Blog Son Yayınlar

İmar ve Gayrimenkul Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 31 Ağustos 2021

Milli Emlak ve Hazine Adına Kayıtlı Gayrimenkullerde Zilyetlik

  Ülkemizde hazineye ait taşınmazların ekonomiye kazandırılması amacıyla T.C. Maliye Bakanlığı’nın yetki ve kontrolünde olmak üzere kanunda hazine adına kayıtlı gayrimenkuller için satış imkânı öngörülmüştür. Satışa ilişkin detaylı açıklamalar Milli Emlak Genel Tebliğ / Sıra No: 313’de yer almakla birlikte şu şekildedir:   …c) 4071 sayılı Kanundan Yararlanacak Kişiler 1) Kadastro Gören Yerlerde Kanundan Yararlanacak Kişiler (1) Kadastro gören yerlerde, kadastro veya tapulama tutanaklarına göre adlarına tespit veya tescil edilen, ancak 431 sayılı Kanuna dayanarak, Hazinenin yaptığı itiraz nedeniyle kadastro veya tapulama komisyonu kararları yahut mahkeme ilamları sonucu Hazine adına tescil edilen taşınmazların tutanaklarında gösterilen tespit veya tescil malîki veya bunların akdî veya kanunî halefleri 4071 sayılı Kanundan yararlanacaktır.  (2) Ayrıca, zilyedi belirtilerek 431 sayılı Kanun uyarınca doğrudan Hazine adına tespit ve tescil edilen taşınmazların tutanakta belirtilen zilyetleri veya bunların akdî veya kanunî halefleri de bu Kanundan faydalanacaklardır. (3) Malikin, zilyedin, kanunî veya akdi halefin birden fazla olması durumunda, Kanundan yararlanmak için başvuru zorunluluğu getirildiğinden, başvuranın kendisi dışında diğerleri adına da hareket etmesi halinde, temsil yetkisi olup olmadığı hususu noter onaylı vekâletnameye bakılarak kontrol edilecektir. Temsil etmiyor ise, sadece başvuran kişinin hissesine ilişkin işlemler yapılacaktır. Başvurmayanların hisseleri Hazine mülkiyetinde bırakılacaktır. (4) Mirasçı birden fazla ise yukarıda açıklandığı şekilde ve veraset belgesindeki miras hisseleri oranında işlem yapılacak, başvurmayan veya vekâleten temsil edilmeyen mirasçı hakkında işlem yapılmayacaktır. Terekeye mümessil atandığı durumlar saklı kalacaktır. (5) İdare, başvuranların malik, zilyed, akdi veya kanunî halef olup olmadıklarını araştıracaktır. 2) Kadastro Görecek Yerlerde Kanundan Yararlanacak Kişiler (1) 4071 sayılı Kanun yürürlüğe girdikten sonra, yapılacak kadastro çalışmaları sırasında 431 sayılı Kanuna göre Hazineye intikal etmesi gereken bir taşınmaz ortaya çıktığı takdirde, bu taşınmazın zilyedlerinden 3402 sayılı Kanunun 14 üncü maddesinde belirtilen zilyedlik şartlarını taşıyanların isimleri kadastro tutanağında belirtilerek taşınmaz öncelikle Hazine adına tespit ve tescil edilecektir.  (2) Ancak, kadastro tutanağında isimleri belirtilmiş olan zilyedler, tutanakların kesinleşmesinden itibaren bir yıl içinde başvurdukları takdirde, bu Kanundan yararlanacaklardır. (3) Tutanakta ismi geçen zilyed, tutanağın kesinleşmesinden önce veya sonra ölmesi veya taşınmazı satması durumunda başvuru hakkı mirasçılara ya da akdi halefe geçecektir. Maddede öngörülen süre içinde mirasçılar veya akdi halefler yukarıda açıklandığı şekilde başvurabileceklerdir…   Görüldüğü üzere bu noktada zilyetliğin tespitinden idare sorumlu olmaktadır; zilyedin belirlenmesi, zilyetlik şartlarının taşınıp taşınmadığının kontrolü idare tarafından gerçekleştirilecektir.   Tebliğin devamında ise ecrimisile ilişkin birtakım açıklamalar ile düzenlemeler yer almaktadır:   …g) Ecrimisil 1) Peşin Ödemelerde (1) Kanunun 10 uncu maddesinde, "Bu Kanundan yararlanmak amacıyla başvuruda bulunanlardan, taşınmazın bedelini ödemeleri şartıyla, ayrıca ecrimisil alınmaz; alınmış ecrimisiller iade edilmez ve henüz tahsilatı gerçekleşmemiş olanlar tahsil edilmez." hükmü yer almaktadır.  (2) Maddede geçen "...taşınmazın bedelini ödemeleri şartıyla..." ifadesi, taşınmazın bedelinin tamamının peşin ödenmesi durumunu anlatmaktadır. Bedelin tamamı peşin ödendiği takdirde, anılan madde uyarınca ecrimisil alınmayacak, alınmış olanlar iade edilmeyecektir. 2) Taksitle Ödemelerde (1) Taksit tutarları ve faizleri ödeninceye kadar, taşınmazların mülkiyeti Hazine üzerinde kalacağından, bu Kanundan yararlanacak olanlar ile satış tarihinde taşınmazı kullananların farklı kişiler olması durumunda; Kanunun amacı da göz önünde tutularak, konunun her iki hal için ayrı ayrı değerlendirilmesi gerekmektedir. 2.1 - Kanundan Yararlanmayacak Olanların Taşınmazı Kullanmaları Durumu (1) Taşınmazı, satış tarihinde Kanundan yararlanacak olanlardan başkaları kullanıyorsa, tapuda tescil yapılıncaya kadar ecrimisil alınacaktır. 2.2 - Kanundan Yararlanacak Olanların Taşınmazı Kullanıyor Olmaları Durumu (1) Kanundan yararlanacak olanlar satış tarihinde (peşinatın ödendiği tarih) taşınmazı kullanıyor ise, satış şartlarının düzenlenmesine ilişkin taahhüt senedinin alındığı tarihe kadar ecrimisil alınacaktır. (2) Taahhüt senedinin düzenlenmesinden tapuya tescil tarihine kadar geçecek süre için Kanundan kaynaklanan kullanma nedeniyle fuzulî işgalden söz edilemeyeceğinden ecrimisil isteminin dayanağı kalmayacaktır…     Söz konusu düzenlemelere göre kişiler taşınmazın bedelini ödemeleri koşuluyla ecrimisilden muaf tutulacaklardır. Ancak bu noktada birtakım sınırlamalar öngörülmüştür. Bu hususlara ilişkin olarak tebliğde taşınmazın bedelinin ödenmesi ifadesinden ‘‘peşin ödenme’’nin anlaşılması gerektiği, satış tarihinde ilgili taşınmazdan yararlanılması durumunda ise belli zaman dilimlerine kadar ecrimisil alınacağı gibi koşullar belirtilmiş bulunmaktadır.     Fatma Aslıhan BEJI www.batur.av.tr/iletisim  
İmar ve Gayrimenkul Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 18 Ağustos 2021

