varlığını ve bütünlüğünü, iç ve dış menfaatlerinin zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri ile gizlilik dereceli kamu personeli ile meslek gruplarının tespiti, birim ve kısımların tanımlarının yapılması, güvenlik soruşturmasının ve arşiv araştırmasının usul ve esasları ile bunu yapacak merciler ve üst kademe yöneticilerinin kimler olduğu Bakanlar Kurulu Kararı ile yürürlüğe konulacak yönetmelik ile düzenlenir." hükmüne yer verilmiştir. 12/04/2000 Tarih ve 24018 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Yönetmeliği'nin "Amaç" başlıklı 1.maddesinde, "Bu Yönetmeliğin amacı; yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgelerin bulunduğu bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının gizlilik dereceli birim ve kısımlarını belirlemek, Türk Silahlı Kuvvetlerinde, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personel hakkında yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasını düzenlemektir.", "Kapsam" başlıklı 2.maddesinde, "Bu Yönetmelik; yetkili olmayan kişilerin bilgi sahibi olmaları halinde Devletin güvenliğinin, iç ve dış menfaatlerinin, ulusal varlığın ve bütünlüğün zarar görebileceği veya tehlikeye düşebileceği bilgi ve belgeleri, bunların toplanmasını ve işlemini yürüten bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının ilgili birim ve kısımlarının belirlenmesini, Türk Silahlı Kuvvetlerinde, emniyet ve istihbarat teşkilatlarında, ceza infaz kurumları ve tutukevlerinde çalışacak personeli, ayrıca bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarının yurtdışı teşkilatlarında sürekli görevlendirilecek bütün personel için yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırmasının esas ve usullerini, bunu yapacak mercileri, hakkında güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yapılacak gizlilik dereceli yerlerde çalışan kamu personeli ile meslek grupları ve üst kademe yöneticilerini kapsar.", "Türk Silahlı Kuvvetlerince yapılacak güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması" başlıklı 9.maddesinde ise "Türk Silahlı Kuvvetlerinin kadro ve kuruluşlarında yer alacak personelin güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması, Türk Silahlı Kuvvetlerince bu Yönetmeliğe uygun olarak hazırlanacak yönerge uyarınca yapılır." düzenlemesine yer verilmiş bulunmaktadır. Öte yandan, Dış Kaynaktan Muvazzaf Astsubay Temin Yönetmeliği'nin "Aranılacak nitelikler" başlıklı 6.maddesinde, "Muvazzaf astsubay adaylarında aranacak nitelikler aşağıda belirtilmiştir: a) Genel şartlar:... 5)Yapılacak güvenlik soruşturmasında olumlu sonuç almak, ..." genel şartlar arasında sayılmış bulunmaktadır. Dosyanın incelenmesinden, davacının, Kara Kuvvetleri Komutanlığı'nın muvazzaf astsubay temini kapsamında yapılan seçim aşaması sınavlarında başarılı olarak dış kaynaktan muvazzaf astsubay adayı olarak Balıkesir Astsubay Meslek Yüksekokulunda astsubay temel eğitimine başladığı, astsubay temel eğitimine başlamasından sonra yapılan güvenlik soruşturması sonucunda, davacının kendisi hakkında bir bilgi bulunmadığı, ancak "kardeşi x x hakkında Bank Asya'da hesap açanlar arasında "Hesap Açma Tarihi xx/2015, Müşteri Durumu "Aktif" ibarelerinin yer aldığı, eşi xx xx 'ın babası hakkında xx xx mensubu olduğunun belirtildiği, kaynanası xx xx hakkında xx yılı sonrasında FETÖ /PDY'ye müzahir bankadaki hesabının aktif olduğu,xx/117,36-TL, xx/123,31-TL şeklinde hesabının olduğu" şeklinde istihbari mahiyette bilgilere ulaşıldığından bahisle Milli Savunma Bakanlığı, Üst Değerlendirme Komisyonu tarafından davacının güvenlik soruşturmasının olumsuz olarak değerlendirilmesi sonucunda dava konusu işlem ile astsubay temel eğitimi ile ilişiğinin kesilmesi üzerine bakılan davanın açıldığı anlaşılmıştır. Bu durumda, hukukun evrensel bir prensibi olan cezai sorumluluğun şahsiliği ve hiç kimsenin başkasının fiilinden dolayı sorumlu tutulamayacağı gözönüne alındığında, Devletin güvenliğine tehdit oluşturan örgütlerle bir bağlantısı tespit edilmeyen ve herhangi bir suçtan hüküm giymemiş olan davacının, yakınları ile ilgili istihbari mahiyetteki bilgilere göre güvenlik soruşturmasının olumsuz değerlendirilerek astsubay temel eğitimi ile ilişiğinin kesilmesine ilişkin dava konusu işlem ile maaş iadesi konulu işlemde hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Nitekim, İzmir Bölge İdare Mahkemesi 5. İdari Dava Dairesi'nin 16/02/2018 gün ve Y.D İtiraz No:2018/93, 08/03/2018 gün ve Y.D İtiraz No:2018/153, ve 16/02/2018 gün ve Y.D İtiraz No:2018/94, sayılı kararları da bu yöndedir. Açıklanan nedenlerle, dava konusu işlemin İPTALİNE, aşağıda dökümü yapılan 414,25-TL yargılama giderinin ve Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi uyarınca duruşmalı işler için belirlenen 2.075,00-TL avukatlık ücretinin davalı idare tarafından davacı tarafa verilmesine, posta ücreti avansından artan kısmın kararın kesinleşmesinden sonra davacı tarafa iadesine, kararın tebliğini izleyen günden itibaren (30) gün içerisinde İzmir Bölge İdare Mahkemesi'nde istinaf yolu açık olmak üzere, xx tarihinde oybirliğiyle karar verildi.     BAŞKAN VEKİLİ BEKİR BOĞA 191809 Üye SALİH FERHAT TOPAZİK 192027 Üye DURSUN YALÇIN 195239    
Şirketler Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 20 Ocak 2021

