Blog Son Yayınlar

Aile Hukuku ve Boşanma Davası
By Av. Mustafa Kemal Batur / 31 Mart 2020

Velayetin değiştirilmesi, diğer adıyla velayet değiştirme nedir?

  Ülkemiz yasalarına göre geçerli bir evlilik devam ettiği müddetçe anne ve baba ergin olmayan çocuğun velayetini birlikte kullanırlar. Evlilik sırasında eşlerden birinin ölümü halinde velayet, sağ kalan tarafta kalır. Eşlerin boşanması halinde ise velayet hakim tarafından anne babadan birine verilir. Boşanma davası neticesinde hakim tarafından verilen bu karar mutlak olmamakla birlikte zaman içerisinde tarafların durumlarında değişiklikler olması nedeniyle velayetin değiştirilmesi için Türkiye Cumhuriyeti yasalarına göre dava açılabilir. Taraflardan birinin evlenmesi, ölümü, farklı bir şehir veya ülkeye taşınması gibi sebeplerle çocuğa karşı velayet görevinin ihmal edilmesi veya kötüye kullanılması sonucuda bu dava açılabilir. Velayetin değiştirilmesi davası sonunda velayet kendisinden alınan taraf ile çocuk arasındaki kişisel ilişkilerin düzenlenmesi gerekir. Ayrıca velayet kendisinden alınan taraf da kişisel ilişkilerin düzenlenmesi talebinde bulunabilir. Mahkemenin takdirine göre velayet kendisinde olmayan taraf gücü oranında çocuğun bakım ve eğitim giderlerine katkı yapmak durumundadır.  

Velayetin Değiştirilmesine Evlilik Neden Olarak Gösterilebilir Mi?

