Blog Son Yayınlar

Fikri ve Sınai Haklar
By Av. Mustafa Kemal Batur / 23 Aralık 2021

MArka Hükümsüzlüğü nedir ve Marka Davaları

 
Marka hükümsüzlük davaları, ilgili markada kanunda öngörülen mutlak ve nispi ret 
nedenlerinden biri veya birkaçı mevcut olmasına rağmen tescili gerçekleşmiş olduğu 
durumlarda gündeme gelmektedir. Bir başka deyişle, markanın tescil   edilme   sürecinde 
halihazırda   var   olan mutlak veya nispi ret sebeplerinden biri veya birkaçı için açılan bir dava 
türüdür. Bu vesileyle, hükümsüzlük davalarının nitelikleri gereği geçmişe etkili sonuç 
doğuracaklarını söylemek isabetli olacaktır. Hükümsüzlük kararı markanın kapsadığı tüm 
mal ve hizmetler için verileceği gibi aynı zamanda söz konusu mal ve hizmetlerin bir kısmı 
için de hükümsüzlük kararının verilmesi mümkündür. 
 
Markaların hükümsüzlük davaları, Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m.25’te düzenlenmiş olup 
bu madde uyarınca menfaati olan herkes bu davayı uyuşmazlık konusu markanın sahibi ya da 
onun hukuki halefleri aleyhine açabilecektir. Bu davalarda yetkili mahkeme, davalının 
yerleşim yeri mahkemesidir.  
 
İlgili maddenin devamında, istisnai bazı hallerde ret sebeplerinin mevcudiyetinin markanın 
hükümsüzlüğüne sebebiyet vermeyeceği düzenlenmiştir. SMK m. 25, fıkra 4, 6 ve 7’de 
düzenlenen bu istisnai hallerin açıklanması yerinde olacaktır: 
 
-SMK   m.   25/f.4: Bu fıkra uyarınca uyuşmazlık konusu marka, 5. maddenin 1. fıkrasının b, 
c ve d bentlerine aykırı olarak tescil edilmiş olsa da eğer hükümsüzlük talebinden önce 
tescil edildiği mal ve hizmetler bakımından ayırt edicilik kazanmış ise artık ilgili 
markanın hükümsüzlüğüne karar verilmeyecektir. 
 
Bakınız: Yargıtay 11. HD. 2020/6257 E., 2021/3968 K. 22.04.2021 Ta. Kararı 
 
Davacı vekili, davacı tarafından “BİREY” markasının ticaret unvanı olarak tescil 
edildiği yıldan beri aralıksız olarak kullanıldığını, davacı adına 16. ve 41. sınıflarda 
tescilli “BİREY” ibareli markaları bulunduğunu, davalının 2007/39427 sayılı “B.B.D 
BİNGÖLBİREYDERSANELERİ” ibareli markasının davacıya ait “BİREY” ibareli 
markalar ve ticaret unvanı ile iltibas yarattığını, davacının maddi ve manevi zarara 
uğramasına neden olduğunu ileri sürerek davalı adına TPMK’da tescilli 2007/39427 
sayılı “B.B.D BİNGÖLBİREYDERSANELERİ” ibareli markanın   hükümsüzlüğü   ile 
sicilden   terkinine   karar   verilmesini   istemiştir. 
 
Davalı vekili, davalının   2005   yılından   itibaren   “Özel   Bingöl   Birey   Dersanesi   ismini 
aktif   olarak   kullandığını, MEB'den dersane açma ruhsatı aldığını, 2007 yılından sonra 
“B.B.D Bingölbireydersaneleri ismini tescil ettirdiğini ve halen kullandığını, davanın 
kötü niyetli açıldığını savunarak davanın reddine karar verilmesini istemiştir. Mahkemece 
bozma ilamına uyularak yapılan yargılamada iddia, savunma, bilirkişi raporu ve dosya 
kapsamına göre, davaya konu markaların uzun yıllar birlikte ve bir arada 
karıştırılmadan kullanılmış olması dolayısıyla hükümsüzlüğü talep edilen davalı 
markasının, davacı   markasından   bağımsızlaşarak   ayırdedicilik   kazanmış   olduğu, ayrıca 
İmar ve Gayrimenkul Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 23 Aralık 2021

Yapı Denetim Kuruluşlarının Hukuki Sorumlulukları

 
Yapı denetim kurumlarının amacı, kapsamı, görevleri 4708 sayılı kanunda düzenlenmiş 
bulunmaktadır. Buna göre yapı denetim kurumları münhasıran yapı denetimi görevini 
bakanlıklardan aldıkları izin belgesiyle üstlenmiş ve ortaklarının tamamı mimar ve 
mühendislerden oluşan tüzel kişiliklerdir. 4708 sayılı kanun m. 2 vd. hükümlerinde ise yapı 
denetim kuruluşlarının görevleri düzenlenmiştir. Bu hüküm uyarınca söz konusu kanunun 
kapsama alanına giren tüm yapılar, yapı denetim kuruluşlarının denetimine tabi olmakla 
birlikte bu ilişki bir hizmet sözleşmesi niteliğindedir.  Bu sözleşmelerin bir sureti ilgili 
İdare’ye tevdi edilir.  
 
Kanunun 8. maddesi ve devamında yapı denetim kurumlarının yükümlülüklerini ihlal etmesi 
sonucunda gündeme gelecek idari yaptırım ile müeyyideler düzenlenmiştir. Bu hükme göre; 
kanunda öngörülen esaslara aykırı fiillerde bulunan yapı denetim kurumları bazı idari 
yaptırımlara tabi tutulacaktır. Fiiller kanunda düzenlenmekle birlikte, söz konusu idari 
yaptırımların açıklanması faydalı olacaktır. 
  
10.000 Türk Lirası idari para cezası verilen haller: örneğin başkaca mesleki ve inşaat 
işleri ile ilgili ticari faaliyette bulunmak. 
 
Üstlenilen denetim işlerinin tamamına ait yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedelleri 
toplamının %3’ü kadar idari para cezası verilen haller: örneğin yazılı hizmet bedelinden 
farklı bir hizmet bedelinin tesis edilmesi durumunun tespit edilmesi. 
 
Tespite konu yapının yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedelinin %10’u kadar idari para 
cezası verilen haller: örneğin denetim personelinin görevi başında bulunmaması. 
 
Tespite konu olan yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedelinin %20’si kadar idari para 
cezası verilen haller: örneğin 2’nci maddenin dördüncü fıkrasının (c) ve (g) bentlerinde 
belirtilen görevlerin yerine getirilmediğinin tespiti edilmesi durumunda bu hataların 
yapım aşamasında ruhsat eki onaylı statik projesine aykırı olmaması hali. 
 
Tespite konu yapının yapı denetimi hizmet sözleşmesi bedelinin %30’u kadar idari para 
cezası verilen haller: 2’nci maddenin dördüncü fıkrasının (d) veya (e) veya (h) veya (ı) 
bentlerinde belirtilen görevlerin yerine getirilmediğinin tespit edilmesi durumunda. 
 
Merkezi Yapı Denetim Komisyonunun teklifi üzerine Bakanlıkça bir yıl yeni  almaktan 
men cezası verilen haller: örneğin 2’nci maddenin dördüncü fıkrasının (c) ve (g) 
bentlerinde belirtilen görevlerin yerine getirilmediğinin tespiti edilmesi durumunda bu 
hataların yapım aşamasında yapının ruhsat eki onaylı statik projesine aykırı olması.’ 
 
Merkez Yapı Denetim Komisyonunun teklifi üzerine Bakanlıkça yapı denetim 
kuruluşunun izin belgesi iptal edilerek faaliyetine son verilen haller: ‘yeni  almaktan 
men yönünde verilen ilk cezanın ilan edilmesinden sonra, yeni  almaktan men yönünde 
cezayı gerektiren ikinci bir fiilin işlenmesi ve bundan dolayı ceza verilip ilan edilmesinden 
Genel Hukuk
By Av. Mustafa Kemal Batur / 14 Ekim 2021