Çek Nedir ve Karşılıksız Çek

ÇEK NEDİR? Ticari hayatta sıklıkla karşılaşılan ve kullanılan çek, Türk Ticaret Kanunu’ndaki hükümler uyarınca düzenlenen ve ödeme aracı olarak kullanılan bir kıymetli evrak türüdür. Çek, Ticaret Kanunu’nda belirtilen şekil şartlarına uyularak oluşturulabilir. Senet metninde ‘çek’ kelimesi, ödeyecek kişinin ticaret unvanı, düzenleyenin imzası, ödeme tarihi gibi unsurları içermelidir. Ödeme yeri veya düzenleme yerine ilişkin bilgilerden birinin bulunmaması halinde ödeyecek kişinin ticaret unvanında belirtilen yer, ödeme yeri olarak kabul edilir.   ÇEKİ KİMLER NASIL DÜZENLEYEBİLİR? Çekte üçlü bir ilişki söz konusudur. Keşideci çeki düzenleyen kimseye verilen isimdir. Çekte muhatap mutlaka bir banka olmak zorundadır. Çeki düzenleyen kişi yani keşideci çeki kanundaki şekil şartlarına uygun bir şekilde düzenler ve tahsil edilmesi için bir bedel belirler. Belirlenen bu bedelin lehtar olarak isimlendirilen üçüncü bir kişiye ödenmesi veya lehtarın çek bedelini tahsil edebilmesi amacıyla muhataba yetki verir.   ÇEKTE İBRAZ SÜRELERİ Çekte vade yoktur bu sebeple biraz edildiğinde ödenen bir kıymetli evraktır. Ancak ödeme yerlerine göre çekte birtakım ibraz süreleri düzenlemiştir. Çek, keşide edildiği yerde ödenecekse ibraz süresi 10 gündür. Buradan anlaşılması gereken düzenlendiği yer ile ödemesinin yapılacağı bankanın aynı yerde olmasıdır. Aksi durumda yani keşide edildiği yerden farklı bir yerde ödenecekse ibraz süresi 1 aydır. Türkiye’de keşide edilen çek başka bir ülkede ödenecekse aynı kıtada bulunan ülkeler için ibraz süresi 1 ay, farklı kıtalarda yer alan ülkeler için ibraz süresi 3 aydır.   ÇEKTE ZAMANAŞIMI SÜRESİ Çekte zamanaşımı süresi ibraz süresinin bitiminden itibaren 3 yıldır. Zamanaşımına uğramış bir çeke ilişkin olarak icra takibi başlatılması mümkün değildir.   KARŞILIKSIZ ÇEK İbraz süresi içerisinde, bankaya ibraz edilmesine rağmen yeterli karşılığı olmadığından kısmen veya tamamen ödenemeyen çek türüdür. Karşılıksız çek düzenleme fiiline ilişkin cezai yaptırımlar Çek Kanunu’nun 5. Maddesinde düzenlenmiştir. bir yaptırımdan söz edebilmek için suç konusu çekin kanundaki şekil şartlarına uygun olarak düzenlenmiş olması gerekir. Çekin karşılıksız olduğunun tespit edildiği tarihten itibaren 3 ay içerisinde icra ceza mahkemesine şikâyet yoluyla başvurulabilir. Karşılıksız olduğu tespit edilen çeki düzenleyen kişi hakkında şikâyet üzerine 1500 güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Ancak hükmedilen para cezası, çekin tahsil edilemeyen kısmından daha az olamaz. Mahkeme yargılama sırasında koruma tedbiri olarak çek düzenleme ve çek açma yasağı koyabilir.     YARGITAY KARARLARI Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2020/165E. 2020/794K. ..5941 sayılı Çek Kanunu'nun 5/1. maddesinde düzenlenen "karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme" suçunun işlendiği tarih; çekin bankaya ibraz edilerek "karşılıksızdır" işlemine tabi tutulduğu tarihtir. Yükletilen suçun sanık tarafından işlendiğinin kanuna uygun olarak yürütülen duruşma sonucu saptandığı, bütün kanıtlarla aşamalarda ileri sürülen iddia ve savunmaların temyiz denetimini sağlayacak biçimde ve eksiksiz sergilendiği, özleri değiştirilmeksizin tartışıldığı, vicdani kanının kesin, tutarlı ve çelişmeyen verilere dayandırıldığı, Eylemin doğru olarak nitelendirildiği ve Kanun'da öngörülen suç tipine uyduğu, Cezanın kanuni bağlamda uygulandığı, CMK'nin 289. maddesinde yer alan hukuka kesin aykırılık hallerinin bulunmadığı ve Bölge Adliye Mahkemesinin temyiz olunan hükmünün hukuka uygun bulunduğu, Anlaşıldığından, sanık müdafiinin temyiz nedenleri yerinde görülmediğinden, tebliğnameye aykırı olarak, CMK'nin 302/1. maddesi gereği TEMYİZ İSTEMİNİN ESASTAN REDDİNE,.’ Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2019/33109E. 2020/796K. ..somut uyuşmazlıkta; İlk derece mahkemesi tarafından, sanıklar hakkında "karşılıksızdır işlemi yapılmasına sebebiyet verme" suçundan açılan davanın şikayetçinin yetkili hamil olmaması nedeniyle şikayet hakkının düşürülmesine karar verilmiş, müşteki vekili tarafından istinaf yoluna başvurulması sonucu; Bölge Adliye Mahkemesi Ceza Dairesince yapılan duruşmalı istinaf incelemesi sonucunda, 21.01.2019 tarihinde, sanıkların eylemlerinin suç oluşturduğu sabit olmakla her birinin ayrı ayrı öncelikle 1150 gün adli para cezasıyla, devamla günlüğü 100 TL'den paraya çevrilerek çekin karşılıksız kalan kısmından az olmamak üzere 115.000 TL adli para cezasıyla cezalandırılmalarına ve güvenlik tedbirlerine dair ilk kez mahkumiyet hükmü verilmiştir. Hükme karşı sanıklar müdafii tarafından yapılan temyiz başvurusu hakkında, Bölge Adliye Mahkemesi tarafından temyiz isteminin reddine dair ek karar verilmiş ve bu karara karşı da süresinde temyiz başvurusunda bulunulduğu görülmüştür. Dosya henüz temyiz incelemesinde iken, sanıklar müdafii tarafından önce sanıklar Hakkı … ve ... için müştekinin şikayetten vazgeçmesi nedeniyle cezanın düşürülmesinin talep edildiği, ilk derece mahkemesince şikayetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verildiği, devamla şikayetten vazgeçmenin çek üzerinde müşterek imzası bulunan ... için de sirayet edeceğinden bahisle yapılan talep üzerine yine ilk derece mahkemesi tarafından sanık ... için de şikayetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verildiği ve bu kararlara karşı istinaf yolunun açık olduğu görülmüştür. Anayasa Mahkemesinin iptal kararı üzerine 7165 sayılı Kanunla yeniden düzenlenen CMK'nin 286/2-d maddesindeki şartlar, somut uyuşmazlık bakımından "ilk kez verilen mahkumiyet hükümlerinin tarihi itibariyle" oluşmamıştır. Dolayısıyla, iki dereceli yargılanma hakkı, Bölge Adliye Mahkemesince tesis edilen hükümle sağlanan sanıklar hakkında kurulan hükmün temyize tabi olmadığı anlaşılmakla, Temyiz edilen hükmün, CMK'nin 286/2-e maddesi gereği temyiz edilemez olduğu ve Bölge Adliye Mahkemesince verilen ek kararın yerinde olduğu saptandığından, TEMYİZ İSTEMİNİN, tebliğnameye uygun olarak, 5271 sayılı CMK'nin 298/1. maddesi gereği REDDİNE  
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 20 Ocak 2021

Ölünceye Kadar Bakma Akdi Sözleşmesi Nedir?