Kamulaştırma ve Kamulaştırmasız El Atma

 
  • Kamulaştırma, en temel olarak Anayasamızın 46. maddesinde düzenlenmiştir: ‘‘Devlet ve kamu tüzel kişileri; kamu yararının gerektirdiği hallerde, gerçek karşılıklarını peşin ödemek şartıyla, özel mülkiyette bulunan taşınmaz malların tamamını veya bir kısmını, kanunla gösterilen esas ve usullere göre, kamulaştırmaya ve bunlar üzerinde idarî irtifaklar kurmaya yetkilidir.’’ Maddeden de anlaşılacağı üzere kamulaştırma, idari bir işlem olmakla birlikte kamu yararının gerektirdiği hallerde kişilerin rızası aranmaksızın gerçek karşılığının ödenmesi koşuluyla taşınmaz mal üzerinde yapılan bir işlemdir. Bu düzenlemenin yanı sıra 2942 sayılı Kamulaştırma Kanunu’nda da bu idari işleme dair düzenlemeler öngörülmüştür.
Kamulaştırma sürecinin aşamalarını kısaca şu şekilde saymak mümkündür:
  1. İşlem için gerekli bütçenin ayrılması.
  2. Yetkili merciler tarafından kamu yararı kararının alınması ve onaylanması. (Bakanlıklar tarafından verilen kamu yararı kararlarının ayrıca onaylanması aranmamaktadır.)
  3. Kamulaştırma işlemine tabi tutulacak taşınmazın belirlenmesi.
  4. Kamulaştırma kararının alınması ile söz konusu taşınmazın tapu siciline şerh düşülmesi.
  5. Satın alma/ mal değişim (trampa) prosedürü: Taşınmaz malın tahmini bedelinin belirlenmesi için ‘kıymet takdir komisyonları’ kurulmaktadır. İdare tarafından işleme tabi tutulacak taşınmaz malikine resmi taahhütlü mektup vasıtasıyla bildirim gerçekleştirilir; malik tebliğ tarihinden itibaren 15 gün içerisinde idareye başvurarak bedel üzerinde uzlaşabilir. Tarafların bedel üzerinde anlaşması halinde tutanak düzenlenir ve tutanak taraflarca imzalanır. Bu durumda gerekli tescil işlemi sağlanır; idare de kamulaştırma bedelini malike öder. Bu prosedürünün taraflar arasında mal değişimi (halk arasında takas olarak adlandırılmaktadır.) yapılarak da tamamlanması mümkündür.
Tarafların uzlaşamaması/taşınmaz malikinin görüşmeye müracaat etmemesi durumunda:
  1. İdare tarafından taşınmazın bulunduğu yere bağlı Asliye Hukuk Mahkemeleri’nde dava açılır ve kamulaştırma işleminin gerçekleştirilmesi talep edilir. Taşınmaz malikine meşruhatlı davetiye aracılığıyla duruşma günü bildirilir; duruşma günü başvuru tarihinden en geç 30 gün sonrası için belirlenir. Taşınmaz maliki, davetiyenin kendisine tebliğinden itibaren 30 gün içerisinde idari işlemin iptali için idari yargıda iptal davası açma hakkını haizdir.
Duruşma esnasında mahkeme, tarafları bir kez daha anlaşmaya davet eder. Tarafların uzlaşması halinde üzerine anlaşılan bedel kamulaştırma bedeli olarak esas alınır ve ilgili işlemler yapılır. Tarafların uzlaşamaması halinde ise bilirkişiye başvurulur ve taşınmaz bedelinin belirlenmesi talep edilir. Mahkeme, bilirkişi raporunu da değerlendirmeye alarak bedeli takdir eder. Bunun üzerine idare, takdir edilen bedeli taşınmaz malikinin banka hesabına yatırır; makbuzu mahkemeye tevdi etmesi ile mahkeme tapu dairesine bildirimde bulunarak tescile karar verir.
  • Kamulaştırmasız El Atma, hukuka uygun olarak (hukuki el atma) gerçekleştirilebileceği gibi hukuka aykırı bir fiil olarak (fiili el atma) da icra edilebilir. Hukuki el atma, yetkili kılınmış idarenin kamulaştırma usul ve esaslarına uymaksızın fiili bir müdahalede bulunmadan kişinin mülkiyet hakkının kısıtlanmasını ifade eder. Fiili el atma ise, yine yetkili idarenin kamulaştırma usul ve esaslarına uymaksızın fiili bir müdahalede bulunarak kişinin mülkiyet hakkının kısıtlamasından ibarettir.
Her iki kamulaştırmasız el atma işleminde de kamu yararı amacı bulunmakla birlikte fiili el atmada yapılan müdahale belli bir süreliğine yapılmaz, kalıcıdır. Örnek Karar: Yargıtay 5. HD. 2020/1393 E., 2021/6828 K., 04.05.2021 Ta.Yargıtay İçtihadı Birleştirme Büyük Genel Kurulunun 16.05.1956 gün ve 1/6 sayılı kararı ile HGK'nun 15.12.2010 gün ve 2010/5-662/651 sayılı kararı da gözetildiğinde, uzun yıllar programa alınmayan imar planının hayata geçirilmemesi nedeniyle kamulaştırma ya da takas cihetine gitmeyen davalı idarece, pasif ve suskun kalınmak ve işlem tesis edilmemek suretiyle taşınmaza müdahale edildiği; bu haliyle İdarenin eyleminin, mülkiyet hakkının özüne dokunan ve onu ortadan kaldıran bir niteliğe sahip olduğu bu şekilde kamulaştırmasız el koyma olgusunun gerçekleştiğinin kabulü gerekir. Kamulaştırmasız el koyma olgusunun varlığının doğal sonucu, idarenin hukuka aykırı eylemiyle mülkiyet hakkı engellenen taşınmaz mal sahibi davacının, dava yoluyla kamulaştırmasız el koyma hükümleri doğrultusunda mülkiyetin bedele çevrilmesini, eş söyleyişle idareden değer karşılığının verilmesini isteyebileceği açıktır…   Fatma Aslıhan BEJI        
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 18 Ağustos 2021

Marka, Patent ve Faydalı Model Kavramları

  Marka, patent ve faydalı model kavramları Sınai Mülkiyet Kanunu’nda (SMK) düzenlenmiş olup işbu kavramların tanımlanması önem arz etmektedir.   Marka: Marka kavramı, kanunda doğrudan tanımlanmamış olup nelerin marka olarak sayılabileceği belirtilmiştir:   SMK - Madde 4- (1) Marka, bir teşebbüsün mallarının veya hizmetlerinin diğer teşebbüslerin mallarından veya hizmetlerinden ayırt edilmesini sağlaması ve marka sahibine sağlanan korumanın konusunun açık ve kesin olarak anlaşılmasını sağlayabilecek şekilde sicilde gösterilebilir olması şartıyla kişi adları dâhil sözcükler, şekiller, renkler, harfler, sayılar, sesler ve malların veya ambalajlarının biçimi olmak üzere her tür işaretten oluşabilir.    Patent: Patentin de kanunda doğrudan tanımı yapılmamış olmakla birlikte, doktrinde[1] Prof. Dr. Cahit Suluk tarafından şu şekilde bir açıklama yapılmıştır: ‘‘Patentin konusunu buluş oluşturur; buluş, teknik bir problemi çözen ve yenilik özelliği taşıyan insan fikri şeklinde tanımlanabilir.’’   Faydalı model: Faydalı modeller, yine buluşların hukuken korunmasına sağlamakla birlikte patentten farklı olarak küçük çaptaki buluşları korumaktadır. Burada, söz konusu küçük buluşlar da patentin sağladığı korumadan faydalanmaktadır ancak burada buluş basamağı şartı aranmamaktadır.[2] Faydalı model ile patent hukukunun iç içe olduğunu söylemek isabetli olacaktır.      
  • Yukarıda tanımlanan kavramların ortak noktalarından biri ise, SMK m.2/b. ı’da Sınai Mülkiyet Hakkı tanımı içerisinde yer almalarıdır:
  Madde 2- (1) Bu Kanunun uygulanmasında; ı) Sınai mülkiyet hakkı: Markayı, coğrafi işareti, tasarımı, patent ve faydalı modeli, ifade eder…   Fatma Aslıhan BEJI     [1] Suluk, Cahit; Karasu, Rauf; Nal, Temel, Fikri Mülkiyet Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 231. [2] Suluk, Cahit; Karasu, Rauf; Nal, Temel, s. 304.
Şirketler Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 18 Ağustos 2021