Çocuğun velayetine sahip olan tarafın yeniden evlenmesi, velayetin değiştirilmesi veya kaldırılmasını gerektirmez. Ancak yeni evlilik sebebiyle çocuğun menfaatinin olumsuz etkileneceği tespit edilirse velayetin değiştirilmesine karar verilebilir. Velayetin diğer tarafa verilmesi de çocuğun menfaatini etkiliyorsa, velayetin kaldırılarak çocuğa vasi atanmasına karar verilebilir. Velayet kaldırılması halinde de anne-babanın çocuğun  bakım ve eğitim giderlerine katılma yükümlülükleri devam eder.    YARGITAY KARARLARI Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2016/23759E. 2017/319K.  ‘..Dava, kesinleşen boşanma kararı ile birlikte velayeti anneye verilen ortak çocuk 2005 doğumlu …'nin velayetinin değiştirilerek babaya verilmesi isteğine ilişkindir. Velayetin düzenlenmesinde asıl olan çocuğun üstün yararıdır. 4787 sayılı Aile Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yargılama Usullerine Dair Kanunun 5. maddesi gereğince Aile Mahkemesi bünyesinde bulunan psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacıdan oluşan uzmanlardan, her iki ebeveynin yaşadıkları yerde ve çocukla görüşmek suretiyle inceleme ve rapor istenip; tarafların barınma, gelir, sosyal ve psikolojik durumlarına göre çocuğun sağlıklı gelişimi için velayeti üstlenmeye engel bir durumun bulunup bulunmadığının araştırılması ve diğer deliller de gözönüne alınmak suretiyle ebeveynlerinden hangisi yanında kalmasının çocuğun menfaatine olacağı tespit edilerek velayet konusunda bir karar verilmesi gerekir. Somut olayda, mahkemece baba ve ortak çocuk yönünden rapor tanzim ettirilmiştir. Ancak, 04.03.2016 tarihli psikolojik danışman ve rehber öğretmen bilirkişi tarafından velayete ilişkin düzenlenen sosyal inceleme raporu hüküm tesisi için yeterli değildir. O halde yukarıda belirtilen kıstaslar dikkate alınarak oluşturulacak üçlü heyetten her iki ebeveyn ve çocuk için bulundukları yerde inceleme yapılıp rapor alınarak, diğer delillerle birlikle değerlendirildikten sonra, gerçekleşecek sonucu uyarınca karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ve araştırmayla velayet yönünden yazılı şekilde hüküm kurulması usul ve yasaya aykırı olup, bozmayı gerektirmiştir..’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2019/6033E. 2019/11627K. ‘..Mahkemece ortak çocukların velayeti davacı anneye verilmiş, davalı erkek velayet yönünden kararı temyiz etmiş, Dairemizin 13.05.2019 gün, 2019/1246 esas ve 2019/5883 karar sayılı ilamı ile hükmün onanmasına karar verilmiştir. Davalı erkek tarafından karar düzeltme isteminde bulunmuştur. Dairemizce yapılan karar düzeltme incelemesi neticesinde; Velayetin değiştirilmesi davası kamu düzenine ilişkin olduğundan; re'sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle davalı delil bildirmese dahi hakim, gerekli gördüğü delilleri kendiliğinden toplar. Hüküm verilinceye kadar gerçekleşen olaylar da hakim tarafından değerlendirilir. Velayet düzenlemesi yapılırken; göz önünde tutulması gereken temel ilke, çocuğun "Üstün yararı" (BM Çocuk Haklarına Dair Sözleşme m. 3; Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi m. 1; TMK m.339/1, 343/1, 346/1; Çocuk Koruma Kanunu m. 4/b)‘dır. Çocuğun üstün yararını belirlerken; onun bedensel, zihinsel, ruhsal, ahlaki ve toplumsal gelişiminin sağlanması amacının gözetilmesi gereklidir. Dosya kapsamındaki delillerden, İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 06.05.2016 tarihli kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararında davacı kadının ifadesindeki beyanları incelendiğinde kadının beyanları ve dosyadaki hastane evraklarından da kadının psikolojik rahatsızlığının olduğu ve velayet görevini gereği gibi yerine getiremeyeceği anlaşılmaktadır. Ne var ki bu husus ilk incelemede gözden kaçtığından hükmün bu yönden bozulduğu görülmekle, davalı erkeğin bu yöne değinen karar düzeltme talebi haklı ve yerinde olup kabulü ile...’