Türk Borçlar Kanunu’nun 611. Maddesinde düzenlenen Ölünceye Kadar Bakma Akdi, bakım 
borçlusunun bakım alacaklısına belirli bir malvarlığını devretmesi koşuluyla ölünceye 
kadar bakımını üstleneceğini ve gerekli özeni göstereceğini taahhüt eden bir sözleşmedir. 
Nitekim, taraflar arasındaki bu sözleşme her iki tarafa borç yükleyen bir sözleşmedir. 
Ölünceye kadar bakma akdi, şekil şartına tabi olmakla birlikte noter huzurunda resmi 
vasiyetname şeklinde düzenlenmelidir. Diğer yandan, belirli bir malvarlığını devreden 
bakım alacaklısı, devrettiği malvarlığı üzerinde haklarını güvence altına almak amacıyla 
ipotek tesis etme hakkına haizdir.  
Ölünceye Kadar Bakma Akdi 
Madde 611 
Ölünceye kadar bakma sözleşmesi, bakım borçlusunun bakım alacaklısını ölünceye kadar 
bakıp gözetmeyi, bakım alacaklısının da bir malvarlığını veya bazı malvarlığı değerlerini ona 
devretme borcunu üstlendiği sözleşmedir. 
 
Bakım Alacaklısının Mirasçıları Bakımından;  
Ölünceye kadar bakma akdinin handikaplarından olan belirli malvarlığı devri, günümüzde 
muvazaalı işlemlere konu olmakla birlikte, birçok mirasçının haklarını mülga etmek amacıyla 
kötü niyetli kişiler tarafından kullanıldığı göze çarpmaktadır. Nitekim, işbu akit ile belirli bir 
malvarlığının yasal mirasçıya veyahut atanmış mirasçıya devredilmesi halinde yasal mirasçı 
artık devredilen malvarlığındaki saklı payının ihlaline ilişkin tenkis talebinde bulunamazlar. 
Ölünceye kadar bakma akdi eğer ki tasarrufun bağışlama olduğunu gizlemek suretiyle 
veyahut mirasçılardan mal kaçırma gibi malvarlığına el koyma amacıyla ifa edilmiş ise akdin 
geçerliliği hakkında birtakım tartışmalar gündeme gelecektir. Ölünceye kadar bakma akdinin 
hukuki gerekçesini bakıma muhtaç olma durumu veya ileride bakıma muhtaç olma durumu 
oluşturmaktadır. Bu sebep dışında kalan hususlar ölünceye kadar bakma akdinin konusu 
oluşturmaz. Yargıtay kararlarında malvarlığı devri, ölçülülük ilkesi ile bağdaştırılmış olup, 
devrin gerçekleşme sırasında terekedeki malvarlığı dikkate alınarak makul sınır gözetileceği 
ifade edilmiştir. Dolayısıyla, devir edilen taşınmazın veyahut taşınmazların bakım borcu ile 
dengeli olması gerekmekle birlikte malvarlığını aşan devir gerçekleşmesi halinde mirasçılar 
tarafından ölünceye kadar bakma akdinin iptali amacıyla asliye hukuk mahkemelerinde dava 
ikame edilebilir. Mirasçıların saklı paylarına halel getirecek bu husus Türk Borçlar Kanunun 
615. Maddesinin 3. Fıkrası uyarınca güvence altına alınmıştır. Nitekim, Avukatlık 
Ortaklığımızca takip edilen davaya ilişkin aşağıda yer verilen verilen karar bu hususa ilişkin 
emsal niteliğindedir.

T.C.

İSTANBUL

2.. ASLİYE HUKUK MAHKEMESİ

2015/... E.

‘’..Dava konusu ölünceye kadar bakma sözleşmesinde davacı ve birleşen davanın davacısı mirasçılardan mal kaçırma amacının bulunduğunu bakım amacı güdülmediği iddia edilmektedir. Gerek birleşen dava gerek mahkememizce dinlenen tanık beyanları dikkate alındığında murisin ölüm tarihine kadar davacı ve birleşen davanın davacısı tarafından birlikte bakıldığı ortadadır. Davalı tarafından da ara ara murise yadımdan bulunulduğu tanık beyanları ile sabittir. Ancak bu yardımlar aile hukukundan kaynaklanan ve her çocuğun yapmakla yükümlü olduğu yardımların ötesine geçmemektedir. Yapılan maddi yardımlar ise hali hazırda murisin kira gelirlerinden murisin bu çeşit bir yardıma ihtiyacı olmaması da murisin malvarlığı ve sair gelirleri ile sabittir. Tek başına ölüm tarihine yakın yapılan ölünceye kadar bakma sözleşmesi geçersiz olmasa da muvazaa iddialarını destekler niteliktedir. Bu kapsamda murisin bakımını üstlenen başka kişiler bulunduğu, murisin gelirini sağlayacak düzeyde bulunduğu, yapılan kazandırmanın murisin bütün malvarlığı olduğu ve bakım sözleşmesinin ölüm tarihine çok yakın zamanda yapıldığı göz önünde bulundurulduğunda miras bırakanın mirasçılardan mal kaçırma amacıyla hareket ettiği kanaatine ulaşılmıştır.Türk Borçlar Kanununun 19. maddesi uyarınca “Bir sözleşmenin türünün ve içeriğinin belirlenmesinde ve yorumlanmasında, tarafların yanlışlıkla veya gerçek amaçlarını gizlemek için kullandıkları sözcüklere bakılmaksızın, gerçek ve ortak iradeleri esas alınır.”Muvazaa varsa görünürdeki işlem muvazaa nedeniyle geçersiz olur... Dava konusu olayda davalı ile muris arasında imzalanan sözleşme ile asıl amaçlanan murisinin malvarlığının davalıya karşılıksız devridir. Taşınmaz mülkiyetinin devrini amaçlayan sözleşmelerin geçerli olması , resmi şekilde düzenlenmiş bulunmalarına bağlıdır. Bu haliyle asıl sözleşme olan ölünceye kadar bakma sözleşmesi muvazaa nedeniyle tarafların asıl amacı olan bağışlama sözleşmesi de şekle aykırılık nedeniyle KESİN HÜKÜMSÜZDÜR. Bu nedenle (..) Noterliğinin (..) tarih ve (..) sayılı “ Ölünceye kadar bakma” akdinin İPTALİNE karar verilmesi gerekmiştir.’’

Genel Hukuk, MAKALELER & MAHKEME KARARLARI
By Av. Mustafa Kemal Batur / 13 Ocak 2021

Savunma Hakkı Nedir? 

Ceza yargılama ilkelerine göre, kişi suçluluğu kesin bir biçimde ispatlanana kadar masumdur. Bu 
sebeple, soruşturma süresi içerisinde “şüpheli”, kovuşturma süresi içerisinde ise “sanık” olarak 
adlandırılır ancak kovuşturmanın usulüne uygun ilerlemesi sonucunda suçluluğu kesin olarak 
kanıtlanmış kişi hükümlü sayılacaktır. 
 
Suçluluğu ispatlanana kadar herkesin masum olduğu düşüncesi masumiyet karinesi olarak 
adlandırılır. Buna göre, savcılar şüphelinin üzerine atılı suçu işlediğine dair yeterli delile ulaşması 
halinde iddianame hazırlayacak, iddianamenin hazırlanmasına kadar ise, hakimliklerden tutukluluk 
gibi kontrol tedbirlerinin alınmasını hakimlikten isteyebilecektir. Bununla birlikte, iddianamenin 
hazırlanması halinde bu iddianame ilgili ceza mahkemesine sunulacak ve kişinin suçluluğu kesin 
olarak kanıtlanana yahut kişi beraat edene kadar sürecektir (Elbette düşme, güvenlik tedbirleri gibi 
kararların da verilebileceği ihtimalini es geçmiyoruz.) Tüm bu süreç esasında kişi hak ve 
özgürlüklerine oldukça yakın temasta olması bakımından tehlikeli addedilebilecek bir sahadır. 
 