Sigorta Acentelik Sözleşmesi ve Portföy Tazminatı

Acentelik kurumunun tanımı TTK m. 102’de yapılmış olup bu madde uyarınca acentelikler: Ticari mümessil, ticari vekil, satış memuru veya işletmenin çalışanı gibi işletmeye bağlı bir hukuki konuma sahip olmaksızın, bir sözleşmeye dayanarak, belirli bir yer veya bölge içinde sürekli olarak ticari bir işletmeyi ilgilendiren sözleşmelerde aracılık etmeyi veya bunları o tacir adına yapmayı meslek edinen kimseyi ifade eder. Acentelik kurumunun unsurları ise şu şekilde sayılabilir: bir tacire bağlı olarak faaliyet göstermeme, bir sözleşmeye bağlı olarak çalışma, devamlı olarak faaliyet halinde bulunma, faaliyetlerin belli bir yer/bölgede icra ediliyor olma, bu işi meslek olarak edinmiş olma, ticari işletmeye ilişkin sözleşmelere aracılık etme ya da ticari işletme adına akdetme.[1] Sigorta acenteleri ise, sigortacılık faaliyetini yerine getiren acenteleri ifade etmekle birlikte Sigortacılık Kanunu m.2’de tanımı yapılmıştır: …Ticarî mümessil, ticarî vekil, satış memuru veya müstahdem gibi tâbi bir sıfatı olmaksızın bir sözleşmeye dayanarak muayyen bir yer veya bölge içinde daimî bir surette sigorta şirketlerinin nam ve hesabına sigorta sözleşmelerine aracılık etmeyi veya bunları sigorta şirketleri adına yapmayı meslek edinen, sözleşmenin akdinden önce hazırlık çalışmalarını yürüten ve sözleşmenin uygulanması ile tazminatın ödenmesinde yardımcı olan kişiyi… Sigorta acentelerinin de diğer acenteler gibi birtakım hak, yetki ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Portföy tazminatı da söz konusu haklardan biridir ve buna ilişkin özel düzenleme ise Sigortacılık Kanunu m. 23/16’da yer almaktadır: Sözleşme ilişkisinin sona ermesinden sonra sigorta şirketi sigorta acentesinin portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ediyor ve hakkaniyet gerektiriyorsa, sigorta acentesi, sigorta şirketinden tazminat talep edebilir. Ancak, sigorta acentesinin haklı bir nedene dayanmaksızın sözleşmeyi feshetmesi ya da kendi kusuruyla sözleşmenin feshine neden olması halinde tazminat hakkı düşer.   Portföy tazminatının temeli acentenin sigorta sözleşmeleri vasıtasıyla söz konusu şirkete kazandırdığı müşteri portföyü üzerindeki hakkına dayanmaktadır.[2] Bu bağlamda, SK m. 23/16’da da belirtildiği üzere şirket bu portföy sayesinde önemli menfaatler elde etmekte ve de hakkaniyet gerektiriyor ise sigorta acentesi tazminat talebinde bulunabilecektir. Ancak, kanunda iki durumdan birinin varlığı halinde tazminat talebinin ileri sürülemeyeceği düzenlenmiştir:  
  • Sigorta acentesi sözleşmeyi haksız yere feshetmişse
ya da
  • Sigorta acentesi kendi kusuruyla sözleşmenin feshine sebebiyet vermişse.
  Yargıtay 11. H.D. 2018/1555 E., 2019/3301 K., 30.04.2019 Ta. Kararı: …Davacı vekili, müvekkili ile davalı arasında 10.01.2005 tarihli sigorta acentelik sözleşmesi imzalandığını ve davacının yetkili sigorta acentesi tayin edildiğini, sözleşmenin 28.12.2009 tarihli noter ihtarnamesi ile herhangi bir sebep gösterilmeksizin tek taraflı olarak ve hakkaniyete uygun bir süre belirtilmeksizin davalı tarafından feshedildiğini, taraflar arasında yapılan acentelik sözleşmesi nedeniyle teminat amaçlı olarak müvekkilinin iş yerine ipotek konulduğunu…2005 yılından beri mail adresini kullandığını ve tüm müşterileri ile bu mail adresi üzerinden yazıştığını, yeni poliçe taleplerinin de bu mail adresi kullanılarak yapıldığını, bu nedenle yenileme taleplerinin bu mail adresine geleceğini ve müvekkilinin 5 yıldır oluşturduğu portföyünü kaybedeceğinitüm portföy mülkiyeti hakkı da dahil olmak üzere 5.000 TL maddi, 30.000 TL manevi tazminatın dava tarihinden itibaren işleyecek en yüksek mevduat faiziyle birlikte davalıdan tahsiline ve iş yeri üzerindeki ipoteğin kaldırılmasına karar verilmesini talep ve dava etmiştir…Davalı vekili, acentelik sözleşmesinin sözleşmeye uygun olarak feshedildiğini, acentenin komisyon talebinin haksız olduğunu, müvekkilinin ipotek teminatını kaldırmamasının haklı nedene dayandığını, müvekkilinin davacıya e-mail adresi sağlama yükümlülüğü bulunmamasına rağmen e-mail adresini acentelik sözleşmesinin feshinden sonra da kullandırdığını, acentelik sözleşmesinde davacının müvekkilinin ismini kullanarak reklam yapmasının müvekkilinin iznine tabi tutulduğunu ve izin alınsa dahi bu reklamlara ilişkin masrafın acente tarafından karşılanacağının düzenlendiğini, davacının portföy tazminatı talebinin ve tüm maddi ve manevi tazminat taleplerinin haksız olduğunu savunarak, davanın reddini istemiştir…Mahkemece, iddia, savunma, bilirkişi raporu, bozma ilamı ve tüm dosya kapsamına göre, davalı şirket tarafından fesih hakkının kötüye kullanılmadığı, davacı tarafça poliçe yapma fırsatını kaçırdığına dair bir delil sunulmadığı gibi davalı şirketin davacının portföyü sayesinde önemli menfaatler elde ettiğine dair bir veriye rastlanılmadığıYukarıda açıklanan nedenlerden dolayı, davacı vekilinin bütün temyiz itirazlarının reddiyle usul ve kanuna uygun bulunan hükmün ONANMASINA   Fatma Aslıhan BEJI             [1] Dönmez, Onur, Acentelik Sözleşmesinden Doğan Hak ve Borçlar, İstanbul, 2019, s. 6-12. [2] Narbay, Şafak; Güllüce, Muhammet Ali, Türk Hukukunda Sigorta Acenteleri, Cevdet Yavuz’a Armağan, s. 1989.
Şirketler Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 18 Ağustos 2021