Malta ve Türkiye Arasında Finansal İstihbaratta İş Birliği

  29 Eylül 2021 tarihli ve 4519 sayılı Cumhurbaşkanı Kararı ile Karapara Aklama, Bağlantılı Öncül Suçlar ve Terörizmin Finansmanı ile İlgili Finansal İstihbarat Değişiminde İşbirliğine Dair Mutabakat Muhtırası yürürlüğe girmiştir.  
  1. Bu muhtırayla Türkiye ve Malta mali istihbarat birimleri arasında bilgi paylaşımlarının artması amaçlanmakla birlikte ilgili muhtırada bunun nasıl olacağı ayrıntılarıyla düzenlenmiştir. Buna göre taraflar karşılıklılık ilkesine uygun şekilde gerekli bilgileri kendiliğinden ya da istenmesi halinde paylaşacaktır. Karşılıklılık (mukabiliyet ilkesi) devletler arasındaki ilişkilerde maruz kalınan davranışa aynı biçimde cevap vermek olarak tanımlanabilir. Bu muhtırada da karşılıklılık ilkesi esas alınmıştır, Malta ya da Türkiye milli istihbarat birimleri karşılıklılık ilkesi çerçevesinde bilgi paylaşımında bulunacaklardır.
  2. Bu süreçte iki tarafın da ulusal mevzuatları dikkate alınacaktır. Bilgiler talep edilirken talebin nedeni, amacı, aciliyeti ve taraflar mümkün olduğu ölçüde talepte yer alacaktır. Talepte bulunulan taraf elde ettiği bilgiyi tam olarak talepte bulunan tarafla paylaşacaktır şayet tam bilgi verme için zamana ihtiyaç duyulursa, bunun yerine geçici bir bilgi vermek için gerekli çaba gösterilecektir. Talepte bulunulan taraf yurt içinde yaptığı araştırmada elde edebileceği tüm bilgileri talep edene verecektir. Muhtıradaki bu düzenlemeler ışığında akla bu bilgi paylaşımının temel hak ve özgürlüklerden olan ve anayasada korunan özel hayatın gizliliği ve kişisel verilerin korunması konusunda ihlale sebep olup olmayacağı gelecektir. Türk Anayasasının 20. maddesine göre Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz aynı maddenin 3. fıkrasına göre Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir.... Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel Verilerin Korunması Kanunu 5. maddeye göre ise Kişisel veriler ilgili kişinin açık rızası olmaksızın işlenemez. Yine aynı kanunun 28. maddesi (ç) bendine göre Kişisel verilerin millî savunmayı, millî güvenliği, kamu güvenliğini, kamu düzenini veya ekonomik güvenliği sağlamaya yönelik olarak kanunla görev ve yetki verilmiş kamu kurum ve kuruluşları tarafından yürütülen önleyici, koruyucu ve istihbari faaliyetler kapsamında işlenmesi kişisel verilerin rızayla işlenmesinin istisnalarındandır. Muhtırayla düzenlenen bu bilgi paylaşımını da devletin istihbarat faaliyeti olarak değerlendirebiliriz. Bu durumda kişisel verilerin işlenmesinin istisnası olarak bu temel hakkın sınırlanabileceği bir alan olsa da devlet sınırsız sınırlama yetkisine sahip değildir. Bu sınırlamalarda Anayasanın 13. maddesi dikkate alınmalı ve sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve lâik Cumhuriyetin gereklerine, ölçülülük ilkesine uygun olmalıdır. Bu bilgiler ışığında kişisel verilerin ancak kanunla öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebileceğini ancak devletin milli güvenliği sağlama amacıyla ve anayasa madde 13’teki sınırlamalara uymak şartıyla bu bilgileri işleyebileceği sonucuna varabiliriz. Sonuç olarak ilgili muhtırayla kişisel verilerin korunması hakkının sınırlandırılması hukuken sakıncalı değildir.
  3. Muhtıraya göre, ilgili talep sonucunda elde edilen bilgiler taraflarca elde edilme amaçlarından başka amaçlarla ya da üçüncü taraflarca kullanılamaz. Bilgilerin üçüncü makamlarla paylaşımı ya da belirlenen amaç dışında bir amaçla kullanımı ancak bilgiyi veren tarafın açık izniyle mümkün olacaktır. Ancak talepte bulunan tarafın bilgi edinme talebine cevap verme amacıyla üçüncü kişilerle bilgi paylaşılması halinde talepte bulunan taraftan bu bilgi paylaşımıyla ilgili önceden izin alınmasına gerek yoktur. Bu düzenleme üçüncü tarafın kim olduğu ve bilgilerin hangi amaçla kullanılacağına bağlı olarak kişisel verilerin korunması temel hakkının sınırlanması bakımından sakıncalı olabilir. Kişisel veriler devletin milli güvenliği sağlaması amacıyla, anayasadaki ölçütlere uygun olarak işlenebilir ancak üçüncü tarafla paylaşılmasının amacı milli güvenliğin korunması değilse ilgili hak ihlal edilmiş olacaktır.
  4. Bilgilerin başka amaçla kullanımı izni istendiğinde bu izin ivedilikle ve en geniş şekilde verilecektir. Yine bu düzenleme de kişisel veriler bakımında ölçüsüz bir sınırlama getirmektedir.
  5. Taraflar paylaşılan bilgilerin resmi gizliliğe tabi olduğunu kabul eder ve ulusal kaynakların gizliliği içinde korunacağını taahhüt ederler.
  6. Talep edilen bilgiyle ilgili halihazırda bir adli süreç başlamışsa ve bilgilerin paylaşılması bu süreci etkileyecekse, yardımlaşma tarafların ulusal yasal sistemine veya ulusal güvenliğine ya da talepte bulunulan tarafın taraf olduğu uluslararası anlaşmalara aykırıysa talepte bulunulan tarafın bilgi verme yükümlülüğü yoktur. Talep olunan taraf karşılıklığın olmaması, işbirliği yapılmamasının tekrarlanması durumlarında yine bilgi vermeyi reddedebilir. Bilgi vermenin reddi durumunda bu ret nedenleriyle birlikte talepte bulunan tarafa yazılı olarak bildirilecektir. Talepte bulunan taraf istenmesi durumunda geri bildirim sağlar.
  Stj Av. Cansel Ergöktaş  
Fikri ve Sınai Haklar
By Av. Mustafa Kemal Batur / 13 Eylül 2021

Kopyalama Suretiyle Marka Tecavüzü ve Tazminat Davaları

  Markayı kullanma hakkı münhasıran marka sahibine tanınmış olmakla birlikte marka sahibi kendi rızası dışında markasına yönelik gerçekleşen tecavüz niteliğindeki fiillerin önlenmesini ve bu fiiller nedeniyle ortaya çıkan zararların tazmin edilmesini talep edebilir.[1] Bu konuya ilişkin hüküm, Sınai Mülkiyet Kanunu (SMK) m. 29/f.1’de düzenlenmiştir:   Madde 29-  (1) Aşağıdaki fiiller marka hakkına tecavüz sayılır:
  1. a) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı 7 nci maddede belirtilen biçimlerde kullanmak.
  2. b) Marka sahibinin izni olmaksızın, markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markayı taklit etmek.
  3. c) Markayı veya ayırt edilemeyecek kadar benzerini kullanmak suretiyle markanın taklit edildiğini bildiği veya bilmesi gerektiği hâlde tecavüz yoluyla kullanılan markayı taşıyan ürünleri satmak, dağıtmak, başka bir şekilde ticaret alanına çıkarmak, ithal işlemine tabi tutmak, ihraç etmek, ticari amaçla elde bulundurmak veya bu ürüne dair sözleşme yapmak için öneride bulunmak.
ç) Marka sahibi tarafından lisans yoluyla verilmiş hakları izinsiz genişletmek veya bu hakları üçüncü kişilere devretmek. (2) 19 uncu maddenin ikinci fıkrası hükmü tecavüz davalarında def’i olarak ileri sürülebilir. Bu durumda kullanıma ilişkin beş yıllık sürenin belirlenmesinde dava tarihi esas alınır.   Söz konusu kanun maddesine paralel olan SMK m.7’de de marka tescilinden doğan hakların münhasıran marka sahibine ait olduğu ve benzeri fiillerin önlenmesinin talep edilebileceği vurgulanmıştır. SMK m. 30’da da hukuki sorumluluğun yanı sıra kanunda düzenlenen hukuka aykırı fiilleri gerçekleştiren kişilerin cezai sorumluluğu hüküm altına alınmıştır.   Davacı marka sahibi, marka hakkına tecavüz niteliğindeki fiile karşı açtığı davada sayılanlarla sınırlı olmamak üzere şu gibi taleplerde bulunabilir: tecavüzün men-i, tecavüzün ref’i, ürünlere el koyma gibi ihtiyati tedbirler, mahkeme ilamın yayımlanması, maddi ve manevi tazminat…   Vurgulanması gereken bir diğer husus ise, eda davası açılmadan önce tespit davalarına da başvurulabileceğidir. Bu noktada davacı taraf, delil tespitine başvurabilir veya tecavüzün tespiti davasını açabilir. Tespit davası herhangi bir eda hükmü içermediğinden, sonraki süreçte açılan eda davalarında davacı taraf, tespit davası sonucunda elde ettiği mahkeme ilamını sunarak davalı taraftan birtakım edimler talep edebilecektir.   Örnek Yargı Kararı: Yargıtay 11. HD. 2020/1815 E., 2021/4734 K. 03.06.2021 Ta. Kararıdavalılara ait iş yerinde savcılık marifetiyle arama el koyma işlemi yaptırdıklarını ve müvekkiline ait markaların izinsiz ve yasalara aykırı olarak kataloglarda kullanıldığı ve bu markalar kullanılarak satış yapıldığının faturalarla tespit edildiğini ve davalılar hakkında ceza davası açıldığını, davalıların müvekkilinin tescilli markasıyla aynı veya ayırt edilemeyecek kadar benzer ibare altında taklit ürünleri satışa arz etmesi ve müvekkilinin tescilli markasıyla iltibaslar yaratacak derecede benzer ibareleri kullanmasının müvekkilinin 556 sayılı KHK'dan kaynaklanan haklarına tecavüz ve aynı zamanda TTK'nın 57/5 maddesine göre de haksız rekabet teşkil ettiği ileri sürerek, davalıların müvekkiline ait 2005/06700 numaralı "illusion by korle" tescilli markasına yönelik haksız ve hukuk dışı tecavüz fiillerinin durdurulması ve men'i, 5.000,00 TL manevi tazminatın ticari reeskont faiziyle davalılardan müştereken ve müteselsilen tahsilini ve hükmün ilanını talep ve dava etmiştir. Davalılar vekili, "illusion" adlı markanın müvekkili ...'nin ortağı olduğu İngiltere merkezli Aeon Uk. Ltd. ve Pitacs Ltd. tarafından İngiltere ve OHİM nezdinde tescil edildiğini ve halen de tüm dünyada kullanılmakta olduğunu, "illusion" markalı satışlarının sadece yurt dışında yapıldığını, ürünün Türkiye'de "meridyen" markası ile satıldığını, davalı ...'ün, davalı ...'nin iş yerinde çalıştığını, herhangi bir ortaklığı ve sorumluluğu bulunmadığını, müvekkilinin kendisine ait olan ve yıllardır üretip sattığı markayı taklit etme amacı ile hareket etmediğini savunarak, davanın reddini istemiştir. Mahkemece, Dairemiz bozma ilamına uyularak davanın kısmen kabulüne dair verilen karar davalılar vekilinin temyizi üzerine Dairemizce onanmıştır. Dosyadaki yazılara, mahkeme kararında belirtilip Yargıtay ilamında benimsenen gerektirici sebeplere göre, davalılar vekilinin HUMK 440. maddesinde sayılan hallerden hiçbirisini ihtiva etmeyen karar düzeltme isteğinin reddi gerekir…   Fatma Aslıhan BEJI   [1] Suluk, Cahit; Karasu, Rauf; Nal, Temel, Fikri Mülkiyet Hukuku, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2020, s. 227 vd.
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 13 Eylül 2021