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2018/5593E. 2018/13599K. ‘..Davacı baba, davalı annenin ahlaka aykırı yaşam tarzı bulunduğunu ve bu durumun ortak çocuk için tehlike oluşturduğunu iddia ederek, velayeti davalı annede bulunan ortak çocuğun velayetinin değiştirilerek kendisine verilmesi talep ve dava etmiş mahkemece "Uzman raporu ile tüm dosya kapsamından çocuğun anne yanında kalmasının psikolojik ve akademik gelişimi bakımından daha uygun olduğu" gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Velayet hususu, çocukları ilgilendiren konuların en başında gelir. Velayet düzenlemesinde; çocukla ana ve baba yararının çatışması halinde, çocuğun yararına üstünlük tanınması gereklidir. Çocuğun yararı ise; çocuğun bedensel, fikri ve ahlaki bakımdan en iyi şekilde gelişebilmesi ve böyle bir gelişmenin gerçekleştirilmesi için, çocuğa sosyal, ekonomik ve kültürel koşulların sağlanmış olmasıdır. Ana ve babanın yararları; ahlaki değer yargıları, sosyal konumları gibi durumlar, çocuğun üstün yararını etkilemediği ölçüde göz önünde tutulur. Velayet kamu düzenine ilişkin olup, re’sen araştırma ilkesi geçerlidir. Bu nedenle yargılama sırasında meydana gelen gelişmelerin bile göz önünde tutulması gerekir. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi'nin 12. maddesi ile Çocuk Haklarının Kullanılmasına İlişkin Avrupa Sözleşmesi'nin 3 ve 6. maddeleri, iç hukuk tarafından yeterli idrake sahip olduğu kabul edilen çocuklara, kendilerini ilgilendiren davalarda görüşlerini ifade etmeye olanak tanınmasını ve görüşlerine gereken önemin verilmesi gerektiğini öngörmektedir. Çocukların üstün yararı gerektirdiği takdirde görüşlerinin aksine karar verilmesi mümkündür. Mahkemece alınan 09.06.2016 tarihli sosyal inceleme raporunda; ortak çocuğun velayetinin tedbiren verildiği babanın yanında mutlu olduğu, ortak çocuğun annesinin yanında yaşadığı döneme ilişkin olarak annesinin eve gelen erkek misafirlere masaj yaptığını ve kendisini odaya kapattığını beyan ettiği, annenin işi ile ilgili olarak tutarsız söylemlerinin bulunduğu, babanın sosyal ve ekonomik koşullarının velayet görevini üstlenmesi bakımından yeterli olduğu belirtilerek, ortak çocuğun velayetinin davacı babaya bırakılması yönünde görüş bildirilmiş, 05.02.2018 tarihli ikinci sosyal inceleme raporunda ise; ortak çocuğun babası ile mutsuz olduğunu, annesi ve onun yanında bulunan ablası ile mutlu olduğunu, babasının ders konusunda kendisine kızdığını beyan ettiği, ortak çocuğun velayetinin tedbiren babaya bırakıldığı tarihe kadar anne ile birlikte yaşaması sebebiyle anneye bağlandığı, yeni ortama alışamadığı, annenin de velayeti yerine getirebileceği belirtilerek, ortak çocuğun velayetinin anneye bırakılması yönünde görüş bildirilmiştir. Mahkemece; yaşı nedeniyle idrak çağında bulunan ortak çocuk 01.09.2008 doğumlu....'nin velayet konusunda görüşlerine başvurulmadan hüküm kurulmuştur. Bu bakımdan, ortak çocuğun bizzat hakim tarafından veya istinabe suretiyle; eğitim, kültür, yaşam olanakları bakımından nerede yaşamak istediği konusunda bilgilendirilerek, görüşlerinin kendisinden sorulması ve mahkemece alınan her iki sosyal inceleme raporunda farklı değerlendirmelerin bulunduğu da gözetilerek; psikolog, pedagog ve sosyal çalışmacı uzmanlarından yeni bir sosyal inceleme raporu alınması ile toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken, eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm kurulması doğru görülmemiştir. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda gösterilen sebeple BOZULMASINA,..’
Aile Hukuku ve Boşanma Davası
By Av. Mustafa Kemal Batur / 31 Mart 2020