Bu sebeple, yargılama esnasında uyulması gereken ilkeler temel insan hakları ölçeğinde 
değerlendirilebileceği gibi net bir kanunla da çerçevelendirilmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunu 
denilen bu kanunda, kişinin soruşturma yahut kovuşturma evresinde hakkında alınan kararların 
usulüne uygun olarak alınıp alınmadığı konusunda adeta bir denetçi olan ve savcılar ve hakimlerle 
birlikte yargının üç unsurundan biri olan avukatlara ihtiyaç bulunmaktadır. Oldukça hassas olan bu 
alanda “suçsuz kimsenin cezalandırılmaması” yahut “verilen kararların usulüne uygun olarak 
verilmesi” adına yargılama ve soruşturma esnasında avukatın varlığına ihtiyaç duyulmaktadır. 
 
Bazı suçlarda yahut mağdur/şüphelinin şahsi durumuna göre, avukat bulundurulması zorunlu haller 
bulunmaktadır. Bu durumlarda ise avukatsız yapılan işlemler hukuka aykırı olacaktır. Örneğin, 
kasten insan öldürme suçunu ele aldığımızda, bahse konu suçun alt sınırı beş yılın üzerindedir ve bu 
yüzden CMK m. 150/3’e göre, alt sınırı beş yılın üzerinde bir suçlamayla hakkında soruşturma 
yahut kovuşturma var olan bir şüpheli yahut sanığın avukatı bulunması zorunludur. Bu sebeple, 
eğer kendisinin bir avukatı varsa işlemler bu avukatla yürütülür yahut bulunduğu yerdeki baro 
tarafından kişiye bir avukat atanır. Bu avukat zorunlu müdafii olarak da adlandırılmaktadır. 
 
Nihayetinde, yukarıdaki örnekte kasten insan öldürme suçlamasıyla ifadesi alınan bir kişi var 
sayarsak ve bu kişinin ifadesinin yanında avukatının bulunmadığını var sayarsak, bu ifadenin 
hukuken bir geçerliliği bulunmamaktadır. Hatta kişi suçunu bu ifadede ikrar etse yani kabul etse  
dahi, bu ifade hukuken geçerli olmayacağı için kişi tarafından mahkemede kabul edilmemesi 
halinde bu ifade hükme esas alınamayacaktır yani kullanılamayacaktır. 
 
Busebeple,suçuherneolursaolsun,toplumsalhafızadanefretleyeretmişbirşüpheliyahutsanık
olsadahiavukatlatemsiledilmelivesavunmahakkınasaygıduyulmalıdır.Sağlıklı bir yargılamanın
sürebilmesi ancak buna bağlıdır.
Gizem Bölükbaşı
 
 
 
 
Aile Hukuku ve Boşanma Davası
By Av. Mustafa Kemal Batur / 07 Ocak 2021

Evlilik Birliği İçerisinde Eşlerin Özel Hayatı

  Evlenme, ülkemizde karşı cinsten iki insanın yani bir kadın ve erkeğin hayatlarını birleştirmek amacıyla resmi olarak evlendirmeye yetkili kişinin yani evlendirme memurunun önünde evlenmek için kendi iradelerini açıklamalarıyla kurulan aile birliğidir. Kişiler evlilik birliği ile hayatlarını birleştirerek bir arada yaşama kararı alırlar. Ancak her bireyin bir özel hayatı vardır ve özel hayatın gizliliği, korunması Anayasanın 20. maddesi ile güvence altına alınmıştır.  Madde 20 – Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.  Hal böyle olunca bakılması gereken unsurlardan biri de eşler arasında özel hayat sınırının olup olmadığıdır. Bu husus özellikle boşanma davalarında diğer eşin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışlarının ispatlaması bakımından eşinin haberi olmadan gizli kamera görüntüsü, ses kaydı ,günlük vb. verilerin delil olarak kullanılması şeklinde karşımıza çıkmaktadır.  Bu sebeple elde edilen bu delillerin özel hayatın gizliliğine aykırı olup olmadığı bu sebeple hukuka aykırı delil niteliği taşıyıp taşımadığı birçok yargıtay kararında tartışma konusu olmuştur. Yargıtay bu konuda 2007 yılında verdiği bir karar ile eşinin özel hayatını ihlal ederek  (ses, görüntü vb.) açılan boşanma davasına sunduğu delilleri her ne kadar Anayasada özel hayatın gizliliğinden bahsedilse de evliliğin yasal yükümlülükler alanı diğer eş için dokunulmaz değildir, birlikte yaşadıkları konutta eşin bilgisi dışında diğer eşin ses kaydı almasını durumun sadakat yükümlülüğüne aykırı olması sebebiyle hukuka uygun bulmuştur. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2007/17220E. 2008/13614K. 20.10.2018T. Bir delilin elde edilişi, kişilerin Anayasa ile tanınmış hakların ihlali suretiyle gerçekleşmiş ise, onun hukuka aykırı olarak elde edildiğinin kabulü gerekeceğinde duraksama bulunmamaktadır. Delilin elde edilişinde hukuka uygunluk nedenleri varsa, o zaman kanuna aykırılık ortadan kalkar. Kuşkusuz Anayasaya göre; herkes özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz. Ancak, evliliğin yasal yükümlülükler alanı, diğer eş için dokunulmaz değildir. Bu nedenle, eşinin sadakatinden kuşkulanan davacı-davalının, birlikte yaşadıkları her ikisinin de ortak mekânı olan konutta, eşinin bilgisi dışında ses kayıt cihazı yerleştirerek, eşinin aleni olmayan konuşmalarını kaydetmesinde bu suretle sadakat yükümlülüğü ile bağdaşmayan davranışlarını tesbit etmesinde özel hayatın gizliliğinin ihlalinden söz edilemez ve hukuka aykırılık bulunduğu kabul olunamaz. Ancak Yargıtay yakın tarihli bir kararında bu görüşten ayrılarak yine eşin sadakat yükümlülüğüne aykırı davranışları sebebiyle açılan boşanma davasında hukuka aykırı bir şekilde elde edilen görüntüyü özel hayatın gizliliğinin ihlali olarak saymış ve kararı bozmuştur. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/2359E. 2020/3302K. Mahkemece davacı-karşı davalı kadın tarafından dosyaya delil olarak sunulan CD hükme esas alınarak davalı-karşı davacı erkeğe sadakatsiz davrandığı vakıası kusur olarak yüklenilmişse de, CD'nin erkeğin "Özel hayatının gizliliği" ihlal edilmek suretiyle hukuka aykırı yolla elde edildiği anlaşılmaktadır. Hukuka aykırı delil hükme esas alınamaz. CD'nin hukuka aykırı delil niteliğinde olması sebebiyle davalı-karşı davacı erkeğe sadakat yükümlülüğüne aykırı davranış vakıasının kusur olarak belirlenmesi doğru görülmemiş ve bozmayı gerektirmiştir.  Verilen bu kararlar ışığında değerlendirme yapıldığı zaman bu konuda net bir tutum sergilenmemeli, kişi dayandığı hukuki sebebi başka yollarla ispatlayamıyorsa bu durumda hukuka aykırı elde edilen delille elde edilen menfaat ile karşı tarafın zarar gören menfaati arasında oluşan menfaat çatışması dikkate alınarak bu menfaatler arasında denge kurularak karar verilmesi hakkaniyete daha uygun olacaktır.   Ece Yılmaz     Kaynakça https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=2709&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5 Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2007/17220E. 2008/13614K. 20.10.2018T. Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2020/2359E. 2020/3302K. https://www.hukukihaber.net/kararlar/yargitay-aldatma-delili-olarak-sunulan-cd-yi-hukuka-aykiri-h439556.html
Genel Hukuk, İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 05 Ocak 2021