Yanıltıcı Belge Düzenleme İle Sahte Fatura Düzenlemek Suçu Cezai ve Vergisel Sonuçları

  Vergi Usul Kanunu m. 359’da kaçakçılık suçları ve cezaları düzenlenmiş bulunmaktadır. Bu düzenleme uyarınca, muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyen ile sahte belge oluşturan ya da kullanan kişiler bu madde kapsamında cezalandırılacaktır.   Öncelikle muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgelerin ve sahte belgelerin ne ifade ettiğinin açıklanması gerekir. Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgeler gerçek bir duruma konu olmakla birlikte işlem veya durumu niteliği veya miktarı itibariyle olduğundan farklı bir şekilde düzenlenen belgelerdir. Sahte belgeler ise gerçek olmayan bir durumun varmış gibi düzenlendiği belgelerdir.[1]   Muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belgeler ile sahte belgelere ilişkin maddenin ilgili kısmı şu şekildedir (VUK m. 359/a-b):  
  1. Vergi kanunlarına göre tutulan veya düzenlenen ve saklanma ve ibraz mecburiyeti bulunan;
  • Defter ve kayıtlarda hesap ve muhasebe hileleri yapanlar, gerçek olmayan veya kayda konu işlemlerle ilgisi bulunmayan kişiler adına hesap açanlar veya defterlere kaydı gereken hesap ve işlemleri vergi matrahının azalması sonucunu doğuracak şekilde tamamen veya kısmen başka defter, belge veya diğer kayıt ortamlarına kaydedenler,
  • Defter, kayıt ve belgeleri tahrif edenler veya gizleyenler veya muhteviyatı itibariyle yanıltıcı belge düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar,
 
  1. b) Vergi kanunları uyarınca tutulan veya düzenlenen ve saklama ve ibraz mecburiyeti bulunan defter, kayıt ve belgeleri yok edenler veya defter sahifelerini yok ederek yerine başka yapraklar koyanlar veya hiç yaprak koymayanlar veya belgelerin asıl veya suretlerini tamamen veya kısmen sahte olarak düzenleyenler veya bu belgeleri kullananlar, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Gerçek bir muamele veya durum olmadığı halde bunlar varmış gibi düzenlenen belge, sahte belgedir.
  Maddenin ilgili kısmında gösterildiği üzere, bu suçlar Vergi Usul Kanunu’nda düzenlenen özel bir hüküm niteliğinde olup söz konusu suçun işlenmesi halinde Türk Ceza Kanunu’nda düzenlenen belgede sahtecilik hükümleri uygulama alanı bulmayacaktır.   Sahte fatura düzenleme suçunda ise düzenlenen faturalar gerçek olmayan bir durumu yansıtmaktadır. Bu mahiyetteki faturalar ‘naylon fatura’ olarak adlandırılmaktadır. Bu suçların işlenmesindeki temel amaç az veya hiç vergi ödememektir; bu nedenle gerçekte var olmayan bir durum faturaya yansıtılmaktadır.   Örnek Karar: Yargıtay 11. CD. 2018/3770 E., 2020/3927 K. 06.07.2020 Ta Kararı: …kayıtlarının vergi kayıtları ile ticari defterle uyumlu hale getirmek için gerçek bir muamele ve durum olmadığı halde bunlar varmış gibi gider pusulası ve fatura düzenlenmesi halinde de 213 sayılı VUK 359. maddesinde düzenlenen "sahte belge-fatura düzenleme" suçu ayrıca oluşurSon olarak kanunda bu suçu işleyen kişilerin üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılacağı öngörülmüştür.   Örnek Yargı Kararı: Yargıtay 11. CD. 2021/9853 E., 2021/6099 K., 30.06.2021 Ta. KararıMükellefin sahte belgelerdeki mal ve hizmetleri aldığı ancak belgelendiremediği bu giderini sahte belge kullanmak suretiyle kayıtlarına yansıtması nedeni ile matrahın hesaplanmasında sahte belge tutarındaki maliyetinin kabul edilebilir olması durumu sahte belge kullanma suçunun oluşumuna etki etmeyecektir. Zira vergi kaçakçılığı suçlarının oluşması için vergi kaybının (vergi zararı) oluşması aranmamaktadır. Ancak bu durum idari nitelikteki usulsüzlük cezası ve diğer vergi cezalarında dikkate alınabilecektir  Fatma Aslıhan BEJI     [1] Yurtsever, Hatice, Kritik Kontrol Noktası Analiziyle Sahte Belge ve Yanıltıcı Belge Ayırımı, https://ms.hmb.gov.tr/uploads/2019/09/09.Hatice.YURTSEVER.pdf, s. 413.  
İmar ve Gayrimenkul Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 07 Eylül 2021