Tüzel Kişilik Perdesinin Aralanması Teorisi

Tüzel kişilere ilişkin genel hükümler Türk Medeni Kanunu m. 47 vd.[1] düzenlenmiş olup tüzel kişilerin insana özgü niteliklere bağlı olanlar dışındaki tüm hak ve borçlara ehil olacağı hüküm altına alınmıştır. Tüzel kişiler organlarının fiil ve işlemleri vasıtasıyla iradelerini açıklamakla birlikte bu fiil ve işlemler dayalı olarak borç altına da girerler.   Tüzel kişilikler için en temel olan ilkelerden birisi de ‘kişi ayrılığı’ ilkesidir. Bu ilke uyarınca tüzel kişiler, kendisini oluşturan kişilerden bağımsız olarak bir hukuk kişiliğini haizdir. Bir başka deyişle, onu oluşturan kişilerden ayrı bir kişi olarak kendi faaliyetlerini icra ederler.[2]   Bu bağlamda, tüzel kişilik perdesinin aralanması teorisi de bahsi geçen kişi ayrılığı ilkesinin bir istisnası olarak tüzel kişiliğin borçlarından tüzel kişiliği oluşturan kişilerin de sorumlu tutulmasını ifade eder. Bu teorinin oluşturulmasındaki temel amaç, tüzel kişiliğin perdesine sığınarak dürüstlük kuralına aykırılık teşkil edecek şekilde birtakım işlemlerde bulunan kişilerin de söz konusu fiillerinden sorumlu tutulmasını sağlamaktır. Ancak, vurgulamak gerekir ki bu kuruma her olayda başvurulması hukuk güvenliğini zedeleyeceği gibi tüzel kişiliklerin ayrı bir hukuk kişiliğine sahip olması kuralını da ihlal edecektir. Bu nedenle, her bir somut olayın koşulları süzgeçten geçirilerek, bir istisna olarak düzenlenen bu teorinin gerektiğinde kullanılması önem arz etmektedir.   Yargıtay HGK 2020/94 E., 2020/358 K., 06.09.2020 Ta. Kararı: Yargıtay içtihatlarında benimsenerek öğretide de vurgulandığı gibi; malvarlığının bağımsızlığı ve sınırlı sorumluluk ilkelerinin istisnası olan tüzel kişilik perdesinin kaldırılması teorisi ancak istisnai ve sınırlı durumlarda titizlikle uygulanması gereken bir teoridir. Bu kurala ihtiyatlı bir biçimde yaklaşılmalı; istisnai bir kural olduğundan mümkün olduğunca dar yorumlanmalı ve bu teorinin uygulanmasına ancak tüzel kişilik kavramının arkasına saklanılarak dürüstlük kuralına aykırı davranıldığı, kendisine tanınan hakkın kötüye kullanılarak üçüncü kişilerin zarara uğratıldığı, zarara yol açan tüzel kişinin sorumluluğuna hükmedebilmek için ise başka bir yasal nedene dayanılmasının mümkün olmadığı durumlarda başvurulmalıdır. Aksi hâlde tüzel kişilere tanınmış olan mal ayrılığı güvencesinin zedenlemesi durumuyla karşı karşıya kalınılabilir. Belirtmekte yarar vardır ki, mahkeme kararıyla kaldırılmasına hükmedilen şey tüzel kişilik değil, tüzel kişiliğin perdesidir (Akıncı, s. 661; Çamoğlu, s. 12; Antalya, s.152; Tekinalp, G./Tekinalp, Ü.: Perdeyi Kaldırma Teorisi, Reha Poroy’a Armağan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi 1995, s.395 vd.; Poroy/ Tekinalp/ Çamoğlu s. 107 vd.).   Söz konusu kararda Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, bu teorinin dürüstlük kuralına aykırı fiillerde, hakkın kötüye kullanılmasının söz konusu olduğu, 3. kişilerin bu vesileyle zarara uğradığı ve başka bir yasal dayanağın mevcut olmadığı durumlarda uygulanabileceğinin altını çizmiştir.   Aynı kararın devamında ise bu teorinin uygulanmasını gündeme getirebilecek birtakım fiiller örnek olarak zikredilmiştir:   …Tüzel kişi ile ortaklarının faaliyet alanlarının ve malvarlıklarının iç içe geçmesi birbirine karışması, bir şirketin ticari defterlerinin ya da ticari sır kabul edilen belgelerinin diğer şirkete ait iş yerinde bulunması, ikisinde de aynı ticari defterlerin kullanılması ve ortak hesap yapılması (tek merkezden idare edilmesi), ortaklığın faaliyet konusunu sürdürebilmesi için yeterli sermayesi bulunmadığı hâlde alacaklıları ya da üçüncü kişileri zarara uğratmak niyetiyle bilinçli olarak faaliyet göstermeye devam edilmesi, şirket ortaklarının kendi kişisel malvarlıkları ile şirketin malvarlığı özdeş-tekmiş gibi hareket etmeleri, şirketlerin ya da ortağın üçüncü kişileri aldatacak şekilde kendi kişilikleri ile tüzel kişiliğin aynı olduğu izlenimini vermeleri, bu kapsamda birbirlerinin tanıtımlarını yapmaları, aynı tüzel kişilikmiş gibi anlaşılacak benzer isimleri ve logoları kullanmaları, yani dışarıya karşı tek bir tüzel kişilikmiş gibi intiba yaratmaları, şirketlerin aynı konuda faaliyet göstermeleri ve (tek başına bu hususa dayanılmamak koşuluyla) hâkim ortaklarının ya da yöneticilerinin aynı kişiler olması, tüzel kişilik kavramının arkasına sığınılacak şekilde art niyetli davranışlarla zararlandırıcı faaliyetlerde bulunulması, işlemlerin diğer tarafınca sözleşmelerin kiminle yapıldığı dahi anlaşılamayacak şekilde karışıklığa yol açılması, şirketin kendi çıkarları gözetilmeksizin yürütülmesi veya yalnızca ve bilinçli olarak açıkça hâkim ortak korunacak şekilde diğerleri zarara uğrayacak şekilde işlemler yapılması hâlleri gösterilebilir…   Son olarak öğretide tüzel kişiliğin perdesinin kaldırılması halleri 4 çeşit olarak ayrılmış olup ilgili kararda da kısaca açıklanmıştır:   Öğretide tüzel kişilik perdesinin; düz perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, ters yönden perdeyi kaldırarak sorumlu kılma, borçlunun perdenin kaldırılmasını talep etmesi, çapraz olarak perdeyi kaldırma olarak tabir edilen dört farklı biçimde ortaya çıkabileceği belirtilmiştir.  
  • İlkinde doğrudan perde kaldırılarak arkadaki kişi ya da ana ortaklık sorumlu tutulmaktadır. (Düz perdeyi kaldırarak sorumlu kılma) (Tekinalp/Tekinalp, s.399).
 
  • İkincisinde ise; ana ortaklığın borcu ya da yükümlülüğü için yavru ortağın ya da pay sahibinin sorumlu tutulması anlaşılmaktadır. (Ters yönden perdeyi kaldırarak sorumlu kılma) (Tekinalp/Tekinalp, s.399).
 
  • Öğretide şüphe ile yaklaşılması gerektiği belirtilen üçüncü türde ise borçlu ya da yükümlü kişi perdenin arkasına sığınmak yerine bizzat kendisi perdenin kaldırılmasını talep etmektedir. (Borçlunun perdenin kaldırılmasını talep etmesi) (Tekinalp/Tekinalp, s.399).
 
  • Somut uyuşmazlığımız bakımından tartışılması gereken dördüncü hâlde ise sadece ana ve yavru ortaklık değil, aynı zamanda grup veya holding sistemi içinde yer alan kardeş ortaklıklar arasında perdenin çapraz olarak kaldırılması durumu söz konusu olmaktadır (Çapraz olarak perdeyi kaldırma) (Tekinalp/Tekinalp, s.399).
  Fatma Aslıhan BEJI         (Yargıtay HGK 2020/94 E., 2020/358 K., 06.09.2020 Ta. Kararı) [1] http://www.ilhanhelvacidersleri.com/turk-medeni-kanunu/turk-medeni-kanunu-madde-47. [2] KAŞAK, Fahri Erdem, Tüzel Kişilik Kavramı ve Tüzel Kişilik Perdesinin Kaldırılması, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Cilt 26, Sayı 2, Aralık 2020, s.9.  
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 18 Ağustos 2021