OHAL Komisyonunca Verilen İade Kararları ve Mali, Sosyal Sonuçları

15 Temmuz 2016 tarihinde yaşanan darbe girişimi sonrası yayınlanan OHAL KHK’ları ile 100.000’den fazla kamu çalışanı, bir daha kamu hizmetinde istihdam edilmemek üzere görevden çıkarılmıştır. Ancak bu hukuki sonuçlar başkaca bir idari işlem tesis edilmeksizin doğrudan KHK hükümleriyle doğmuştur. Anayasa Mahkemesi ise o dönemde çıkarılan OHAL KHK’larının ve içeriğinde bulunan maddelerin anayasaya aykırılığı iddiasıyla açılan iptal davalarını, iptali istenen düzenlemelerin olağanüstü hal kapsamında çıkarılmış olduğu gerekçesiyle içeriksel bir inceleme yapmaksızın reddetmiştir. İdari yargı ise, her ne kadar bahse konu listelerde isimleri yer alan kişiler üzerinde kurulan işlemler, düzenleyici nitelikte olmamaları ve belirli bir kişi ve duruma ilişkin olmaları sebebiyle bu mercilerce bahse konu işlemler idari işlem sayılmamış ve ilk inceleme aşamasında reddedilmişlerdir. Yargının bu kararları ve Anayasa Mahkemesinin konuya yaklaşımı üzerine, iç hukukta tüketilecek herhangi bir yol bulunamamıştır. Bu nedenle KHK ile mesleklerinden çıkarılan kişilerin, hak ihlali iddiasıyla AİHM’e bireysel başvuruda bulunabilmesi yolu da açılmıştır. Ancak, yüksek mahkemenin de tavsiyeleri ile iç hukukta sürdürülebilecek bir denetim yolunun varlığına ihtiyaç duyulmakla 02/01/2017’de Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu kurulmuştur. Ardından AİHM tarafından da kabul edilebilirlik kriteri olarak OHAL Komisyonuna başvurmuş olmak iç hukukta tüketilmesi gereken bir yol olarak belirtilmiştir. 7075 sayılı Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu Kurulması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun ile kurulan OHAL Komisyonlarının mezkûr kanuna göre görevlerinden biri de, OHAL KHK’ları ile kamu görevinden, meslekten veya görev yapılan teşkilattan çıkarma ya da ilişiğinin kesilmesi hakkında tesis edilen işlemlerin incelenmesidir. Bu inceleme dosya üzerinden yapılacak olup inceleme sonucu kabul ya da ret kararı verilecektir. Bu başvuruların kabulü halinde, kişilerin görevden çıkarılmasına dair KHK hükümleri tüm hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kalkmış sayılacaktır. Bununla birlikte göreve başlayanlara, kamu görevinden çıkarılma tarihlerini takip eden aybaşından göreve başladıkları tarihe kadar geçen süreye tekabül eden mali ve sosyal hakları ödenir. Tüm bunlarla birlikte, kabul kararı verilmesi halinde, bağlı çalışılan ve göreve iade kararı verilen kuruma bir dilekçeyle başvurarak göreve iade ve hukuka aykırı görevden çıkarma kararın verildiği tarih ile göreve iade tarihi arasındaki sürede ödenmesi gereken hak ve alacaklarının yasal faiziyle ödenmesi talep edilmelidir. Ayrıca, kanunen, başvurunun kabulü halinde kişilerin görevden çıkarılmasına dair KHK hükümleri tüm hüküm ve sonuçlarıyla ortadan kalkacağından eğer KHK ile görevden çıkarma gerçekleşmiş olmasaydı kişinin bulunacağı derece ve kademeye ilerlemesi de yapılmalıdır. Bu taleplerden herhangi birinin reddedilmesi yahut kısmen kabul edilmesi halinde, idare mahkemeleri nezdinde dava açma hakkı saklı bulunmaktadır. Yukarıda anlatıldığı üzere, OHAL Komisyonunda verilen kabul kararını takiben, geçmiş döneme ilişkin maaş, ek ders ücreti, EGM gibi kurumlarda fazla çalışma ücreti, AGİ (asgari geçim indirimi bedeli) gibi kalemlerin tümü yasal faizleriyle birlikte ödenebilmektedir. Bununla birlikte, her ne kadar kanun hükmünde, başvurusu hakkında kabul kararı verilenlerin kamu görevinden çıkarılmalarından dolayı herhangi bir tazminat talebinde bulunulamaz ibaresine yer verilmiş olsa da, kanımızca bu hüküm anayasada kendine yer bulan ve temel insan haklarından olan hak arama özgürlüğüne aykırılık teşkil etmektedir. Bu sebeple, bu neviden taleplerin, ilgili kanun hükmünün anayasaya aykırılık sebebiyle normlar hiyerarşisine göre iptal olması gerekliliği sebebiyle ilgili kurumlara sunulabileceği kanaati de mevcuttur. Göreve iade halinde, başvurucunun eski kadrosuna atanmaması durumunun itibarı olumsuz etkileyeceği kanaatiyle Anayasa Mahkemesi 2019/93 K. İle başvurucuların eski kadrosundan daha aşağı bir pozisyonda çalıştırılamacağına hükmetmiştir. KHK listelerinde yahut bu listelere bağlı olarak hazırlanmış haberlerde ismi geçen fakat haklarında OHAL Komisyonunca göreve iade kararı verilmiş yahut beraat kararı bulunan kişilerin ise, kişilik haklarını zedeleyen bu yayınlardan isimlerinin çıkarılmasını talep etme hakları da bulunmaktadır. Tüm bu talepler, görevli ve yetkili merciilere yöneltilmeli ve açılan davalar takip edilerek sonuca bağlanmalıdır.   Gizem Bölükbaşı
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 15 Aralık 2020

Covid-19 Aşısı Hukuken Zorunlu Tutulabilir mi?

Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ (World Health Organization-WHO), Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde COVID-19 adını verdi. Aynı kuruluş, virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemi almamasını gerekçe göstererek 12 Mart 2020’de COVID-19’u pandemik bir hastalık olarak ilan etti. COVID-19 salgını, daha önceki salgınlarda olduğu gibi, bireyin, dünya ölçeğinde kamu sağlığına tehdit oluşturan bir virüsün taşıyıcısına dönüşebileceğini bir kez daha gösterdi. COVID-19’a neden olan koşulların ortadan kaldırılması, benzer salgınların tekrar etmesinin önüne geçebilir, ancak insanlığın daha sonra bir başka nedenden dolayı aynı bölgede veya bir başka bölgede ortaya çıkabilecek bir virüs salgınına karşı hassasiyeti devam edecektir.