Tahliye Davaları ve Çeşitleri

  Kira sözleşmesine ilişkin hükümler, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda m. 299 vd.’da düzenlenmiştir. Bu hükümler uyarınca hem kiraya verenin hem de kiracının birtakım yükümlülükleri olmakla birlikte bu yükümlülüklere aykırı davranmaları neticesinde söz konusu olabilecek yaptırımlar da öngörülmüştür.   Uygulamada kira sözleşmelerine ilişkin sıklıkla karşılaşılan davalardan biri de tahliye davalarıdır. Taşınmaz kiralarında gündeme gelen bu davalar kiracılara karşı açılmaktadır ve bu davalar Sulh Hukuk Mahkemeleri tarafından görülmektedir. Tahliye davaları farklı sebeplere dayanabilir; bu sebeplerin bazıları kiraya verenden bazıları ise kiracıdan kaynaklanan sebeplerdir. Kanunda ayrıca başkaca tahliye davası açma imkânı kiraya verene tanınmıştır. Kanunda konut ve işyeri kiraları için öngörülen tahliye sebepleri şunlardır:   Kiracıdan kaynaklanan tahliye sebepleri:  
  • Kiracının kira bedelini öngörülen sürede ödememesi (TBK m. 352): ‘‘Kiracı, bir yıldan kısa süreli kira sözleşmelerinde kira süresi içinde; bir yıl ve daha uzun süreli kira sözleşmelerinde ise bir kira yılı veya bir kira yılını aşan süre içinde kira bedelini ödemediği için kendisine yazılı olarak iki haklı ihtarda bulunulmasına sebep olmuşsa kiraya veren, kira süresinin ve bir yıldan uzun süreli kiralarda ihtarların yapıldığı kira yılının bitiminden başlayarak bir ay içinde, dava yoluyla kira sözleşmesini sona erdirebilir.’’
  Burada söz konusu kira sözleşmesinin süresi ile ihtarnameler önem arz etmektedir. Yapılan ihtarlar için birtakım koşullar öngörülmüştür. Öncelikle ihtarnamenin muaccel olmuş bir kira bedeline yönelik olması şartı aranır. İhtara muhatap olan kiracıya bu ihtarın usulüne uygun tebliğ edilmiş olması ve ihtarnamede kiracıya tanınan yasal ödeme süresinin belirtilmiş olması da gerekir.  
  • Kiracının tahliye taahhüdünde bulunması (TBK m. 352): ‘‘Kiracı, kiralananın teslim edilmesinden sonra, kiraya verene karşı, kiralananı belli bir tarihte boşaltmayı yazılı olarak üstlendiği hâlde boşaltmamışsa kiraya veren, kira sözleşmesini bu tarihten başlayarak bir ay içinde icraya başvurmak veya dava açmak suretiyle sona erdirebilir.’’
  Ancak tahliye taahhütlerinin geçerliliği için de birtakım şartları aranmaktadır: taahhütnamenin yazılı şekilde yapılmış olması, belirli bir tarihin belirtilmiş olması, tarafların serbest iradelerine dayanıyor olması, kiracı veya onun bu konuda özel olarak vekalet vererek yetkili kıldığı kişi tarafınca imzalanmış olması. Yargıtay’ın da tahliye taahhütlerinin geçerlilik şartları hususunda son derece dikkatli olduğu görülmektedir.   Yargıtay 12. HD. 2020/1175 E., 2020/2309 K., 09.03.2020 Ta. Kararı:   …Kira süresi 01.05.2012 tarihinden başlayarak 3+2 yıl olarak kararlaştırılmış olup bu sürenin sonunda kiracı mecuru boşaltarak kiraya verene kayıtsız şartsız teslim edecektir.” şeklinde taahhüdün yer aldığı, davalının 01/02/2005 tarihli kira sözleşmesine göre bu tarihten itibaren kiralanan taşınmazda bulunduğu, söz konusu taahhüdün kira ilişkisi devam ederken verilen tahliye taahhüdü olduğu ancak taahhüdün belli bir tarihi içermediği görülmüştür. Tahliye taahhüdünde, tahliye tarihi belli (açık) bir şekilde yer almadığından Türk Borçlar Kanununun 352. maddesinin aradığı anlamda bir tahliye taahhüdünün varlığından bahsedilemez. O halde, ilk derece mahkemesince belirtilen gerekçe ile davanın reddine ve Bölge Adliye Mahkemesince de istinaf başvurusunun esastan reddine karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm tesisi isabetsizdir…   Yargıtay 6. HD. 2015/792 E., 2015/1847 K., 25.02.2015 Ta. Kararı: Yargıtay bu kararında kira sözleşmesinden önce düzenlenen taahhütnamelerin geçersizliğinin 1 yıllık süre zarfında (TBK m. 39’da yer alan süre çerçevesinde) taahhütnamenin iptali davası açılmadığı durumlarda artık ileri sürülemeyeceğini belirtmiştir.   …Davacı vekili, dava dilekçesinde; Taraflar arasındaki 1 yıl süreli kira sözleşmesinin başlangıç tarihinin 02.02.2013 değil aynı zamanda düzenlenme tarihi de olan 28.01.2013 olduğunu, davalının Bakırköy 42. Noterliği'nin 31.01.2013 tarih ve 010710 yevmiyle numaralı taahhütnamesi ile kiralananı sözleşme bitim tarihi olan 28.01.2014 tarihinde tahliye etmeyi taahhüt ettiğini ancak tahliye etmediğini belirterek kiralananın tahliyesine karar verilmesini istemiştir. Davalı vekili, taraflar arasında bulunan 28.01.2013 düzenleme tarihli kira sözleşmesinin 02.02.2013 tarihinde başladığını buna göre davaya konu taahhütnamenin taraflar arasındaki kira ilişkisi başlamadan önce 31.01.2013 tarihinde düzenlendiğini beyanla davanın reddini savunmuştur. Mahkemece, kira sözleşmesinin başlangıç tarihinin 02.02.2013 olduğu gözetildiğinde tahliye taahhütnamesinin kira sözleşmesinin başlangıç tarihinden önce verilmiş olması nedeniyle geçerliliğinin bulunmadığından bahisle davanın reddine karar verilmiştir. Davalı, Bakırköy 42. Noterliğinde düzenlenen 31.01.2013 tarihli tahliye taahhütnamesinde ... Mahallesi ...No:1 Bağcılar adresinde kiracı bulunduğunu açıklayarak "28.01.2014 tarihinde hiçbir ...gerek kalmadan tahliye edeceğini ve boş olarak teslim edeceğini" taahhüt etmiştir. Taahhüdün düzenlendiği tarihten itibaren 1 yıl içinde (TBK'nun 39. maddesinde açıklanan süredetahliye taahhütnamesinin iptali istenmediğinden tahliye taahhüdü geçerli olup dava süresinde açıldığına göre davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken yazılı gerekçeyle red kararı verilmesi doğru değildir…    
  • Kiracının kiralanan taşınmazın bulunduğu ilçe ya da belediyede başka bir meskeninin bulunması (TBK m. 352): ‘‘Kiracının veya birlikte yaşadığı eşinin aynı ilçe veya belde belediye sınırları içinde oturmaya elverişli bir konutu bulunması durumunda kiraya veren, kira sözleşmesinin kurulması sırasında bunu bilmiyorsa, sözleşmenin bitiminden başlayarak bir ay içinde sözleşmeyi dava yoluyla sona erdirebilir.’’
  Bu hükmü özetlemek gerekirse bu düzenleme kiracının ya da birlikte yaşadığı eşinin aynı ilçe, belde veya belediye sınırları içerisinde ikamet etmeye elverişli başkaca bir konutu mevcut olduğu takdirde, kiraya verenin sözleşmeyi kira sözleşmesinin bitiminden itibaren 1 ay içinde dava ile sonlandırabilmesini öngörmüştür.  Öncelikle belirtmek gerekir ki kanunda yer alan bu ifadede belediye kavramının kapsadığı sınırlar tam olarak belirtilmemiştir. Bundan kaynaklı olarak doktrinde tartışmalı bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır.[1] Buna göre, öğretide bir görüş büyükşehir belediye sınırlarının bu madde kapsamına dahil edilemeyeceğini ileri sürmektedir.[2] Diğer bir görüşe göre ise, TBK’nin 352. maddesinin üçüncü fıkrasının uygulama alanını daraltılmaması gerektiğini, mesafelerin uzamasının konutun elverişliliğini ortadan kaldırdığını ileri sürmektedir.  
  • Kiracının ‘fuzuli şagil’ sıfatını haiz olması
  Bir malın sahibinin (bu malın sahibi idare de olabilir) rızası olmaksızın zilyetliğini elinde bulunduran ya da malı kullanan kişiler ‘fuzuli şagil’ olarak nitelendirilir. Bu kişiler gerçek veya tüzel kişi olabilmekle birlikte kusurlu olup olmamaları önem arz etmez. Bu durumlarda da kişiye karşı fuzuli işgal sebebiyle tahliye davası açılabilir. İhtar şartı aranmamıştır. Sulh Hukuk Mahkemeleri burada da görevli mahkemelerdir.  
  • Kiracının kira sözleşmesine/kanuna aykırı fiillerde bulunması