Evliliğin İptali Nedir, Boşanma Davasından Farkları Avantajları nelerdir?

  Evliliğin iptali, Türk Medeni Kanunu’nun 145-160. Maddelerinde sayılan sebeplerden biriyle evliliğin mahkeme kararı ile iptal edilmesi ve geçersiz hale getirilmesidir. Boşanma davası ise kanundaki şartlara uygun yapılan bir evliliğin kanundaki mutlak sebeplere veya tarafların iradesine dayalı olarak mahkeme kararı ile sona erdirilmesidir. Boşanmada evlilik baştan itibaren geçersiz hale gelmez, karar tarihi itibariyle ileriye yönelik sonuçlar doğurur. Evliliğin iptalinde ne olduğunu ise makalemizde detaylıca inceleyeceğiz.       

EVLİLİĞİN İPTALİ SEBEPLERİ 

Türk Medeni Kanunu madde 145 ve devamı maddelerinde evliliğin iptalini gerektirecek sebepler ikili bir ayrım yapılarak ifade edilmiştir; bunlar mutlak butlan sebepleri ve nispi butlan sebepleridir. Mutlak Butlan Sebepleri  MADDE 145: Aşağıdaki hâllerde evlenme mutlak butlanla batıldır:  1. Eşlerden birinin evlenme sırasında evli bulunması,  2. Eşlerden birinin evlenme sırasında sürekli bir sebeple ayırt etme gücünden yoksun bulunması,  3. Eşlerden birinde evlenmeye engel olacak derecede akıl hastalığı bulunması,  4. Eşler arasında evlenmeye engel olacak derecede hısımlığın bulunması. Mutlak butlan sebepleri kamu düzenine ilişkindir. Bu sebeplerden birinin varlığı halinde hakim takdir yetkisi olmaksızın evliliğin iptaline karar vermelidir. Mutlak butlan sebeplerinden biriyle dava açma hakkı, taraflarla birlikte; evliliğin iptali kararının verilmesinde menfaati olan her ilgili ve cumhuriyet savcısı tarafından açılabilir. Evliyken yeniden evlenen bir kişinin ilk evliliği hakkında mutlak butlan kararı verilmeden bu evlilik sona ererse ve ikinci evlilikteki eş bu durumu bilmeden evlenmişse yani iyiniyetli ise, ikinci evliliğin butlanına karar verilemez.  Eşlerden birinin ayırt etme gücünü kaybetmesi nedenine ilişkin olarak bu eşin sonradan iyileşmesi durumunda yalnızca iyileşen eş evliliğin iptali davası açma hakkına sahip olur.     Nispi Butlan Sebepleri  1. Evlenme sırasında alkol, uyuşturucu veya ilaç kullanımı gibi geçici bir sebeple ayırt etme gücünü kaybetmiş olan eş, bu geçici durum sonrasında evliliğin iptali için dava açabilir. 2. Eşlerden biri, diğerinin önemli bir niteliğinde yanılarak evlenmişse ve bu nitelik sebebiyle ortak hayatı devam ettirmesi kendisinden beklenemeyecekse yanılma sebebine dayanarak evliliğin iptali davası açabilir.  3. Eşlerden biri diğerinden kendisinin veya altsoyunun sağlığı açısından ağır tehlike teşkil edecek bir hastalığı gizlemişse  bu husus kendisinden gizlenen eş aldatma sebebine dayanarak evliliğin iptali davası açabilir. Yine eşlerden biri diğerini namus ve onuru hakkında aldatarak evlenmeye ikna etmiş ve evlenmişlerse aldatma sebebine dayanılarak evliliğin iptali davası açılabilir.  4. Eşlerden biri diğerinin veya yakınlarının hayat veya sağlığı hususunda korkutularak evlenmeye ikna edilmişse korkutma etkisinin ortadan kalktığı andan itibaren evliliğin iptali dava edilebilir.  Nispi butlan sebeplerden biriyle iptal davası açma hakkı belirli bir süre ile kısıtlanmıştır. İptale ilişkin bu sebeplerin öğrenildiği tarihten itibaren 6 ay veya korkunun etkisinin ortadan kalktığı tarihten itibaren 5 yıl geçmekle dava açma hakkının düşeceği Medeni Kanun’un 152. Maddesinde belirtilmiştir.  Yasal temsilcisinin izni olmadan evlenen küçük veya kısıtlı ise yasal temsilci evliliğinin iptali davası açabilir. Ancak yasal temsilcinin izni olmadan evlenen kişi, evlendikten sonra 18 yaşını doldurup ergin olur, kısıtlılık kararı sonra erer veya eş hamile kalırsa evliliğin iptaline karar verilemez.   

EVLİLİĞİN İPTALİNİN SONUÇLARI 

 
  • Yukarıda açıklanan butlan sebepleriyle evliliğin iptal edilebilmesi için mutlaka mahkeme kararı gereklidir. Mahkeme kararına kadar bu evlilik, geçerli bir evlilikmiş gibi sonuç doğurur. 
  • Evliliğin iptali davalarında boşanmada olduğu gibi aile mahkemeleri görevlidir ve kanunun boşanmaya ilişkin hükümleri uygulanır. Yetkili mahkeme ise eşlerden birinin yerleşim yerindeki mahkeme veya dava açılmadan önce eşlerin son 6 ayda birlikte oturdukları yer mahkemesi yetkili olur..
  • Tazminat, nafaka, soyadının değişimi ve mal rejimine ilişkin konularda yine boşanmaya ilişkin hükümler uygulanır. 
  • Evliliğin iptalini dava etme hakkı taraflardan birinin ölümü sebebiyle mirasçılara geçmez. Ancak açılmış bir dava sırasında taraflardan birinin ölümü halinde ölen tarafın mirasçıları davaya devam edebilir. 
 