COVID-19 aşısı, etkili test yöntemleri ve önleyici tedbirler ile birleştirildiğinde salgının kontrol altına alınmasında kritik bir araç olacaktır. Dünyanın dört bir yanında uzmanlar, güvenli ve etkili bir aşının geliştirilmesini ve üretilmesini hızlandırmak için yoğun şekilde çalışıyorlar.

AŞI ZORUNLU TUTULABİLİR Mİ?

Zorunlu aşı uygulaması, ancak vücut bütünlüğüne karşı gerçekleştirilecek bir müdahale ile uygulanabildiğinden Anayasanın, “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin kapsamına girmektedir.

AY m.17;

Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı

  • Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

  • Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.

  • Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

  • Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

Her türlü tıbbi müdahale esasen kişinin hayatı, sağlığı ve cismani bütünlüğü gibi mutlak ve vazgeçilmez haklarının ihlali anlamına gelir. Bu müdahalenin hukuka uygun yapılabilmesi için hastanın aydınlatılmış rızası gereklidir. Ne de olsa, hastanın kendi geleceğini serbestçe tayin etme hakkı mevcuttur. Hekimin, hastayı teşhis, önerilen tedavi, bu tedavinin olası riskleri ve maliyetiyle alternatif tedavi metodları hakkında aydınlatması gerekli ve önemlidir. Aksi halde, böyle bir aydınlatılmış rıza olmaksızın yapılan müdahale hukuki ve cezai sorumluluğa yol açabilir. Ancak bazı hallerde, hastanın üstün özel yararı veya üstün kamu yararı sebebiyle, istisnai olarak hekimin hastaya rıza almaksızın müdahalesi mümkündür.

Tıbbi müdahaleye gösterilecek rıza, kişinin yaşama hakkı, sağlığı ve maddi ve manevi bütünlüğü üzerindeki haklarla yakından ilgilidir. Kişinin vazgeçilmez ve mutlak addedilen bu haklarına temas eden her türlü tıbbi müdahale, esasen mutlak hak ihlali olarak görüleceğinden hukuka aykırıdır. Bunun yanında tıbbi müdahaleye maruz kalacak kişinin rızası olmasa dahi yapılan müdahalenin hukuka uygun sayıldığı bazı haller değerlendirilecektir. Üstün kamu yararı ve kişinin üstün özel yararı sebepleriyle tıp bilimine uygun olarak yapılan müdahalelerin, ilgilinin rızası alınmamış olmasına rağmen hukuka uygun olması açıklanacaktır.

Devletin yaşamı koruma yükümlülüğü, maddi nitelikte pozitif bir yükümlülüktür; bu yükümlülük Devlete, yaşama hakkını koruması için tedbirler alma ödevi yükler. Devletin, kendi gözetimindeki kişilerin sağlığını korumak konusunda pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bu kişilerin sağlığı ile ilgili önlemleri almakla, gereken tedaviyi ve ilaçları sağlamakla yükümlüdür.

AİHS, esas itibariyle devletin müdahalelerine karşı bireyleri koruyan klâsik özgürlük haklarını içermektedir. Sözleşme’de yaşamın ve sağlığın korunması ile ilgili olarak ilk planda göz önünde tutulacak iki norm bulunmaktadır. Birincisi, yaşama hakkını güvence altına alan 2. madde, diğeri özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını düzenleyen 8. maddedir. Yaşamın ve sağlığın korunması söz konusu olduğunda bu iki maddedeki özgürlük haklarının göz önünde tutulması gerekir. Bu iki temel hak, öncelikle, geleneksel temel hak anlayışına uygun olarak, devlet organlarından gelen müdahalelere ve saldırılara karşı bireyleri korumayı amaçlar.

AY m.13, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını düzenlemektedir. “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz .”

Gerek Anayasa m.13 ve gerekse Anayasa m.17 uyarınca kanun koyucunun vücut bütünlüğüne müdahale teşkil edebilecek halleri kanunda düzenlemesi gerekmektedir. Temel hak ve hürriyetlere getirilebilecek sınırlamaların ancak kanunla yapılacağına dair bir hüküm Anayasa m.13’de bulunmaktadır.

Olağanüstü hal yönetimi başlıklı” Anayasa m.119/1’de yer alan “tehlikeli salgın hastalık” gerekçesiyle Cumhurbaşkanı tarafından olağanüstü hal ilan edildiği takdirde, elbette olağanüstü halde geçerli olacak 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu ile Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine göre süreç yürütülecektir. 2935 sayılı Kanunun tehlikeli salgın hastalıkta alınacak tedbirleri düzenleyen 9. maddesinde aşı ile ilgili bir hüküm olmasa bile, bu istisnai dönemde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve olağanüstü halin ilan edilmesine yol açan nedenleri ortadan kaldırmak amacıyla çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile zorunlu aşı uygulaması öngörülebilecektir.

AY m. 119;

Tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hal ilânı

  • Tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir.

  Stj. Av. İlayda Koparan        

KAYNAKLAR:

Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 07 Aralık 2020

Covid 19 ve Ahde Vefa İlkesi Işığında Sözleşmelerin Uyarlanması

Tüm dünyada ve ülkemizde etkilerini göstermekte olan COVID-19 pandemisi sebebiyle günlük yaşantımızda değişimler olmakla beraber, pandeminin hukuki yansımalarını da gerek birinci derece mahkemeleri gerekse de istinaf mahkemeleri nezdinde verilen kararlarla görmekteyiz. Pandemi sebebiyle, ülkemizde de “hayata kısa bir mola” verilmiş ve tüm ülke bu mola sebebiyle hafta sonları evlerine kapanmış, bu da çoğu sektörde iş görmekte olan vatandaşlarımızın maddi olarak güçlük çekmesine sebep olmuştu. Sözleşmeler esasında “pacta sund servanda” olarak Roma Hukuku’ndan bu yana gelmiş olan “ahde vefa ilkesi”ne bağlıdır. Buna göre, sözleşmenin tarafları her durumda sözleşmeye riayet etmeli, ona sadık ve sonuçlarıyla bağlı kalmalıdır. Ancak, bu ilkeye kesin ve sıkı bir bağlılığın hayatın doğal akışına aykırı olduğu ve tarafların sözleşme kuruluşunda öngöremeyeceği sebeplerin sözleşmenin ifasını engelleyebileceği açıktır. Bu sebeple süreli ve sürekli borç ilişkilerinde bu ilkeye bir istisna getirilmiş ve sözleşmenin yapıldığı sıradaki şartlara nazaran sonradan gerçekleşen değişikliklerin sözleşme ilişkisine etki yapıp yapmayacağı taraflarca veya kanunda öngörülmüşse, bu hususta tarafların anlaşmasına yahut kanundaki esasa uyulur denmiştir.  III. Aşırı ifa güçlüğü MADDE 138- Sözleşmenin yapıldığı sırada taraflarca öngörülmeyen ve öngörülmesi de beklenmeyen olağanüstü bir durum, borçludan kaynaklanmayan bir sebeple ortaya çıkar ve sözleşmenin yapıldığı sırada mevcut olguları, kendisinden ifanın istenmesini dürüstlük kurallarına aykırı düşecek derecede borçlu aleyhine değiştirir ve borçlu da borcunu henüz ifa etmemiş veya ifanın aşırı ölçüde güçleşmesinden doğan haklarını saklı tutarak ifa etmiş olursa borçlu, hâkimden sözleşmenin yeni koşullara uyarlanmasını isteme, bu mümkün olmadığı takdirde sözleşmeden dönme hakkına sahiptir. Sürekli edimli sözleşmelerde borçlu, kural olarak dönme hakkının yerine fesih hakkını kullanır. Bu madde hükmü yabancı para borçlarında da uygulanır. “Aşırı ifa güçlüğü” borçluya sözleşmeyi sona erdirme imkanını da vermiş olması sebebiyle Türk Borçlar Kanunu’nun “borcun sona ermesi” başlığı altında incelenmiş olsa da, esasında borçluya “sözleşmeyi uyarlama” imkanı da tanımıştır. Yeni Borçlar Kanunu’nun kabul edilmesinden önce, dürüstlük kuralı ışığında öğretide ve yargı kararlarında sıkça rastladığımız bu “uyarlama” kurumu, yeni kanunun kabulüyle kendine ayrı bir başlıkta yer bulmuştur. Sözleşmeden dönme ve sözleşmeden vazgeçme ise çok farklı yollardır. Aynı zamanda sözleşme değişikliği de makalemiz içeriğine göre farklı konulardan biridir. Bu maddeye göre, hakimin sözleşmede değişikliğe karar verebilmesi bir takım şartlara bağlanmıştır. Bunlar:
  1. Zaman içinde devam eden sözleşme ilişkisinde tarafların edimleri arasındaki denge, borçludan sonuçları yüklenmesi istenemeyecek kadar büyük ölçüde bozulmuş olmalıdır. Öğretide buna “işlem temelinin çökmesi” denilmektedir. Buna göre, tarafların işlemi yapmalarına maddi temel oluşturan şartlardaki bazı değişiklikler artık o işlemin havada kalmasına sebep olur ve feshini ya da yeni şartlara göre ayarlanmasını isteme imkanı sağlar. Nihayetinde sözleşmenin içerisinde bir “edimler arası denge” bulunduğu varsayılır, bunun bozulması işlem temelinin çökmesi sonucunu doğurur. Bu sebeple borçludan sözleşmedeki edimini yerine getirmesini beklemek sözleşme adaletine dolayısıyla dürüstlük kuralına aykırı olacaktır. Ancak belirtmek gerekir ki, denge büyük ölçüde bozulmuş değilse, borç sözleşmeye göre ifa edilecektir. Bununla birlikte, aşırı ifa güçlüğü sözleşme yapıldığı sırada mevcut olup borçlu bakımından fark edilmemişse; bunda ne kadar haklı olursa olsun, uyarlama hükümlerine başvurulamaz. Bu durumda, eğer şartları oluşmuşsa Türk Borçlar Kanunundaki “yanılma” yahut “temel hatası” hükümlerine göre iptale konu olabilir.
  2. Edimlerin dengesindeki bu bozulma, sözleşme yapılırken öngörülemeyen olağanüstü sebeplerden ileri gelmelidir. Ancak, bozulma sözleşmenin kurulması aşamasında öngörülebilecek durumdaysa fakat borçlunun özen göstermemesi sebebiyle bu olguyu dikkate almamış olması halinde uyarlama hükümlerine başvurulamayacaktır.
  3. Ortaya çıkan olağanüstü durumda borçlunun herhangi bir kusurunun bulunmaması gerekmektedir.
  4. Borçlu, ifası aşırı güçleşen edimini yerine getirmemiş yahut ifa güçlüğünden kaynaklanan haklarını saklı tutarak edimini yerine getirmiş olmalıdır.
Tüm bu şartların gerçekleşmesi halinde, taraflar şifahen sözleşmenin uyarlanması kararı alamaz. Bu hak muhakkak mahkemeye başvurmak suretiyle dava açarak kullanılmalıdır. Aşırı ifa güçlüğüne uğrayan taraf kural olarak hakimden yalnızca sözleşmenin uyarlanmasını isteyebilir, sözleşmeden dönmeyi tercih edemez. Ancak, somut olayda sözleşmenin uyarlanması mümkün görünmüyorsa sözleşmeden dönebilir. Hakim bu konuda re’sen araştırma yapacaktır. Fakat bu yönde bir talep yoksa, hakim re’sen dönme kararı veremez. Kanuna göre, tarafların şifahen sözleşmeden dönebilecekleri yönünde yorum yapılabilir ancak bu konuda bir uyuşmazlık çıkması ve bu uyuşmazlığın mahkemeye taşınması halinde hakim somut olayda uyarlamanın mümkün olduğu kararı verirse, sözleşmeden dönme geçersiz sayılacak, borçlu bu sırada temerrüde düşmüşse, uyarlamaya rağmen bundan doğan zarardan mesul olacaktır. Bu sebeple, sözleşmeden dönme kararı alınmış olsa bile, bu hakkın mahkemeye başvurarak kullanılması önerilmektedir. Hakim uyarlama yöntemi ve miktarını belirleme konusunda serbesttir. Edimin miktarını azaltabilir, taksitlendirebilir, taksitleri arttırabilir yahut karşı edimin arttırılmasına karar verebilir. Bu uyarlama hakkaniyet çerçevesinde taraflar arasındaki dengenin yeniden sağlanması amacıyla ve bu çerçeve içerisinde yapılır.  Türk Borçlar Kanunu’nun 138. Maddesinde açıkça belirtildiği üzere, sürekli borç ilişkisi doğuran sözleşmelerde (örneğin, kira sözleşmeleri) uyarlamanın mümkün görülmediği hallerde sözleşmeden dönme değil sözleşmenin feshi yoluna gidilir. Bu da sözleşmeyi geçmişe etkili olarak değil ileriye etkili olarak sona erdirir. Ezcümle, salgının yarattığı etkinin tüm sektörleri aynı şekilde etkilemiş olduğundan bahsedilemeyeceğinden, kanunen tüm sözleşmeler üzerinde genel geçer bir tedbir alınması mümkün olmamıştır. Bu sebeple, mahkemeye uyarlama istemiyle başvurulması halinde, mahkemece, salgının başvurucu üzerindeki etkileri araştırılacak ve bu etkilerin sözleşme dengesini bozup bozmadığı, bozduysa hangi ölçüde bozduğu belirlenecektir. Nihayetinde, COVID-19 özelinde, borçlunun dengeyi bozan olağanüstü durumu kendisinin yaratmadığı açıktır. Bu sebeple, sözleşme dengesinin bozulduğu kabul edildiğinde karşılıklı edimlerin dengelenmesi sağlanacaktır. Karşılıklı edimlerin gerçekleştirilmesi için borçlunun üzerinde doğan bu ağırlığın giderilmesi için, edimde indirime gidilmesi kararı alınabilmesi mümkündür. Stj. Av. Gizem BÖLÜKBAŞI
İş Hukuku, MAKALELER & MAHKEME KARARLARI
By Av. Mustafa Kemal Batur / 26 Ekim 2020