  Kanun kiracıya birtakım yükümlülükler yüklemiştir. Özenle kullanma, komşulara saygı gösterme, kiralananın gösterilmesine katlanma borcu bunlardan birkaçıdır (TBK m. 316, 317, 319 vb.). Kanun koyucu, kiraya verene kiracının yükümlülüklerini ihlal etmesi durumunda sözleşmeyi feshetme hakkı tanımıştır. Kiracının ihtar çekilerek uyarılması gibi birtakım koşullar da bazı fiiller için aranmıştır (bknz. TBK m. 316).   Yargıtay 3. HD. 2017/4988 E., 2017/12944 K., 28.09.2017 Ta. Kararı: Yargıtay bu kararında kiracının özenle kullanma yükümlülüğünü ihlal ettiği durumlarda hangi hallerde ihtar koşulunun aranmayacağını zikretmiştir. …Mahkemece, davalının akde aykırılıkları gidermesi için davacı tarafından bir ihtarnamenin düzenlenmediği, davada kiracının açıktan pek fena kullanımının bulunmadığı belirtilerek davanın reddine karar verilmiş, hüküm davacı tarafından temyiz edilmiştir. Türk Borçlar Kanunu'nun 316. maddesi hükmü uyarınca kiracı kiralananı sözleşmeye uygun olarak özenle kullanmak ve kiralananın bulunduğu taşınmazda oturan kişiler ile komşulara gerekli saygıyı göstermekle yükümlüdür. Kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranması durumunda sözleşmeye aykırılık nedeniyle tahliyesine karar verilebilmesi için kiraya verenin konut ve çatılı işyeri kirasında kiracıya en az otuz gün süre vererek aykırılığın giderilmesini, aksi takdirde sözleşmeyi feshedeceğini yazılı olarak bildirmesi ve tanınan bu süre içerisinde de akde aykırılığın giderilmemiş olması gerekir. Diğer kira ilişkilerinde ise, kiraya veren, kiracıya önceden bir ihtarda bulunmaksızın, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir. Konut ve çatılı işyeri kirasında, kiracının kiralanana kasten ağır bir zarar vermesi, kiracıya verilecek sürenin yararsız olacağının anlaşılması veya kiracının bu yükümlülüğe aykırı davranışının kiraya veren veya aynı taşınmazda oturan kişiler ile komşular bakımından çekilmez olması durumlarında kiraya veren, yazılı bir bildirimle sözleşmeyi hemen feshedebilir. Olayımıza gelince; hükme esas alınan 10.06.2008 başlangıç ve 30.09.2012 bitim tarihli kira sözleşmesi konusunda taraflar arasında bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. TBK’nun 316/3.maddesinde düzenlenen kiracının kiralananı özenle kullanma ve komşulara saygı gösterme borcu nedeniyle tahliye davalarında, kiracıya verilecek sürenin yararsız olacağının anlaşılması halinde kiraya verene, kiracıya önceden bir ihtarda bulunmadan ve herhangi bir süre verilmeden fesih hakkı tanınmıştır. Davalının, site sakinlerine yönelik tehdit edici sözler söylediğine ilişkin tanık beyanları ve dosya içeriği nazara alındığında, davalı kiracının eyleminin kiralananı açıktan fena kullanımını oluşturduğu , taraflar arasındaki kira ilişkisinin çekilmez hale geldiği , artık davacı kiraya verenden bu olumsuzluklara rağmen ilişkisine devam etmesinin beklenemeyeceği ve bu itibarla ihtar gerekmeksizin dava açılabileceği gözetilerek davanın kabulüne karar verilmesi gerekirken, yazılı gerekçeyle davanın reddine karar verilmesi doğru değildir…     Kiraya verenden kaynaklanan tahliye sebepleri:  
  • Kiraya verenin kira sözleşmesine konu olan konut/işyerine gereksinim duyması (ihtiyaç sebebiyle, TBK m. 350/b.1):
Kiraya veren, kira sözleşmesini;  
  1. Kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa,
  belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir.   Yargıtay, bu hükme dayanılarak açılan davalarda davacılar tarafından gerekçe olarak ileri sürülen ihtiyaç gereksiniminin gerçek, samimi ve zorunlu olmasını aramaktadır. Yeniden kiralama yasağı da bu tahliye neticesinde gündeme gelecektir.   Yargıtay 3. HD. 2017/6483 E., 2019/2527 K., 25.03.2019 Ta. Kararı:   Somut uyuşmazlık, 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu'nun 355. maddesi gereğince davacının tahliye ettiği kiralananın üçüncü bir kişiye kiraya verilmesi nedeniyle tazminat talebine ilişkindir.  Türk Borçlar Kanununda konut ve çatılı işyeri kiraları 339. ve devamındaki maddelerde düzenlenmiştir. Konut veya çatılı işyeri kirasına ilişkin sözleşmelerin dava yoluyla sona erme şekillerinden olan kiraya verenden kaynaklanan sebepler arasında gereksinim nedeniyle sona erme düzenlenmiş olup TBK m. 350/1'e göre; kiraya veren, kira sözleşmesini;  kiralananı kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut ya da işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir. Yine TBK m. 355/1'e göre kiraya veren, gereksinim amacıyla kiralananın boşaltılmasını sağladığında, haklı sebep olmaksızın, kiralananı üç yıl geçmedikçe eski kiracısından başkasına kiralayamaz ve TBK m. 355/3'e göre kiraya veren, bu hükümlere aykırı davrandığı takdirde, eski kiracısına son kira yılında ödenmiş olan bir yıllık kira bedelinden az olmamak üzere tazminat ödemekle yükümlüdür…    
  • Söz konusu konut/işyerinin yeni malikinin ihtiyacı sebebiyle (TBK m. 351): Kiralananı sonradan edinen kişi, onu kendisi, eşi, altsoyu, üstsoyu veya kanun gereği bakmakla yükümlü olduğu diğer kişiler için konut veya işyeri gereksinimi sebebiyle kullanma zorunluluğu varsa, edinme tarihinden başlayarak bir ay içinde durumu kiracıya yazılı olarak bildirmek koşuluyla, kira sözleşmesini altı ay sonra açacağı bir davayla sona erdirebilir.
Kiralananı sonradan edinen kişi, dilerse gereksinim sebebiyle sözleşmeyi sona erdirme hakkını, sözleşme süresinin bitiminden başlayarak bir ay içinde açacağı dava yoluyla da kullanabilir.   Yargıtay, yine burada da bu hükme dayanılarak açılan davalarda davacılar tarafından gerekçe olarak ileri sürülen ihtiyaç gereksiniminin gerçek, samimi ve zorunlu olmasını aramaktadır.    
  • Kira sözleşmesine konu olan konut/işyerinin inşa ve imarı sebebiyle (TBK m. 350/b.2):
Kiraya veren, kira sözleşmesini;  
  • Kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla esaslı onarımı, genişletilmesi ya da değiştirilmesi gerekli ve bu işler sırasında kiralananın kullanımı imkânsız ise,
  belirli süreli sözleşmelerde sürenin sonunda, belirsiz süreli sözleşmelerde kiraya ilişkin genel hükümlere göre fesih dönemine ve fesih bildirimi için öngörülen sürelere uyularak belirlenecek tarihten başlayarak bir ay içinde açacağı dava ile sona erdirebilir.   Bu hükümde de özetle, kiralananın yeniden inşası veya imarı amacıyla birtakım koşulların sağlanması halinde tahliyede davasının açılabileceği öngörülmüştür. Bu hükme dayanılarak açılan davalarda da yeniden kiralama yasağı gündeme gelecektir. Bknz. Yargıtay 3. HD. 2017/4632 E., 2019/1687 K. 21.02.2019 Ta. Kararı.   Yargıtay 3. HD. 2017/4632 E., 2019/1687 K. 21.02.2019 Ta. Kararı:   …6100 sayılı Türk Borçlar Kanununun yeniden kiralama yasağı başlıklı 355. maddesinde; "Kiraya veren, gereksinim amacıyla kiralananın boşaltılmasını sağladığında, haklı sebep olmaksızın, kiralananı üç yıl geçmedikçe eski kiracısından başkasına kiralayamaz. Yeniden inşa ve imar amacıyla boşaltılması sağlanan taşınmazlar, eski hâli ile, haklı sebep olmaksızın üç yıl geçmedikçe başkasına kiralanamaz. Eski kiracının, yeniden inşa ve imarı gerçekleştirilen taşınmazları, yeni durumu ve yeni kira bedeli ile kiralama konusunda öncelik hakkı vardır. Bu hakkın, kiraya verenin yapacağı yazılı bildirimi izleyen bir ay içinde kullanılması gerekir; bu öncelik hakkı sona erdirilmedikçe, taşınmaz üç yıl geçmeden başkasına kiralanamaz. Kiraya veren, bu hükümlere aykırı davrandığı takdirde, eski kiracısına son kira yılında ödenmiş olan bir yıllık kira bedelinden az olmamak üzere tazminat ödemekle yükümlüdür." düzenlemesi bulunmaktadır...         Kanundan kaynaklanan tahliye sebepleri:  
  • TBK m. 347: Bu hüküm uyarınca ‘…ancak, on yıllık uzama süresi sonunda kiraya veren, bu süreyi izleyen her uzama yılının bitiminden en az üç ay önce bildirimde bulunmak koşuluyla, herhangi bir sebep göstermeksizin sözleşmeye son verebilir.
Belirsiz süreli kira sözleşmelerinde, kiracı her zaman, kiraya veren ise kiranın başlangıcından on yıl geçtikten sonra, genel hükümlere göre fesih bildirimiyle sözleşmeyi sona erdirebilirler...’   Bu hüküm kanundaki diğer hükümlere kıyasla daha yeni olmakla birlikte belirli bir sürenin sonunda kiraya verene gerekçe göstermeksizin fesih hakkı tanımaktadır. Bu düzenlemenin getirilmesindeki temel dayanaklardan biri de malikin mülkiyet hakkının bir noktada korunması gerektiği düşüncesidir. Fesih bildirim sürelerine de atıf yapıldığı görülmektedir.     Fatma Aslıhan BEJI       [1] DOĞU, Hakkı Mert, Türk Borçlar Kanunu’nun 352. maddesı̇nı̇n üçüncü fıkrasına göre kı̇raya verenı̇n kı̇ra sözleşmesı̇nı̇ sona erdı̇rmesı̇, Uyuşmazlık Mahkemesi Dergisi, Aralık, 2019. [2] Söz konusu görüş gerekçe olarak madde gerekçesini ve yüz ölçümü büyük olan illerde büyükşehir belediyesi sınırlarını madde kapsamına dahil etmenin hakkaniyete uygun olmamasını göstermiştir.
Şirketler Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 02 Eylül 2021