Pandemi Döneminde Özel Okulların Birtakım Ücretleri İade Etme Yükümlülüğü

  Pandemi nedeniyle yüz yüze eğitimden online eğitime geçiş yapan okullarda veliler tarafından gündeme getirilen sorulardan birisi de eğitim-öğretim yılı başlangıcı öncesinde peşin olarak ödenen özel okul ücretinin bir kısmının iade edilip edilmeyeceğine yönelik olmuştur. İade istenip istenemeyeceği, iade talebinde bulunmak istenilmesi halinde nereye müracaat edilmesi gerektiğinin açıklanması faydalı olacaktır. Öncelikle tüketici işleminin tanımının yapılması gereklidir: (Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun m.3) ‘‘Tüketici işlemi: Mal veya hizmet piyasalarında kamu tüzel kişileri de dâhil olmak üzere ticari veya mesleki amaçlarla hareket eden veya onun adına ya da hesabına hareket eden gerçek veya tüzel kişiler ile tüketiciler arasında kurulan, eser, taşıma, simsarlık, sigorta, vekâlet, bankacılık ve benzeri sözleşmeler de dâhil olmak üzere her türlü sözleşme ve hukuki işlemi ifade eder.’’ Tanımdan da yola çıkıldığında özel okullarca verilen söz konusu hizmetlerin tüketici işlemi kapsamında olacağını söylemek isabetli olacaktır. Ancak, burada iadeye konu edilen ücretlerin yemekhane, kırtasiye gibi ücretler olduğunu belirtmekte yarar vardır. Eğitim için alınan ücretler hakkında nihayetinde eğitim hizmeti sağlandığı için pek fazla tartışma olmamaktadır. Yukarıda yer alan tanımdan da hareketle, velilerin pandemi döneminde çocuklarının online eğitimin niteliği gereği yararlanamadıkları yemekhane, kırtasiye gibi hizmetler için okula yılın başında peşinen ödedikleri ücretler tüketici işlemi kapsamında olup okulların iade etmemesi durumunda bu uyuşmazlığı Tüketici Hakem Heyetleri’ne götürme hakkını haiz bulunduklarını söylemek gerekir.  Kaldı ki, bu konuya ilişkin bir açıklama Tüketici Birliği Başkanı Mahmut Şahin tarafından yapılmıştır ve kendisi ortaya çıkan bu durumun ‘ayıplı hizmet’ sayılacağını belirtmiş, iadenin yapılması gerektiği yönünde beyanlarını sunmuştur.[1] Sonuç olarak veliler, çocuklarının okuduğu özel okullardan, pandemi nedeniyle çocukların hizmetlerden yararlanamadığı zaman dilimi için önceden ücreti peşin olarak ödenen hizmetlerin bedelinin iadesini talep edebilecektir. Bu konuda müracaat etmeleri gereken kurum ise Tüketici Hakem Heyetleri’dir. Tüketici Hakem Heyetleri tarafından bu konuda hazırlanmış bilirkişi raporları da mevcuttur.   Fatma Aslıhan Beji       [1] https://www.sozcu.com.tr/2020/ekonomi/tuketiciler-birliginden-ozel-okullarda-ucret-iadesi-ile-ilgili-aciklama-6165866/.
İş Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 28 Mayıs 2021