EVLİLİĞİN İPTALİNE İLİŞKİN YARGITAY KARARLARI

  Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2002/15064E. 2003/917K.  ‘…Olayda, evlenme 3.4.1996  tarihinde gerçekleşmiştir. Mahkemece hükme esas alınan E. Numune Hastanesinin 8.8.1996 tarihindeki muayene sonucu verdiği Sağlık Kurulu Raporunda, evlenenlerden kadında tespit edilen kronik psikoz hastalığının, evlenmeye engel olacak nitelikte ve derecede olup olmadığı belirtilmediği gibi, hastalığın evlenme tarihinde var olup olmadığına ilişkin de bir açıklama bulunmamaktadır. Rapor eksik ve hükme esas alınacak yeterlikte değildir. O halde mahkemece yapılacak iş, davalı Yosma’nın Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne sevkin sağlanarak, hastanece gerekli görüldüğü takdirde müşahade altına da alınmak suretiyle muayenesinin yapılması ve evlenme tarihinde evlenmeye engel olacak derecede bir akıl hastalığının bulunup bulunmadığının resmi sağlık kurulu raporu ile saptanması ve hasıl olacak sonucu uyarınca karar verilmesinden ibarettir..’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2006/5711E. 2006/12979K.  ‘…Türk Medeni Kanununun 149/2. Maddesi ‘eşinde bulunması onunla birlikte yaşamayı kendisi için çekilmez bir duruma sokacak derecede önemli bir nitelikte yanılarak evlenmişse’ ve Türk Medeni Kanununun 150/2. Maddesi ise ‘davacının veya altsoyunun sağlığı için ağır tehlike oluşturan bir hastalık kendisinden gizlenmişse’ hükümlerini taşımaktadır.  Toplanan delillerden davalının cilt (sedef) hastalığının bulaşıcı nitelikte olmadığı ve tedavi edilebilir olduğu, altsoyun sağlığı için ağır bir tehlike de oluşturmadığı ve yukarıda bahsedilen her iki madde hükmüne uymadığı anlaşılmaktadır..’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2011/2995E. 2011/3882K.  ‘Davacı, dava dilekçesinde "davalı tarafından zorla kaçırıldığını ve öldürmekle tehdit ederek zorla sahip olduğunu, daha sonra da çaresizliğinden faydalanarak nikah memurunu eve çağırmak suretiyle 7.8.2007 tarihinde resmi nikah yapıldığını" ileri sürerek evliliğin iptalini istemiştir. Dava dilekçesinde anlatılan maddi hadiselere göre istek, Türk Medeni Kanununun 151. maddesine dayanmaktadır. Kendisinin veya yakınlarından birinin hayatı, sağlığı veya namus ve onuruna yönelik pek yakın ve ağır bir tehlike ile korkutularak evlenmeye razı edilmiş eş, evlenmenin iptalini dava edebilir (TMK.md.151). Davacının, evlenmeye korkutularak razı edildiğini kabule yeterli delil bulunmamaktadır. Türk Medeni Kanununun 141. maddesi hükmü dikkate alındığında nikahın evlendirme memuru tarafından davet üzerine davalının kardeşinin evinde yapılmış olması, tek başına evlenmenin baskı altında yapıldığını göstermez. Dosyaya sunulan fotoğraflar ve tanık beyanları nikahın korkutma ve tehdit altında yapıldığını gösterir nitelikte değildir. Öyleyse davanın reddi gerekirken yetersiz gerekçe ile iptal kararı verilmesi doğru bulunmamıştır.’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2006/9376E. 2006/11300 ‘…Semra 08.04.1989 doğumludur. 17 yaşını bitirmiştir. Medeni Kanunun 153/son maddesi kadının gebe kalması halinde evlenmenin iptaline karar verilemeyeceğini öngörmüştür. Bu yönde inceleme yapılmadan karar verilmesi usul veya aykırıdır..’ Yargıtay 2. Hukuk Dairesi 2009/6395E. 2010/9708K. ‘..1-Dosyadaki yazılara, kararın dayandığı delillerle kanuni gerektirici sebeplere ve özellikle (TMK. md. 160) evlenmenin butlanı davalarında yetki bakımından boşanmaya ilişkin hükümlerin uygulanacağı ve bu hususta davalı tarafın herhangi bir itirazının bulunmadığının anlaşılmasına göre (TMK.md.160) aşağıdaki bendin kapsamı dışında kalan temyiz itirazları yersizdir. 2-Davalıların bu evlilikten olma 12.03.2001 doğumlu E.. adlı bir çocukları bulunmaktadır. Mahkemece evlilğin butlanına karar verilse dahi çocuğun evlilik içinde doğmuş sayılacağı (TMK.md.157) dikkate alınarak velayet ve kişisel ilişki yönlerinden bir düzenleme yapılması yasal bir zorunluluktur. Bu yön dikkate alınarak müşterek çocuğun velayeti konusunda herhangi bir hüküm kurulmaması doğru olmamıştır. SONUÇ: Temyiz edilen hükmün yukarıda 2.bentte gösterilen nedenlerle BOZULMASINA, hükmün bozma kapsamı dışında kalan yönlerinin ise yukarıda 1.bentte gösterilen nedenlerle ONANMASINA,..’ Beyzanur Kılıç / Batur Bölükbaşı   Evliliğin iptali hakkında bize ulaşmak için tıklayınız
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 26 Şubat 2020