TTK Hükümleri Gereğince Şirket Müdürünün Hükmen Düşürülmesi ve Hükmen Yetkili Atanması

  Şirketlerde yönetim ve temsil yetkisinin devri son derece önemli bir kurum olarak karşımıza çıkmakla birlikte yönetim ve temsil yetkisinin devrinin şirketler için bir gereksinim olduğunu da söylemek isabetli olacaktır. Şirket müdürlerinin hükmen yetkili olarak atanması ve düşürülmesinin anonim şirketler ve limited şirketler için ayrı ayrı incelenmesi gerekir.  
  1. Anonim Şirketlerde:
  TTK m. 365 düzenlemesi ile anonim şirketlerin yönetim kurulu tarafından yönetileceği ve temsil olunacağı hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte, TTK m. 367’de yönetimin kısmen veya tamamen bir veya birkaç yönetim kurulu üyesine ya da 3. kişilere devrinin de söz konusu olabileceği düzenlenmiştir. Öncelikle yönetim ve temsil yetkisinin devrinin mümkün olduğunun esas sözleşmede öngörülmüş olması gerekmektedir, bu bir ön koşul niteliğindedir. Sonrasında bu devrin niteliğinin, kime karşı bilgi sunma yükümlülüklerinin ne olduğunun, kısmen mi tamamen mi devredileceğinin, kişilerin isim ve yerleriyle iç yönergede belirtilmesi önem arz etmektedir; kaldı ki TTK m. 367’de de iç yönerge vasıtasıyla devrin gerçekleşebileceği düzenlenmiştir. Ancak yönetim kurulunun devredilemez görev ve yetkilerinin bu devre konu olamayacağını vurgulamak gerekir. Aynı zamanda TTK m. 370/f.2 uyarınca yönetim kurulundan en az bir kişinin temsil yetkisini haiz olması şartı aranmıştır. Bir başka deyişle, yönetim kurulu temsil yetkisini devredilebilecektir ancak her halükârda yönetim kurulundan bir kişinin temsil yetkisine sahip olması şartı aranmıştır. Yönetim ve temsil yetkisini devralan üyeler/3. kişiler devir ile artık murahhas üye/müdür olarak adlandırılır. Devrin gerçekleşmediği durumlarda ise yönetim ve temsil yetkisi tüm yönetim kurulu üyelerinin olacaktır.   Ancak burada önemle belirtmek gerekir ki, anonim şirketlerde müdürler günlük işleri yönetmekle görevli olup tam anlamıyla yönetim yetkisini haiz değillerdir. Bu sebeple anonim şirket müdürlerinin hükmen düşürülmesi hususunda limited şirket için düzenlenen hükümlerin değil, ticari temsilci ve vekillere ilişkin hükümlerin TTK m. 368’in açık atfı ile kıyasen uygulanması gereklidir: bakınız TBK m. 547 vd. ve Yargıtay 11. HD. 2017/3136 E., 2019/338 K., 15.01.2019 Ta. Kararı.   Yargıtay 11. HD. 2017/3136 E., 2019/338 K., 15.01.2019 Ta. Kararı: …somut olayda şirket ortaklarının yöneticilerin azli veya yetkilerinin sınırlandırması amacıyla mahkemeye başvuru hakkı tanıyan bir hükmü bulunmamaktadır. Davacının yasal dayanaktan yoksun talebine karşın, mahkemece, davanın tümden reddine karar vermek gerekirken, yönetim kurulunun yetkilerini sınırlandırır biçimde atanan kayyım ile yönetim kurulunun, aynı anda görev yapmalarını sağlayacak temelde hüküm kurulması yerinde olmamış, hükmün davalılar ... ve ... lehine bozulması gerekmiştir…    
  1. Limited Şirketlerde:
  TTK m. 629 uyarınca müdürlerin temsil yetkilerinin kapsamları, sınırları, müdürlerin atanması, belirlenmesi, sicile tescil ve ilanı vb. anonim şirkete dair hükümlerin kıyasen limited şirketlere uygulanacağı düzenlenmiştir. Dolayısıyla yukarıda anonim şirketlerde şirket müdürünün hükmen atanmasına yönelik yapılan açıklamalar limited şirketler için de geçerlidir. Lakin, limited şirketlerde müdürler TTK m. 625 uyarınca kanun ve şirket sözleşmesinin genel kurula görev ve yetki vermediği bütün konularda görevli ve yetkilidir. Anonim şirketlerden farklı olarak limited şirketlerdeki müdürlerin yönetim ve yetkilerinin çok daha kapsamlı olduğunu söylemek bu hüküm de göz önüne alındığında isabetli olacaktır.  
  • TTK hükümleri gereğince limited şirketlerde müdürünün hükmen düşürülmesi:
  Limited Şirketleri’ne ilişkin hükümlerin düzenlendiği TTK m. 630’da haklı sebeplerin varlığı halinde şirket müdürlerinin azli ve temsil yetkilerinin sınırlandırılması düzenlenmiştir: MADDE 630- (1) Genel kurul, müdürü veya müdürleri görevden alabilir, yönetim hakkını ve temsil yetkisini sınırlayabilir. (2) Her ortak, haklı sebeplerin varlığında, yöneticilerin yönetim hakkının ve temsil yetkilerinin kaldırılmasını veya sınırlandırılmasını mahkemeden isteyebilir. (3) Yöneticinin, özen ve bağlılık yükümü ile diğer kanunlardan ve şirket sözleşmesinden doğan yükümlülüklerini ağır bir şekilde ihlal etmesi veya şirketin iyi yönetimi için gerekli yeteneği kaybetmesi haklı sebep olarak kabul olunur. (4) Görevden alınan yöneticinin tazminat hakları saklıdır.   Fıkra 3’de haklı sebeplerin ne olduğu açıklanmıştır. Buna göre, yöneticinin özenli davranma ve sadakat yükümlülüğü söz konusudur. Yönetici bu yükümlülüklerini ağır şekilde ihlal ederse ya da şirketin iyi yönetimi için gerekli olan yeteneğini kaybederse artık bu bir haklı sebep teşkil edecektir ve genel kurul söz konusu haklı sebebe dayanarak şirket müdürü ya da müdürlerini görevden alabilecektir. Aynı zamanda, yöneticilerin yönetim haklarının sınırlandırılmasını ve temsil yetkilerinin ortadan kaldırılmasını şirket ortakları da mahkemeden talep edebilecektir (bknz. TTK m. 630/f. 2).     Fatma Aslıhan BEJI    
Şirketler Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 02 Eylül 2021

Türk Ticaret Kanunu Hükümleri Çerçevesinde Limited ve Anonim Şirketlerde Ortaklıktan Çıkarma

  Uygulamada sıklıkla karşılaşılan limited ve anonim şirketlerde ortaklıktan çıkarma ve çıkarılma detaylıca ele alınması gereken bir konudur. Türk Ticaret Kanunu’nun ilgili maddelerinde şirketlerden ortakların çıkarılmasının hangi durumlarda söz konusu olacağı düzenlenmiştir.   Limited Şirketlerde:   Limited şirketlerde ortaklıktan çıkarılma iki durumda gündeme gelebilir (TTK m. 640):
  • Haklı sebebin varlığı dolayısıyla mahkeme kararıyla çıkarılma
  • Ortaklık kararı (esas sözleşmede öngörülen sebeplerden birinin gerçekleşmesi)
 
  1. Haklı sebepler kanunda sınırlı sayıda sayılmamakla birlikte, somut olayın koşullarına göre de değişiklik gösterebilir. Doktrin ve yargı kararları uyarınca örnek olarak şu fiiller gösterilebilir:[1]
  • Şirket ortaklarının sadakat yükümlülüğünü ihlal etmesi,
  • Şirket ortaklarının rekabet yasağını ihlal niteliğinde davranışlarda bulunması,
  • Şirket ortağının mesleki bilgilerden yoksun olduğunun öğrenilmesi, aranan niteliklere sahip olmadığının anlaşılması,
  • Şirket ortağının şirketin diğer ortaklarını, müşterilerini ya da çalışanlarını olumsuz etkilemesi, karşılıklı güvenin ortadan kalkması,
  • Ortağın şirketin malvarlığını kendi çıkarları lehine kullanması…
  TTK m. 640:
  • Şirketin istemi üzerine ortağın mahkeme kararıyla haklı sebebe dayanılarak şirketten çıkarılması hâli saklıdır.
  Esas sözleşmede öngörülen sebeplerden birinin gerçekleşmesi neticesinde ortaklık kararı alınarak da şirket ortağının çıkarılması mümkündür. Ancak sözleşmede öngörülen sebebin genel ahlaka, kanunun emredici hükümlerine ve kişilik haklarına aykırı olmaması önem arz eder. Aksi şekilde düzenlenmiş sebepler geçersiz olacaktır.   TTK m. 640: (1) Şirket sözleşmesinde, bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebepler öngörülebilir.   Yargıtay 11. HD. 2019/2320 E., 2020/295 K., 13.01.2020 sayılı kararı:   …6102 sayılı TTK'nın 640. maddesinin 1. fıkrası şirket sözleşmesinde, bir ortağın genel kurul kararı ile şirketten çıkarılabileceği sebeplerin öngörülebileceğini düzenlemiş olup, maddenin 3. fıkrasında şirketin istemi üzerine ortağın mahkeme kararı ile haklı sebebe dayanılarak şirketten çıkarılması hali saklı tutulmuştur. Maddenin birinci fıkrası uyarınca, şirket sözleşmesinde bir ortağın ortaklıktan çıkarılması için sebepler öngörülmüş ise, şirket genel kurul kararı ilgili ortak ortaklıktan çıkarılabilir. TTK'nın 640 /1. maddesi uyarınca, şirket sözleşmesinde bir ortağın ortaklıktan çıkarılması için sebepler öngörülmemiş ve ortağın şirketten çıkarılmasına mesnet durum, vakıa esas sözleşemede öngörülen hallerden birinin kapsamına girmiyor ise, ilgili ortağın ortaklıktan çıkarılması mahkeme kararı ile mümkündür. TTK'nın 640/3. maddesine uyarınca, şirketin istemi üzerine bir ortağın haklı sebeple ortaklıktan çıkarılmasına karar verilebilmesi için öncelikle şirket genel kurulunun bu yönde bir karar alması gerekir…   Anonim Şirketlerde:   Türk Ticaret Kanunu’nda anonim şirketlerde ortaklıktan çıkarılmaya ilişkin kanunda farklı hükümler öngörülmüştür, bunlardan bazıları şu şekildedir:
  • TTK m. 136 vd. düzenlenen birleşme hükümleri uyarınca birleşen şirketlerin ortaklara ayrılma akçesi (TTK m. 141) öngörmesi.
  • TTK m. 208’de düzenlenen hâkim şirketin azlığın paylarını satın alması.
  • TTK m. 531’de düzenlenen azınlık pay hakkı sahibinin haklı sebeple şirketin feshini talep etmesi.
 