İşe iade davası sonrası işe başlatılmama ve sigortasından yararlanabilme

  İş akdinin işveren tarafından feshedilmesi halinde işçi, fesih sebebinin haklı nedene dayanmadığı veya iş akdinin feshedilmesinde kusuru olmadığına dayanarak fesih tarihinden itibaren 1 ay içinde işe iade davası açabilir. İşe iade davalarında seri muhakeme usulü belirlenmiş olup sonuçlanma süresinin olabildiğince azami olması hedeflenmiştir. Ancak uygulamada, hedeflenen azami sürenin aksine işe iade davaları çok uzun yıllar sürmektedir. Hal böyle ki, açılan işe iade davası ile birlikte işçi ve işveren arasındaki akit, feshin haklı olup olmadığı sonuçlanıncaya değin askıda kaldığından sigortalı da dava süreci boyunca sigortalılık hizmetlerinden yararlanamamaktadır. Nitekim, işe iade davası açan bir işçinin işsizlik ödeneğine başvurma hakkı akla gelmekle birlikte, işe iade davasının görüldüğü süre zarfı içerisinde gayet tabi bu ödeneğe başvurabilecektir. İşe iade davası açan ve işe iadesini bekleyen işçi şartları tamamlaması halinde işsizlik ödeneğinden yararlanabilecektir.  Peki işe iade davasını kazanan ve işe başlatılmayan işçinin işsizlik sigortasından yararlanması işe iade davasının sonuçlanmasından sonra mümkün müdür? Bu hususa gelmeden önce öncelikle işsizlik sigortasının ne olduğunu ve şartlarını açıklamak yerinde olacaktır.  5502 Sayılı Sosyal Güvenlik Kurumu Kanunu ile SSK, Bağkur ve Emekli Sandığı birleştirilerek, işgücü ve istihdama dair işleyiş geliştiren ve uygulayan Türkiye İş Kurumu’na da işsizlik sigortasının uygulanması görevi yüklenmiştir. 4447 Sayılı İşsizlik Sigortası Kanundan yararlanmak için, bir iş akdine bağlı sigortalı bir çalışan olunması gerekmektedir. Nitekim, kendi kusuru dışında işsiz kalan sigortalı hayatının idamesini geçici de olsa sağlayabilmek için şartları sağlaması halinde İŞKUR’a başvuru yapabilir. O halde, yalnızca 5510 Sayılı Kanun’a göre 4/1-a’lı sigortalı olanlar işsizlik sigortasından yararlanabileceğinden, sigortalıların işsizlik ödeneğine hak kazanabilmeleri için aşağıdaki şartları sağlamaları gerekmektedir. Bunlar;
  1. Son Üç Yıl İçinde En Az 600 Gün İşsizlik Sigortası Primi Ödemiş Olmak
  2. İş Akdinin Sona Ermesinden Önceki Son 120 Gün Kesintisiz Çalışmış ve Prim Ödemiş Olmak 
  3. İş Akdinin Sigortalının Kusuru Dışında Sona Ermiş Olması
  4. İşten Ayrılma Belgesi ile En Geç 30 Gün İçinde İŞKUR’a Başvurmak
Sigortalı işsizin hayatını idame ettirmesine destek olmak amacıyla oluşturulan işsizlik ödeneğinin süresi kısıtlı olup bunun amacı ise sigortalı işsiz için ödeneğin keyfiyete dönüşmesini engellemektir. Ancak, ülkemizdeki istihdam edilebilmenin azlığı ve işsizlik oranların yüksekliği değerlendirildiğinde ilgili ödenek yalnızca geçici bir destek görevini üstlenmektedir. Bu nedenle ödenen işsizlik maaşı işçinin tam gelire sahip olma hali ile eş değer değildir. Sigortalıya ödenecek işsizlik maaşı kanuna göre son 4 aylık prime esas kazancın dikkate alınması ile hesaplanan günlük ortalama brüt kazancın %40’dır. Örneğin, son 4 ay 3,500 TL ile çalışan kişiye ödenecek işsizlik ödeneği aylık, 1,400 TL’dir. Ödenecek işsizlik ödeneğinin süresi ise kanunun 50. maddesinin 2. Fıkrası ile belirtilmiştir; 600 gün sigortalı olarak çalışan işçi 180 gün, 900 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 240 gün, 1080 gün sigortalı olarak çalışıp işsizlik sigortası primi ödemiş olan sigortalı işsizlere 300 gün süreyle işsizlik ödeneği ödenmektedir. İşe İade Davasının Kazanan İşçinin İşe Başlatılmaması Sonucu İşsizlik Ödeneğine Başvurması Yukarıda anlatılanlar ile işsizlik sigortasına hak kazanabilmenin birincil şartlarından biri işçinin kendi kusuru haricinde iş akdinin sonlanması olduğundan o halde işe iade davasının kazanımı ile birlikte işsiz kalan sigortalanın işsizlik ödeneğinden yararlanması gerekmektedir. İş Kanunun 21. maddesi gereği de işe iade davasını kazanan işçi işe başlatılsın veya başlatılmasın, kararın kesinleşmesine kadar işçinin çalıştırılmadığı süre için en çok dört aya kadar doğmuş olan ücret ve diğer haklar işçiye her halükârda ödenmektedir. Nitekim, böylece sözleşme fesih tarihi 4 ay kadar ileri atılmış bulunmaktadır. (Bu süre ayrıca kıdem tazminatı hesaplanırken de hesaba katılır.) İşveren işe iade davasını kazanan işçiyi ister işe başlatsın ister işe başlatmasın; işçiyi çalıştırmadığı süre için ödeyeceği en çok dört aya kadar ücret ve diğer haklarından, iş kazaları, meslek hastalıkları ile işsizlik sigortası primi de dahil olmak üzere tüm sigorta kollarına ait primlerin kesilerek, bu sürelerin hizmetten sayılmasını sağlayacaktır. Dolayısıyla, işçiye ödenecek en çok dört aya kadar ücret ile diğer haklardan prim alınması bu günlerin de prim ödeme gün sayısı olarak değerlendirilmesi sonucunu ortaya çıkacaktır. Bir örnek ile açıklayacak olursak; İşe iade davası açmış ve kazanan bir işçiye 4 aylık boşta geçen süre tazminatı ödenmesi ile 4 aylık süre kıdeme ekleneceğinden; işçi iş akdinin sona ermesinden önceki 120 gün çalışmış sayılacaktır. O halde, geriye dönük ödenen primlerin son günü fesih tarihi kabul edilerek, 3 yıl içinde 600 gün işsizlik sigortası primi ödenmiş işe iade davasını kazanan işçinin çalışmadığı dönemler için davanın kesinleştiği tarihten itibaren 30 gün içinde İŞKUR’a işsizlik ödeneğinden yararlanmak için başvurulabilir.     Av. Tuğçe Aslan