Fuhuşa Teşvik Ve Aracılık Etme Suçu ve Cezası

Genel Ahlaka Karşı Suçlar bölümünde düzenlenmiş olan fuhuş, toplumun ar ve haya duygusunu tehdit etmektedir. Bir kimsenin para karşılığında bir kimse ile cinsel ilişkiye girmesi olarak nitelendirilen fuhuş suç olarak görülmektedir. Fuhuşta cinsiyet önemli olmamakla birlikte mağdur kadın veya erkek olabilmektedir. Kasten işlenen suçlar arasında bulunan fuhuşta, belirli bir yaptırım bulunmamaktadır. Fuhuş yapmayı düşünmeyen kişilere bunu anlatarak onları fuhuş yapması için ikna eden kişiler, fuhuşa teşvik suçu ile yargılanmaktadır. Fuhuşu teşvik eden kişi, fuhuş yapılmasını kolaylaştırmakta ve toplumun ahlakının bozulmasına neden olmaktadır. 2 ile 4 yıl arası bir ceza ile cezalandırılan fuhuşa teşvik eden kişi, adli para cezası da almaktadır.

Fuhuşa Aracılık Suçunun Cezası

Tehdit veya cebir kullanarak kişinin çaresizliğinden faydalanarak fuhuşa teşvik eden kişi, fuhuş yapan kişiye göre iki katı ceza ile cezalandırılmaktadır. Fuhuş cezasının artmasını sağlayan etkenlerden biri de fuhuşun örgüt tarafından işlenmiş olmasıdır. Fuhuş cezası farklı eylemler içerdiğinden, her eylemin alacağı ceza farklıdır. Fuhuş suçu teşkili olarak görülen fuhuşa aracılık da aynı oranda ceza almaktadır. 18 yaşından küçük birinin fuhuş yapmasına olanak tanınması, çocuk fuhuşu olarak görülmektedir. Yetişkin fuhuşuna oran ile çocuk fuhuşunda daha yüksek cezalar verilmektedir. Fuhuş suçu kapsamında fuhuş reklamı yapmak da yasaktır. Fuhşu kolaylaştırmak amacı ile fuhuş reklamı yapanlar, yüksek para cezası ile cezalandırılmaktadır.