Uzaktan çalışma ve hukuki boyutu

  Uzaktan çalışma, işçinin işverenle anlaşarak kapsamını belirlediği iş görme ediminin bir kısmını veya tamamını evinde ya da teknolojik iletişim araçları ile işyeri dışında yerine getirmesi esasına dayalı ve yazılı olarak kurulan iş ilişkisini, ifade eder. Günümüzde covid-19 virüsünün dünya çapında insanları etkilemesi ve hizmet sektörünün durma noktasına gelmesi sonucu uzaktan çalışmaya ilgi giderek artmıştır. Bu ihtiyacın uzaktan çalışma sistemiyle giderilmesi avantajlarının yanında suistimale de oldukça açıktır. Bu negatif ve pozitif yanlar değerlendirildiğinde bir düzenlemeye gereksinim duyulmuştur. Yönetmelik her ne kadar uzaktan çalışmanın inceliklerini anlatmak için düzenlenmiş olsa da sürekli olarak çeşitli mevzuatlara atıf yapmış ve adeta işçi ve işvereni, iş sözleşmesini yaparken, eşit sosyal taraflar olarak değerlendirmiştir. Öncelikle “uzaktan çalışmanın” Türkiye’deki ilk resmi düzenlemesiyle başlayalım. Uzaktan çalışma öncelikle İş Kanunu m.14’te “Çağrı üzerine çalışma ve uzaktan çalışma” adı altında düzenlenmiştir. Bu kanun maddesi içinde birçok ayrıntı bulundurmasına karşın son fıkrasında bir yönetmeliğin düzenlenmesini gerektirmiştir. Bunun sonucunda uzaktan çalışmanın esasları “uzaktan çalışma yönetmeliği” ile Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca düzenlenmiştir. Öncelikle uzaktan çalışmaya dayalı iş sözleşmesinin özelliklerini inceleyelim.   uzaktan calisma   Uzaktan çalışmada sözleşmenin özellikleri Yönetmeliğin esasları incelendiğinde, işçi ile işveren arasında uzaktan çalışma konulu bir iş anlaşmasının yapılması durumunda bu sözleşme yazılı şekilde yapılır. Sözleşmede işin kapsamı, süresi, yükümlülükleri ve çalışma şartlarına ilişkin bilgiler yer alır. Kanun koyucunun yazılı sözleşmeyi öngörmesinin sebebi, çoğu maddenin sonunda da görüleceği üzere, her problemin sonucunda sözleşmenin belirleyici unsur olarak çözüm yolunda kullanılmasıdır. İş ediminin özelliklerinin net olarak belirlenmesi olası uyuşmazlıklarda daha kolay çözüm yoluna kavuşulmasına yol açmaktadır. Gerekli olması halinde, uzaktan çalışmanın yapılacağı yer işe başlamadan önce düzenlenebilir. Bu düzenlemeden dolayı oluşan masrafların ne şekilde karşılanacağına işçi ve işveren arasında birlikte belirlenir. Bu düzenlemenin ve belirlemenin yapılması ,özel hayatın gizliliği ve korunmasında, işverenin olası müdahalelerinin engellenmesine zemin oluşturacaktır. Ancak olumsuz yön olarak işverenin iş edimine yönelik işçiye masraf yaptırabilmesini de engellememiştir. Uzaktan çalışmanın yapılacağı yerin belirlenmesi iş sağlığı ve güvenliği kurallarına göre de önem arz etmektedir.   Peki malzeme ve iş araçlarının teminini her koşulda işveren mi karşılamalıdır? Bu konu akıllarda oluştuğu gibi kısıtlı olarak düzenlenmemiştir. Yönetmeliğin 7. Maddesinde düzenlenen bu hususta, sözleşmede aksi kararlaştırılmamış ise işveren tarafından sağlanmasının esas olduğu belirtilmiştir. Emredici bir kural olmayan bu durumun tersi işçi ve işverenin sözleşmelerinde değiştirebileceği bir unsur olarak düzenlenmiştir. Bu malzemelerin nasıl kullanılacağı, bakım ve onarım esasları da ayrıntılı bir şekilde uzaktan çalışan işçiye anlatılır. Malzeme ve iş araçlarının temininin işveren tarafından yapıldığı durumda, sağlanan araç listesinin yazılı olarak işçiye verilmesi gerekmektedir. Bu listenin içerisinde teslim edilen araçların işçiye verildiği tarihteki değerlerinin belirtilmesi gerekmektedir. Verilen liste işçiye ulaştıktan sonra işçi tarafından imzalanmakta ve daha sonra bir nüshası işverene verilmektedir. İş listesinin yazılı olma koşulunun istisnası yönetmelik m.7/2’ de şöyle düzenlenmektedir: “ İş araçlarının listesi, iş sözleşmesi içerisinde veya sözleşme tarihinde iş sözleşmesine ek olarak düzenlenirse ayrıca yazılı belge düzenlenmesi şartı aranmaz. “     İş ediminin yerine getirilmesinden kaynaklanan doğrudan ve zorunlu giderlerin karşılanması, tespit edilmesi sözleşmeyle belirlenir.   Çalışma süreleri nasıl belirlenir? Çalışmanın zaman aralığı ve süresi iş sözleşmesinde belirtilir. Bu sürenin ve zaman aralığının sınırlaması ise mevzuatla sınırlıdır ve yine mevzuata göre değiştirilebilir. Bu durum İş Kanunu m.63 vd. hükümlerinde de düzenlenmiştir.  İş kanunu Çalışma süresi  Madde 63 - Genel bakımdan çalışma süresi haftada en çok kırkbeş saattir. Aksi kararlaştırılmamışsa bu süre, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine eşit ölçüde bölünerek uygulanır. (Ek cümle: 10/9/2014-6552/7 md.; Değişik cümle: 4/4/2015-6645/36 md.) Yer altı maden işlerinde çalışan işçilerin çalışma süresi; günde en çok yedi buçuk, haftada en çok otuz yedi buçuk saattir. Tarafların anlaşması ile haftalık normal çalışma süresi, işyerlerinde haftanın çalışılan günlerine, günde onbir saati aşmamak koşulu ile farklı şekilde dağıtılabilir. Bu halde, iki aylık süre içinde işçinin haftalık ortalama çalışma süresi, normal haftalık çalışma süresini aşamaz.   Bu kanun maddesinin içeriği “ İş Kanununa İlişkin Çalışma Süreleri Yönetmeliğin’ nde” ayrıntılı olarak açıklanmıştır. Çalışma sürelerinin belirlenmesinden sonra işçi ve işverenleri ilgilendiren en önemli konulardan bir tanesi de fazla çalışmanın nasıl yapılacağıdır. Fazla çalışma işverenin yazılı talebi ile işçiye sunulur. İşçinin mevzuat hükümlerine uygun olarak kabulü ile yapılır. (?)   Verilerin korunmasına ilişkin olarak m.11’de düzenleme getirilmiştir. Yönetmeliğin bu maddesine göre işveren, verilerin korunması için gerekli tedbirleri almalıdır.  İşveren verilerin korunmasına ve paylaşılmasına ilişkin işletme kuralları ve mevzuat hükümleri konusunda uzaktan çalışanını bilgilendirir.  Ve ayrıca işveren korunması gereken verinin kapsamını ve ne anlama geldiğini sözleşmede belirler. Bu konuda iş verenin yaptığı işletme kurallarına uzaktan çalışan uymak zorundadır.   İş sağlığı ve güvenliğine ilişkin olarak düzenleme neyi gösteriyor? İş veren, uzaktan çalışanını iş güvenliği için aldığı önlemler hakkında bilgilendirmek, gerekli eğitimi vermek, sağlık gözetimini sağlamak ve sağlanan ekipman ile ilgili olarak önlemleri almak zorundadır. Sayılan bu maddelere aykırı hareket edildiğinde ise işverenin kusur sorumluluğu ortaya çıkacaktır.  Bunun yanı sıra burada işverenin güvenliğini sağladığı alan ve çalışmanın meydana geldiği yerin düzenlenmesi çok önem arz etmektedir. Çalışma mekanının belirlenmesi başlıklı 6. Madde burada devreye girmektedir. İş yapılan mekanın önceden tanımlanması durumunda işverenin sorumluluk alanına kısmen de olsa bir belirlilik kazandırmaktadır ve ayrıca uzaktan çalışanın iş kazasını kanıtlamasına nispeten kolaylık sağlayabilecektir. Bunu şu şekilde açıklamak gerekirse: “İş kazası , iş yerinde veya işin yürütümü nedeniyle meydana gelen, ölüme sebebiyet veren veya vücut bütünlüğünü ruhen ya da bedenen engelli hâle getiren olayı ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır. İş sağlığı ve güvenliği tedbirleri, işçinin iş edimini yerine getirirken karşılaşacağı olası risk ve kazaları en aza indirmek amacını haizdir.  Dolayısıyla neden sonuç ilişkisi içerisinde olan bu durumda iş kazası iki şekilde meydana gelebilecektir birincisi  işin yapıldığı yerde ikincisi ise işin yürütümü nedeniyle. Bu ikisinde de iş kazası meydana geldiğinde uyuşmazlık halinde işçinin uzaktan çalıştığı yerde veya  işin yürütümü sırasında zarara uğramış olduğunu kanıtlaması gerekecektir. Bu iki halin önceden m.6 ya göre belirlenmediği bir alanda kapsam alanı belirlenmeden ispatlanmaya çalışılacak olması hayatın olağan akışına aykırı olacaktır.   Uzaktan çalışmanın yapılamayacağı işler başlıklı 13. maddenin birinci fıkrasında tehlikeli maddeler ve radyoaktif maddeler ile çalışılması, işlenmesi veya bu maddelerin atıklarıyla çalışılması veya işlenmesi ayrıca biyolojik etkilere neden olacak maddelerle ilgili olarak çalışmayı olarak emredici şekilde saymıştır. Yukarıda sayılan bu hallerin hem uzaktan çalışanın hem de muhtemel aile üyelerinin sağlığı adına yasaklanmıştır ki zaten ev gibi bir çalışma ortamında, gözetimden çok uzakta, tehlikeli maddenin kullanılması durumunda  işverenin o mekanın sağlığını ve güvenliğini sağlaması da olanaksız olacaktır. Aynı maddenin takip eden fıkrasında ise bu zorunluluk keskin değil belirlenebilir kılınmıştır.   Uzaktan çalışmaya nasıl geçiş yapılabilir? (Home office) Uzaktan çalışmaya geçme, işçi ile işveren arasında doğrudan ilk işe girme anında uzaktan çalışmaya yönelik kurulabileceği gibi sonrasında da hali hazırda var olan iş sözleşmesinin işçi ve işverenin anlaşmasıyla uzaktan çalışma sözleşmesine dönüştürülmesi ile de olabilmektedir. Uzaktan çalışmaya normal olağan çalışma düzeninden geçiş yapılmak istendiğinde önümüze iki yol bulunmaktadır. Birincisi işçinin uzaktan çalışmaya geçmek istemesi ikincisi ise zorlayıcı nedenlerle geçme halleridir. İlkinde işçi, uzaktan çalışma talebini yazılı şekilde yapmalıdır. Bu talebi işyerinde belirlenen usulce işveren değerlendirir. Değerlendirmesinde işin ve işçinin uzaktan çalışmaya uygunluğunun yanı sıra şahsi kıstasları da etkili olmaktadır. Talebe ilişkin değerlendirme talebin yapıldığı usul ile 30 gün içerisinde işçiye bildirilmesi esastır. Talebin kabul edilmesi halinde sözleşme yönetmeliğin 5. Maddesinde belirlenen hususlara uygun olarak düzenlenir. Talebi doğrultusunda uzaktan çalışmaya geçiş yapan işçi yeniden yazılı talebi işyerinde çalışmak istediğini işverenine ulaştırabilir. Bu durumda işçinin talebi öncelikli olarak değerlendirilecektir.   İkincisinde ise dikkat çeken unsur işçinin talebi veya onayı aranmaksızın geçiştir. Burada mevzuatta sayılan zorlayıcı nedenlerden biri dolayısıyla iş yerinin bir bölümünün veya tamamının uzaktan çalışmaya geçmesi durumu düzenlenmiştir. Mevzuattaki zorlayıcı nedenler İş Kanunu m.24ün 3. Bendinde ve 25.maddenin 3. Bendinde düzenlenmiştir. İş yerindeki çalışmanın zorlayıcı nedenlerle uzaktan çalışmaya geçmesi istisnai olarak düzenlenmiştir. Bu durumda iş kanununun ilgili maddeleri dikkate alındığında zorlayıcı nedenlerin olması ile uzaktan çalışmaya geçiş yapılmasında işçi onay vermez ve çalışmak istemez ise haklı fesih sebepleri akla gelebilecektir.   Stj.Av. Aysu Oral İletişim için tılayınız
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 12 Mayıs 2021