  1. Ayrılma akçesi: TTK m. 141 uyarınca birleşmeye katılan şirketlerin ortaklara iki seçenek tanıyabileceği öngörülmüştür: Devralan şirkette pay ve ortaklık haklarının iktisabı veya iktisap olunacak şirket paylarının gerçek değerine denk gelen bir ayrılma akçesi.
  Ancak burada önemli olan, 2. fıkrada düzenlenen hükümdür: ‘Şirketler, birleşme sözleşmesinde yalnızca ayrılma akçesi verilmesini öngörebilir.’ Bu hükümden hareketle, birleşen şirketlerin ortakların ortaklık sıfatını son verebileceğini söylemek isabetli olacaktır. Lakin, birleşme sözleşmesinde bu şekilde bir hükmün öngörülebilmesi, devreden şirketin bu sözleşmeyi %90 olumlu oy ile onaylanmasına bağlıdır.  
  1. Hâkim şirketin azlığın paylarını satın alması: TTK m. 208 uyarınca şirketin paylarının ve oy haklarının en az %90’ına sahip hâkim şirket, azlık pay sahipleri eğer şirketin çalışmasına engel oluyorsa, dürüstlük kurallarına aykırı davranışlarda bulunarak sorun yaratıyorsa azlığın paylarını satın alabilir. Bu hükümden anlaşılacağı üzere hâkim şirketin azlık pay sahiplerinin paylarını belli şartlar altında satın alarak azlığın ortak sıfatını sona erdirebilmesi mümkündür.
 
  1. Azınlık pay hakkı sahibinin haklı sebeple şirketin feshini talep etmesi: TTK m. 531’de yer alan düzenleme şu şekildedir: Haklı sebeplerin varlığında, sermayenin en az onda birini ve halka açık şirketlerde yirmide birini temsil eden payların sahipleri, şirketin merkezinin bulunduğu yerdeki asliye ticaret mahkemesinden şirketin feshine karar verilmesini isteyebilirler. Mahkeme, fesih yerine, davacı pay sahiplerine, paylarının karar tarihine en yakın tarihteki gerçek değerlerinin ödenip davacı pay sahiplerinin şirketten çıkarılmalarına veya duruma uygun düşen ve kabul edilebilir diğer bir çözüme karar verebilir.’ Bahse konu hükümde, azınlık pay sahibi ortakların haklı sebeple şirketin feshini talep etmesi durumunda mahkemenin davacı azınlık pay sahiplerinin şirketten çıkarmaya yönelik bir karar verebileceği öngörülmüştür.
    Sonuç olarak, anonim şirketlerde ortaklıktan çıkarılmaya ilişkin özel bir düzenleme yapılmamıştır; genel hükümlerde çıkarılmaya yönelik birtakım haller bulunmaktadır. Bir başka deyişle, anonim şirket ortaklarının ve yönetim kurulunun yükümlülüklerine aykırı harekette bulunması halinde sınırlı düzenleme yapılmış olup genel anlamda bir çıkarılma hükmü öngörülmemiştir.   Fatma Aslıhan BEJİ           [1] ÇAKIR ÇELEBİ, F. Betül, Lı̇mı̇ted Şirkette Çıkma Ve Çıkarma, Yıldırım Beyazıt Ünı̇versı̇tesı̇ Sosyal Bı̇lı̇mler Enstı̇tüsü, Özel Hukuk Anabı̇lı̇mdalı yüksek lı̇sans tezi, Eylül, 2015. http://acikerisim.ybu.edu.tr:8080/xmlui/bitstream/handle/123456789/1532/414461.pdf?sequence=1&isAllowed=y.    
İmar ve Gayrimenkul Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 31 Ağustos 2021

2b Orman Arazilerinin Satışı

  Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 168, 169 ve 170. maddesi uyarınca orman arazileri, devletin hüküm ve tasarrufu altında olup kanunda düzenlenen istisnai haller dışında üçüncü kişiler nezdinde satışı yasaklanmıştır. Bu bağlamda, 6831 sayılı Orman Kanunu m. 2/B uyarınca, ‘‘31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş yerlerden; tarla, bağ, bahçe, meyvelik, zeytinlik, fındıklık, fıstıklık (antep fıstığı, çam fıstığı) gibi çeşitli tarım alanları veya otlak, kışlak, yaylak gibi hayvancılıkta kullanılmasında yarar olduğu tespit edilen araziler ile şehir, kasaba ve köy yapılarının toplu olarak bulunduğu yerleşim alanları.. orman sınırları dışına çıkartılır’’. Buna göre, 2B kapsamındaki orman arazileri, artık orman vasfını tam olarak kaybettikleri ve ıslah edilemedikleri için orman sınırları dışına çıkarılmıştır.   Orman Kanunu’ndaki düzenlemelere paralel olarak 6292 sayılı Orman Köylülerinin Kalkınmalarının Desteklenmesi Ve Hazine Adına Orman Sınırları Dışına Çıkarılan Yerlerin Değerlendirilmesi İle Hazineye Ait Tarım Arazilerinin Satışı Hakkında Kanun ile söz konusu arazinin kullanıcısı/hak sahibi olarak gösterilen kişiler idareye başvuruda bulunarak arazinin satışını talep etme imkânı tanınmıştır. Aynı düzenlemede, metrekareye göre rayiç bedelin %50 veya %70’i üzerinden hesaplanacağı da öngörülmüştür. Aynı şekilde idareye başvuru süreleri de hüküm altına alınmıştır. İlgili madde şu şekildedir:   6292 sayılı kanun, madde 6 (3) Hak sahiplerinden birinci fıkra kapsamında olanlar bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren altı ay içinde, ikinci fıkra kapsamında olanlar ise, güncelleme listelerinin tescil edildiği veya kadastro tutanaklarının kesinleştiği tarihten itibaren sekiz ay içinde idareye başvurarak, bu taşınmazların bedeli karşılığında kendilerine doğrudan satılmasını isteyebilirler. (4) (Değişik: 30/1/2013-6412/1) Hak sahiplerine doğrudan satılacak olan taşınmazların satış bedeli; dört yüz metrekareye kadar olan kısmı için rayiç bedelin yüzde ellisi, fazlası için rayiç bedelin yüzde yetmişi üzerinden hesaplanır. Birden fazla taşınmazda hak sahibi olunması hâlinde yüzde elli satış bedeli hesaplaması, hak sahibinin tercih edeceği sadece bir taşınmaz için uygulanır. Bir taşınmazdaki hak sahipliğinin devredilmesi hâlinde yüzde elli satış bedeli hesaplaması, taşınmazın sadece dört yüz metre karesi için ve hak sahiplerinin hisselerine oranlanarak uygulanır. (Ek cümle: 6/3/2013-6444/1) Ancak, tamamen ve münhasıran bilfiil tarımsal amaçlı olarak kullanılan ve üzerinde tarımsal amaçlı yapılar (mandıra, sera, ağıl, kümes vb.) ile sürekli ikamet amacıyla kullanılan konut hariç yapı bulunmayan yerler için satış bedeli, rayiç bedelin yüzde ellisi üzerinden hesaplanır, bu şekilde satılan taşınmazların sonradan farklı amaçla kullanılması hâlinde, taşınmazın satış tarihi itibarıyla rayiç bedelinin yüzde yetmişi üzerinden hesaplanacak bedel esas alınarak aradaki fark kanuni faiziyle birlikte ecrimisilin tarh, tahakkuk ve tahsiline ilişkin hükümler uyarınca kayıt malikinden tahsil edilir.   Örnek Yargı Kararı: Yargıtay 8. HD. 2017/15735 E., 2020/583 K. 23.01.2020 Ta. Kararı   …Davacı üçüncü kişi vekili, alacaklının borçlu aleyhine yaptığı takipte borçluya ait olmayan, borçludan köy senedi ile satın alınan ve zilyetliği müvekkillerine ait olan 2B arazisi niteliğindeki taşınmaz üzerinde istihkak iddialarının İcra Müdürlüğü tarafından reddedildiğini, Defterdarlık Muhasebe Müdürlüğüne 12/01/2016 tarihinde taşınmaza haciz konulması için yazılan haciz yazısına ilişkin işlemin iptaline karar verilmesini talep etmiştir. Mahkemece talep şikayet olarak değerlendirilerek davalı alacaklıya tebliğ yapılmaksızın dosya üzerinden yapılan incelemede; haciz tarihinde taşınmaz maliki şikayetçi üçüncü kişi olup, bu taşınmaz üzerinde ileride borçlu lehine doğacak bir hakkın haczinin mümkün olmadığı, borçlu adına tapuda kayıtlı olmayan, 2B arazisi durumunda olan taşınmaz üzerine haciz konulamayacağı gerekçesiyle şikayetin kabulüne, Müdürlüğün 12/01/2016 tarihli işleminin iptaline karar verilmiş, hüküm davalı alacaklı tarafından temyiz edilmiştir. Talep, İcra Müdürlüğü işleminin iptaline ilişkin şikâyet başvurusudur. Bilindiği üzere; orman niteliğini yitirmiş olması nedeniyle Hazine adına orman kapsamı dışına çıkartılan ve özel mülkiyete elverişli hale gelen 6831 Sayılı Yasa'nın 2. maddesinin B bendinde düzenlenen araziler kısaca 2/B olarak adlandırılmaktadır. 19.4.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6292 sayılı Yasa gereği, yapılan “kullanım kadastrosu” ya da güncelleme çalışmaları sonucu, 31.12.2011 tarihinden öncesinden beri kullanıcı ya da muhdesat sahibi gösterilmiş olmaları nedeniyle hak sahibi olanlar süresi içerisinde ilgili idareye başvurup, taşınmazın rayiç bedeli karşılığı kendilerine doğrudan satışı talep etmeleri üzerine; satış işleminin gerçekleştirilmesi gerekir. Dosya içerisinde bulunan Hazine adına kayıtlı Antalya ili, Döşemealtı ilçesi, Yukarı Karaman Mahallesi Köyiçi Mevkii 1788 Parsel sayılı taşınmazın tapu kaydının incelenmesinde; 03.10.1997 yılında toplulaştırma işlemi ile Hazine adına kaydedildiği, muhdesat bilgileri kısmına taşınmazın 1988 yılından itibaren borçlu Nadir Bahşi'nin kullanımında olduğunun belirtildiği, beyanlar hanesine 6831 Sayılı Yasa'nın 2/B maddesi uyarınca taşınmazın orman sınırı dışına çıkartıldığının işlendiği anlaşılmıştır…   Fatma Aslıhan BEJI İletişim için tıklayınız
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 31 Ağustos 2021