Fuhuş Suçunun Ağırlaştırıcı Sebepleri

Ortada fuhuş suçu varsa, kişinin rızasının olup olmadığına bakılmaktadır. Kişinin rızası varsa, alınan ceza daha düşük olmakla birlikte rızası olmaması durumunda ağırlaştırıcı sebep olarak görülmektedir. Fuhuşu kolaylaştırmak, fuhuşa teşvik etmek ve fuhuş için aracılık etmek, fuhuş suçunun temel halidir. Fuhuş suçunun temel halinin alacağı ceza 2 yıl ile 4 yıl arasında hapis cezasıdır. Diğer fuhuş suçlarından farklı olarak çocuk fuhuş suçu için 4 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza verilmektedir. Normalde fuhuş suçunda kişinin rızası önemliyken, çocuk fuhuşunda kişinin rızasının olup olmadığına bakılmamaktadır. Yetişkinlerin çaresizliğinden faydalanarak tehdit ve hile ile fuhuşa zorlayanlar, 4 ile 8 yıl arasında hapis cezası almaktadır. Fuhuş Suçu Para Cezasına Çevrilir mi? Şikayete bağlı bir suç olmayan fuhuş suçunda, Cumhuriyet savcısı suçu öğrendiği tarih itibariyle istediği zaman soruşturma başlatabilmektedir. Fuhuş suçunun para cezasına çevrilmesi mümkün olmayıp zaman zaman hapis cezası ile birlikte para cezası da verilmektedir. Bir suçun doğrudan para cezasına çevrilebilmesi için taksirle işlenmiş olması gerekmektedir. Fuhuş suçunun taksirle işlenmiş olması mümkün olmayıp kasten işlenen bir suçtur. Kasten işlenen suçlarda alınan hapis cezası paraya çevrilemediği gibi fuhuş suçunda da hapis cezasını doğrudan para cezasına çevirmek mümkün değildir. Fuhuş suçunda her olay ve bulgu dikkatle değerlendirilmekte ve cezalar değerlendirmelere göre belirlenmektedir. Fuhuş suçunda para cezası alternatif bir ceza olarak verilmemekte, hapis cezası ile birlikte verilmektedir.   Fuhuş ve fuhuşa teşvik konularında bize ulaşabilirsiniz.
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 27 Ocak 2020