Sokağa Çıkma Yasağı ve Kesilen Cezaların İptali

  Dünyayı kasıp kavuran ve ağır sonuçlara sebep olan Corona Virüsü, 11 Mart 2020’de ülkemizde de tespit edilmiştir. Yapılan tespitin akabinde ülke genelinde hastalığın yayılmasının önlenmesi ve hastalığa yakalananların hastanelerdeki tedavisinin sağlanabilmesi amacıyla pek çok tedbir alınmıştır. Bu tedbirlerin en dikkat çekenlerinden birisi ise sokağa çıkma yasağıdır. Bahse konu önlem kapsamında sokağa çıkan vatandaşlara idari para cezaları kesilmekte ve bu ceza asgari ücretten fazla olması dolayısıyla halk üzerinde büyük baskı yaratmaktadır.   Peki kesilen bu cezalar hukuka uygun mudur, değilse iptal edilebilirliği var mıdır? Tabi ki iptal edilebilirliği bulunmaktadır. Şöyle ki; İdari para cezalarının gerekçesinde genel olarak 1593 Sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nun 27 ve 72 . maddeleri gösterilmektedir. Ancak hem gerekçe olarak gösterilen kanun maddelerinde hem diğer kanunlarımızın maddeleri içerisinde açıkça halk sağlığını korumak için düzenlenmiş bir sokağa çıkma yasağı tedbiri bulunmamaktadır. Dolayısıyla kanunda yazılı olmayan tedbire dayanılarak verilmiş bir idari para cezası kanunilik ilkesine aykırı olması dolayısıyla iptal edilebilir. Ancak cezaya yapılan itirazın temelinin kanuna dayandırılması ve sübjektif olmaması büyük önem arz etmektedir. Bunun yanı sıra itiraz edilecek bir diğer husus ise cezanın kim tarafından kesileceğine ilişkin olabilmektedir. Bu konuyla ilgili olarak yukarıda belirttiğimiz kanunilik ilkesine aykırılığa ilişkin itirazımız, genel halk sağlığının korunmasının sebep gösterilmesi sonucu kabul edilmez ise bizim usule ilişkin olarak da itiraz hakkımız mevcuttur. Her ne kadar polis ve jandarma cezaların kesilmesinde aktif rol almakta ise de aslında polis ve jandarmanın yalnızca tespit etmek için tutanak tutma görev ve yetkisi bulunmaktadır. Dolayısıyla kolluk kuvvetleri sadece tespit tutanağı düzenler ancak ceza kesemezler. Bahse konu İdari para cezasını kesme yetkisi ise valiliklere aittir. Bu da şu usule uyulması halinde mümkündür, öncelikle il umumi hıfzıssıhha meclisi sokağa çıkma yasağı kararı almışsa veya Sağlık Bakanı bu kararı almışsa, bu kararlar önceden halka bildirilir, bu karara aykırı davranış tutanakla tespit edilir, bu tutanağa ilişkin olarak valilik cezayı uygular. Bu usule aykırı olarak uygulanmaya çalışılan cezalar yine iptal ettirilebilir. İdari Para Cezanın iptali için nereye başvurulması gerekmektedir? Sokağa çıkma yasağı kapsamında tarafına idari para cezası kesilen bir kişi ceza tutanağının kendisine tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde  Sulh Ceza Hakimliğine itiraz edebilir. Kesilen ceza kişinin yüzüne karşı kesilmiş ve tutanak imzalatılmış ise cezanın tebliği beklenmeden 15 gün içerisinde itiraz edilmelidir. Bu süre içerisinde itiraz edilmez ise idari para cezası kesinleşir. Kesilen para cezasının iptali için verilen bu süreyi mücbir sebep dolayısıyla kaçıran kişiler, sebebin ortadan kalktığı tarihten itibaren en geç 7 gün içerisinde kesinleşmeye itiraz edebilir. İtiraz dilekçesinde, kişilerin haklılığını kanıtlamaya yönelik delillerini ve sebeplerini açıklamak suretiyle sunmaları gerekmektedir. İtiraz süreci açıkça 5326 Sayılı Kabahatler Kanunu m.27 ‘de düzenlenmiştir.     Stj. Av. Aysu Oral
İcra ve İflas Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Mayıs 2021

Kripto Para ve Borsa Hesabı Haczi

Tarihte Lidyalılar tarafından bulunan para günümüzde teknolojik gelişmeler ile birlikte değişen şartlarla birçok evrim yaşamıştır. Para önce devletlerin otoritesine girmiş ardından kredi kartı, banka kartı gibi elektronik ortamlarda kullanılmaya başlanmıştır. Günümüzde ise gelişen teknoloji ile kripto paralar ortaya çıkmıştır. Kripto paraların büyük bölümü bir merkeze veya hiçbir ulusa bağlı olmayan blockchain teknolojisi kullanılan dijital para birimidir. Kripto paralar henüz birçok ülke tarafından tam olarak belirli bir statüye konmuş olmasa da, dünya çapında büyük bir işlem ve para hacmine sahiptir. Bu sebeple bazı ülkeler kripto paralara ön yargılı yaklaşımlar sergilerken bazı ülkeler ise kripto paralara karşı daha olumlu yaklaşmıştır. Ülkemizde, kripto paraya olan ilgi gün geçtikçe artmakta ve ekonomik olarak büyük bir piyasa haline gelmektedir. Ülkemizde kripto para piyasası için henüz bir düzenleme yapılmamıştır. Bu nedenle hukuki bir zemini olmayan kripto paralara karşı devletimiz hukuki bir zemin oluşturma çalışmaları içerisindedir. Kripto para piyasasında yatırımları bulunan kişiler ellerinde bulundurdukları kripto paraları miras olarak bırakabilirler. Bu sebeple aslında ülkemizde hukuki bir zemine oturmaya başlamıştır. Fakat kripto paralar için menkul kıymet olarak alım – satımda mı kullanılacağı yoksa emtia olarak mı kullanılacağı devlet tarafından henüz yasal bir zemine oturtulmamıştır. Fakat son dönem uygulamalarda kripto para borsası üzerine icra daireleri tarafından haciz işlemi uygulanmaktadır. İcra daireleri, Türk kripto para borsalarında borçlunun bilgilerini ve hesaplarına erişimi hakkına sahiptir. Bununla birlikte kripto paralar yasal bir düzenleme yapılmamış olmasına karşın Türk kripto borsalarında haciz işlemi gerçekleştirebilir. İcra İflas Kanunu 89.maddesi gereğince kripto borsa piyasalarına haciz ihbarnamesi gönderilerek borçlunun hesaplarına haciz işlemi uygulanmasını ve bu şekilde haciz işleminin tatbik edilmesini isteyebileceklerdir. Kripto para piyasalarında borçlunun, borç miktarı kadar olan kısmına bloke işlemi uygulanmalıdır. Borç miktarını aşan kısım için haciz işlemi uygulanamayacaktır.     Ülkemizde Bulunan Kripto Borsaları   ENKOİN YAZILIM TEKNOLOJİLERİ COİNZO TEKNOLOJİLERİ ELİPTİK YAZILIM VE TİCARET BN TEKNOLOJİ A.Ş. BİTEXEN TEKNOLOJİ PAPELEKS TEKNOLOJİ NARKASA YAZILIM TİCARET PARONEX TEKNOLOJİ YAZILIM KOİNİM BİLİŞİM ICRYPEX BİLİŞİM BİLİRA TEKNOLOJİLERİ BİTAY TEKNOLOJİLERİ SANAYİ TİCARET B FINTECH BİLGİ TEKNOLOJİLERİ LTD BİTLO TEKNOLOJİ PARİTEX TEKNOLOJİ VE YAZILIM HİZMETLERİ PARİBU TEKNOLOJİLERİ TRADER TECHNOLOGY BİLGİ VE İLETİŞİM HİZMETLERİ İKİPARA TEKNOLOJİLERİ BİTCİ TEKNOLOJİLERİ VEBİTCOİN TEKNOLOJİLERİ DANIŞMANLIK VE DIŞ TİCARET TOMYA TEKNOLOJİ MAKPORA TEKNOLOJİ TİCARET OM TEKNOLOJİ FİNTECH BİLGİ TEKNOLOJİ YAZILIM KANYON KURUMSAL HİZMETLER KOİNEKS TEKNOLOJİ TROYA KURUMSAL HİZMETLERİ HELENEX BİLİŞİM BITTURK BİLİŞİM VE TİCARET KH TEKNOLOJİ GÜNEY NET İLETİŞİM HİZMETLERİ VE TİCARET NARYEX BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ TİCARET SUPERPAY TEKNOLOJİ     Stj. Av. Reha Özer
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 01 Şubat 2021