Sanal Bahis Kumar Siteleri ve Bu sitelere ilişkin hukuki düzenlemeler

  Yapılan bir araştırmaya göre tüm dünyadaki toplam oynanan online kumarın %2,5’ini Türkler oynamaktadır.[1] Bu ciddi oran da göz önüne alındığında kanun koyucu, bahis ve şans oyunlarından kişileri caydırmak amacıyla birtakım tedbirler almıştır. Fakat kanunun öngördüğü yaptırımların açıklanmasından önce “sanal bahis”in tanımının yapılması faydalı olacaktır: sanal bahis, sanal platformlarda 3. kişilerin birtakım spor kulüpleri ve futbolcular üzerinde müsabakaların sonucu önceden belli olmadığı için tahmine dayalı olarak para yatırdığı ve ortaya çıkan neticeye göre bu kişilere para kazanma imkanının sağlandığı bir sistemdir. Buna göre, yürürlükteki 7258 sayılı Futbol Ve Dı̇ğer Spor Müsabakalarında Bahı̇s ve Şans Oyunları Düzenlenmesı̇ Hakkında Kanun uyarınca bahis ve şans oyunlarına ilişkin kanunun verdiği yetkiye dayalı olmaksızın birtakım fiillerde (oynatma, teşvik etme, oynama vb.) bulunan kişilerin cezalandırılacağı öngörülmüştür. Aynı zamanda Türk Ceza Kanunu madde 228’de kumar oynanması için yer ve imkân sağlama fiili de suç olarak düzenlenmiştir; Kabahatler Kanunu m. 34’te de kumar oynayanlar için idari para cezası öngörülmüştür. TCK m. 228: Kumar oynanması için yer ve imkân sağlayan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve iki yüz günden aşağı olmamak üzere adlî para cezası ile cezalandırılır. Kabahatler Kanunu m. 34: Kumar oynayan kişiye, bin Türk Lirası idarî para cezası verilir. Ayrıca, kumardan elde edilen gelire elkonularak mülkiyetin kamuya geçirilmesine karar verilir. Vurgulanması gereken bir başka husus ise yukarıda izah edilen kanunlarda yer alan suçların kapsamı mekân açısından sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle online, websitesi vb. her türlü platform ve yer fark etmeksizin kumar oynatan, oynayan kişiler her halükârda belirtilen yaptırımlara tabi tutulacaktır. 7258 sayılı kanunun düzenlemesi (madde 5) ise şu şekildedir: Kanunun verdiği yetkiye dayalı olmaksızın;
  1. a) Spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli ve müşterek bahis veya şans oyunlarını oynatanlar ya da oynanmasına yer veya imkân sağlayanlar üç yıldan beş yıla kadar hapis ve on bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
  2. b) Yurt dışında oynatılan spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis ya da şans oyunlarının internet yoluyla ve sair suretle erişim sağlayarak Türkiye’den oynanmasına imkân sağlayan kişiler, dört yıldan altı yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.
  3. c) Spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis ya da şans oyunlarıyla bağlantılı olarak para nakline aracılık eden kişiler, üç yıldan beş yıla kadar hapis ve beş bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
ç) Kişileri reklam vermek ve sair surette spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis ya da şans oyunlarını oynamaya teşvik edenler, bir yıldan üç yıla kadar hapis ve üç bin güne kadar adli para cezasıyla cezalandırılır.
  1. d) Spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis veya şans oyunlarını oynayanlar mahallin en büyük mülki idare amiri tarafından beş bin liradan yirmi bin liraya kadar idari para cezası ile cezalandırılır.
Bu madde kapsamına giren suçlarla bağlantılı olarak, spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli veya müşterek bahis veya şans oyunlarının oynanmasına tahsis edilen veya oynanmasında kullanılan ya da suçun konusunu oluşturan eşya ile bu oyunların oynanması için ortaya konulan veya oynanması suretiyle elde edilen her türlü mal varlığı değeri, 26/9/2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun eşya ve kazanç müsaderesine ilişkin hükümlerine göre müsadere edilir.   Belirtmek gerekir ki 7258 sayılı kanunun 5. maddesinin a bendi TCK m. 228’den farklı olarak spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli ve müşterek bahis veya şans oyunlarını oynatanlar ya da oynanmasına yer veya imkân sağlayanlar olarak düzenlemiştir. TCK m. 228’in kapsamına mekân açısından sınırlama olmadan her türlü platform dahil edilmiş olsa da spor müsabakalarına dayalı sabit ihtimalli ve müşterek bahis veya şans oyunlarını oynatanlar ya da oynanmasına yer veya imkân sağlayanlar için 7258 sayılı kanunun 5. maddesi uygulanacaktır. 7258 sayılı kanun özel hüküm niteliğindedir.   Örnek Yargı Kararları: Yargıtay’ın elde edilen deliller açısından değerlendirmelerine konu olan bazı yargı kararlarına aşağıda yer verilmiştir.   Görüldüğü üzere Yargıtay bir kararında sanal bahis sitelerine erişim yapıldığının tespit edilmesini yeterli görmemekte, suçun işlendiğini gösteren başkaca bulguları aramaktadır.
  • Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2020/3584 E., 2021/5519 K., 24.05.2021 tarihli kararı:
…Her ne kadar, sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmiş ise de dosyanın tetkikinde, sanığın işyerinde yapılan aramada herhangi bir bulgu elde edilememekle birlikte ihbarlarda belirtilen 19 numaralı bilgisayara ait sabit diskin muhafaza altına alındığı, yaptırılan inceleme neticesinde 7258 sayılı  Kanuna aykırı bahis sitelerine erişim yapıldığı tespit edilmiş ise de bu verilerin sanığın atılı suçu işlediğini ortaya koyacak nitelik ve nicelikte bulunmadığı anlaşılmakla, atılı suçu işlediğine dair mahkumiyetine yeter delil elde edilemeyen sanığın beraati yerine yazılı şekilde karar verilmesi…kanuna aykırı olup..  
  • Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2020/4518 E., 2021/5531 K., 24.05.2021 tarihli kararı:
…Her ne kadar, sanığın atılı suçtan mahkumiyetine karar verilmiş ise de dosyanın tetkikinde, kolluk kuvvetlerinin arama amacıyla sanığın işyerine geldiğinde açık olduğu gözlenen internet sayfasının yasal bahis sitelerinden olduğu, her ne kadar işyerinde bulunan bilgisayar sabit diski üzerinde yaptırılan incelemede 7258 sayılı Kanuna aykırı bahis sitelerine erişim sağlandığı ve kupon düzenlendiğine dair bulgular tespit edilmiş ise de raporda bu erişimlerin yoğunluğuna dair bir veri bulunmadığı, gerek sanık ...’ın gerekse beraatine karar verilen diğer sanık ...’ın beyanlarında Yunus’un kendisi için bahis notu çıkardığının savunulduğu anlaşılmakla, öncelikle sanığın işyerinde ele geçirilerek muhafaza altına alınan bilgisayar sabit diski üzerinde konusunda uzman bir bilirkişiye inceleme yaptırılarak, erişim yoğunluğu ve ulaşılan bilgilerin mahiyetleri de dikkate alınmak suretiyle, 7258 sayılı Kanun’a aykırı olarak bahis oynanmasına imkan sağlayıp sağlamadığının, tereddüte mahal bırakmayacak şekilde belirlenmesinden sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken, eksik araştırma ve kovuşturma ile yazılı şekilde mahkumiyetine karar verilmesi… bozmayı gerektirmiş olup…  
  • Yargıtay 19. Ceza Dairesi 2020/3908 E., 2021/5522 K., 24.05.2021 tarihli kararı:
…24/01/2015 tarihli tutanağa göre kolluk görevlilerinin sanıkların bulunduğu işyerine intikal ettiği sırada... isimli şahsın bahis oynamak üzere işyerine geldiği, şahsın bu işyerinde sanıklar aracılığı ile daha önce de bahis oynadığını belirttiği, yapılan aramada, masa üzerinde 5 adet bahis notu ile sanık ... üzerinde 10 adet üzerinde “bayi” ibaresi bulunan kupon elde edildiği, ayrıca aramada ele geçirilen bilgisayarlar üzerinde yaptırılan inceleme sonucunda düzenlenen rapora göre, bilgisayarlarda, başkalarının isimleri yazılı çok sayıda kayıt içeren 4 ayrı kupon listesinin tespit edildiği, bu bulgular bir arada değerlendirildiğinde sanıkların üzerlerine atılı suçun unsurlarının oluştuğu anlaşılmakla, sanıkların atılı suçtan mahkumiyetleri yerine, yazılı şekilde beraatlerine karar verilmesi…kanuna aykırı olup…     Detaylı bilgi ve iletişim için tıklayınız   [1] Yeşilay Dergisi, Küçümsenen Büyük Tehlike Kumar & Şans Oyunları, Ağustos 2014, sayı 967, s. 44.