Malvarlığı ve Miras Hukuku Kapsamında Dijital Miras

Yargı kararlarında ve doktrinde kendine yer bulmaya başlamış dijital malvarlığı ve dijital miras, özellikle zamanın ruhu göze alındığında üzerinde özenle durulması gereken kavramlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Gelişen teknoloji ve bu teknolojinin yarattığı pazar göz önünde bulundurulduğunda hususiyetle üzerinde durulması gereken bu kavramlar, ileride yaşanabilecek hukuki uyuşmazlıklara hazırlıklı olabilmemizi sağlayacaktır. Bununla birlikte hukukun ne kadar dinamik bir alan olduğunu da bize gösterecektir.

Teknolojik ilerlemeler neticesinde, kişiler sosyal medyayı ve interneti son derece yoğun kullanır hale gelmiştir. Bu kullanım kişilere maddi kazanç kaynağı olmuş hatta tek geçim kaynakları sosyal medya haline gelmiştir. Bununla birlikte, elektronik para birimlerinin (bitcoin, etherium, ripple ve diğer altcoinler) bir yatırım aracı haline gelmiştir. Kişilerin elektronik cüzdanlarında yüklü meblağların bulunmasına, fiziksel olarak sahibi olunmayan elektronik paraların bir alışveriş sujesi haline gelmesine sebep olmuştur.

Öncelikle açıklamak gerekir, bu alan öyle bir alandır ki anayasada kendine yer bulmuş olan özel hayatın gizliliği, haberleşmenin gizliliği, mülkiyet ve miras haklarının bir bakıma kesişimi niteliğindedir. Dijital mirasın hukuki bir zemine oturtulmaması halinde bu haklardan birinin yahut birkaçının zarar göreceği açıkça ortadadır. Örnek vermek gerekirse, ölen kişinin Instagram hesabının mirasçılarına intikal edecektir. Instagram platformunun mesajlaşmaya olanak sağladığı da göz önüne alınacak olursa, hukuka aykırı yapılmış bir intikal söz konusu olabilir. Müteveffa ile bu platform aracılığıyla iletişime geçmiş kişilerin özel hayatlarının gizliliği ve haberleşmelerinin gizliliğinin ihlal edildiği söylenebilecektir.

Herhangi bir mal üzerinde bir hakkı varlığı, ancak ona sahip kılınan kişinin varlığına bağlanmış bulunmaktadır. O halde kişi öldüğü veya ölüme denk tutulan bir halde bulunduğunda ne olacaktır? Başka bir deyişle hak sahibi olma yeteneğini yitirdiği, kişiliği sona erdiği zaman, onun sahip olduğu hakları, borçları ve diğer özel hukuk ilişkileri ne olacaktır? İşte bu soruya cevap veren hukuk dalı miras hukukudur.

Her ne kadar istisnaları bulunuyor olsa da, kural olarak malvarlığı hukuku ile ilgili ilişkilerin tümü miras hukukuna konu olur. Miras hukukunun ilk ve en önemli amacı, ölümünden itibaren kişinin malvarlığı hukukuna ait, başka bir deyişle ekonomik değeri olan ve dolayısıyla para ile ölçülebilen ilişkilerin geleceğini belirleme, yani onların, mirasçılarına geçişini düzenlemektir.

Türk Medeni Kanununun 599. maddesine göre “Mirasçılar, mirasbırakanın ölümü ile mirası bir bütün olarak, kanun gereğince kazanırlar. Kanunda öngörülen ayrık durumlar saklı kalmak üzere mirasçılar, mirasbırakanın ayni haklarını, alacaklarını, diğer malvarlığı haklarını, taşınır ve taşınmazlar üzerindeki zilyetliklerini doğrudan doğruya kazanırlar ve mirasbırakanın borçlarından kişisel olarak sorumlu olurlar.” Kural olarak, bir kişinin ölümünden sonra intikale elverişli, devri mümkün olan özel hukuk ilişkileri mirasçılarına geçmekte fakat kişiye sıkı sıkıya bağlı hakları ölümle son bulmaktadır. Bu sebeple, bir hakkın miras yoluyla intikalinin mümkün olup olmadığı konusunda tereddüt bulunması halinde kıyas yoluyla ve yorum yaparak söz konusu hakkın intikale elverişli olup olmadığı hakkında inceleme yapılmalıdır ki, dijital malvarlığı işte tam da böyle bir çizgide bulunmaktadır.

Öncelikle, salt şahsi kullanım amaçlı sosyal medya hesaplarının incelemesi yapılacak olursa, Facebook gibi sitelerin “ölümden sonra hesap şifrelerinin paylaşılacağı kişiler”in seçiminin sağlanabilmesi imkanını sunduğu görülebilecek olsa da, bu şekilde yapılacak bir intikalin hukuken karşılığı bulunmamaktadır. Ölüme bağlı tasarruf niteliği taşıyan bu isteğin, kanuna uygun olarak yapılması gerekir ve bahse konu usul kanunumuzda öngörülmüş bir usul değildir. Ancak, bu hesapların özel anı niteliği taşıyan eşya niteliğinde kabul edilerek kanuni mirasçılarına intikal ettirilmesi gerekliliği doktrinde tartışılmaktadır. Ayrıca, Alman Federal Yüksek Mahkemesince verilen bir kararda, dijital materyallerin mektup ve günlük gibi değerlendirilerek mirasçılara intikal etmesi gerektiğine dijital miras kapsamında karar verilmiştir.

Bununla birlikte, maddi kazanç elde edilen sosyal medya hesaplarını da incelemek gerekir ki, kanımızca elektronik para cüzdanlarına erişim ve bunların intikali, icloud hesabı ve bu hesaba bağlanmış başkaca hesapların şifreleri de bu kapsamda sayılacaktır. Bilindiği üzere günümüzde sosyal medya hesapları tıpkı bir ticaret malıymışcasına satış sözleşmesine konu olabilmektedir. Hal böyleyken, murisin ölümünden sonra bu hesapların mirasçılara dijital miras olsa da intikal etmesi gerekliliği açıktır.

Her ne kadar malvarlığı kavramı ve algısı, “fiziksel” olanı düşünmemize sebebiyet veriyor olsa da, bu algının ve kavramın değişmesi gerekliliği hasıl olmuştur. Dijital dünyada algı sınırlarını zorlayacak derecede büyük bir maddi kazanç sağlama imkanı bulunmaktayken, dijital malvarlığını yok saymanın artık mümkünatı kalmamıştır. Bu sebeple, hukukun ve mevzuatın değişen ihtiyaçlara uyum sağlamasıyla, bu nev’iden malvarlıklarının da külli haleflere intikal etmesi gerektiği kanısındayız.

Av. Gizem Bölükbaşı