Fuhuşa Teşvik Ve Aracılık Etme Suçu

  Genel Ahlaka Karşı Suçlar bölümünde düzenlenmiş olan fuhuş, toplumun ar ve haya duygusunu tehdit ettiği gerekçesiyle suç olarak düzenlenmiştir. Bir kimsenin para karşılığında bir kimse ile cinsel ilişkiye girmesi olarak nitelendirilen fuhuş suç olarak görülmektedir. Fuhuşta cinsiyet önemli olmamakla birlikte mağdur kadın veya erkek olabilmektedir. Kasten işlenen suçlar arasında bulunan fuhuşta, doğrudan belirli bir yaptırım bulunmamaktadır. Bu suç TCK 227 de yer almaktadır.    Fuhuş yapmayı düşünmeyen kişileri çeşitli yöntemlerle ve onları fuhuş yapması için ikna eden kişiler, fuhuşa teşvik suçu ile yargılanmaktadır. Fuhuşa teşvik eden kişi, fuhuş yapılmasını kolaylaştırmakta ve toplum ahlakını etkilemesi nedeniyle TCK ya eklenmiştir. 2 ile 4 yıl arası bir ceza ile cezalandırılan fuhuşu teşvik eden kişi, adli para cezası da almaktadır.    Fuhuşa Aracılık Suçunun Cezası    Tehdit veya cebir kullanarak kişinin çaresizliğinden faydalanarak fuhuşa teşvik eden kişi, fuhuş yapan kişiye göre iki katı daha ağır ceza ile cezalandırılmaktadır. Fuhuş cezasının artmasını sağlayan etkenlerden biri de fuhuşun örgüt tarafından işlenmiş olmasıdır. Fuhuş cezası farklı eylemler içerdiğinden, her eylemin alacağı ceza farklıdır. Fuhuş suçu teşkili olarak görülen fuhuşa aracılık da aynı oranda ceza almaktadır.    18 yaşından küçük birinin fuhuş yapmasına olanak tanınması, çocuk fuhuşu olarak görülmektedir. Yetişkin fuhuşuna oran ile çocuk fuhuşunda daha yüksek cezalar verilmektedir. Fuhuş suçu kapsamında fuhuş reklamı yapmak da yasaktır. Fuhşu kolaylaştırmak amacı ile fuhuş reklamı yapanlar, yüksek para cezası ile cezalandırılmaktadır.    Fuhuş Suçunun Ağırlaştırıcı Sebepleri    Ortada fuhuş suçu varsa, kişinin rızasının olup olmadığına bakılmaktadır. Kişinin rızası varsa, alınan ceza daha düşük olmakla birlikte rızası olmaması durumunda ağırlaştırıcı sebep olarak görülmektedir. Fuhuşu kolaylaştırmak, fuhuşa teşvik etmek ve fuhuş için aracılık etmek, fuhuş suçunun temel halidir. Fuhuş suçunun temel halinin alacağı ceza 2 yıl ile 4 yıl arasında hapis cezasıdır.    Diğer fuhuş suçlarından farklı olarak çocuk fuhuş suçu için 4 yıl ile 6 yıl arasında bir ceza verilmektedir. Normalde fuhuş suçunda kişinin rızası önemliyken, çocuk fuhuşunda kişinin rızasının olup olmadığına bakılmamaktadır. Yetişkinlerin çaresizliğinden faydalanarak tehdit ve hile ile fuhuşa zorlayanlar, 4 ile 8 yıl arasında hapis cezası almaktadır.    Fuhuş Suçu Para Cezasına Çevrilir mi?    Şikayete bağlı bir suç olmayan fuhuş suçunda, Cumhuriyet savcısı suçu öğrendiği tarih itibariyle istediği zaman soruşturma başlatabilmektedir. Fuhuş suçunun para cezasına çevrilmesi mümkün olmayıp zaman zaman hapis cezası ile birlikte para cezası da verilmektedir. Bir suçun para cezasına çevrilebilmesi için taksirle işlenmiş olması gerekmektedir.    Fuhuş suçunun taksirle işlenmiş olması mümkün olmayıp kasten işlenen bir suçtur. Kasten işlenen suçlarda alınan hapis cezası paraya çevrilemediği gibi fuhuş suçunda da hapis cezasını para cezasına çevirmek mümkün değildir. Fuhuş suçunda her olay ve bulgu dikkatle değerlendirilmekte ve cezalar değerlendirmelere göre belirlenmektedir. Fuhuş suçunda para cezası alternatif bir ceza olarak verilmemekte, hapis cezası ile birlikte verilmektedir.    
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 19 Ocak 2020

Organ Ticareti Suçu ve TCK 91 92 93

  Hukuken geçerli bir rıza olmadan, bir insandan organ veya doku almak suç sayılmaktadır. Hukuka aykırı davranarak organ veya doku satın alma, satma ve satılmasına aracılık etme gibi davranışlarda bulunanlar, yargılanmaktadır. Rızaya bağlı olmaksızın organ ticareti bir suç olarak görülmektedir. Vücut dokunulmazlığına karşı işlenen suçlar bölümünde bulunan organ ticareti çok sık işlenen bir suçtur. Yaşayan kişiden organ veya doku alınması, hukuken mümkün değildir. Organ veya doku verenin bazı durumlarda rızası bulunması, suç olgusunu ortadan kaldırmaktadır. Organ veya doku verilmesinin, organ ticareti olarak sayılmaması için hukuki bir geçerliliği olması gerekmektedir. Kişinin rızasının hangi durumlarda geçerli sayılacağı, Organ ve Doku Nakli Kanunu ile düzenlenmiştir.   Kişiden Organ ve Doku Alma Suçu 18 yaşını doldurmamış kişilerden organ ve doku nakli yapılması, yasaktır. 18 yaşına erişmiş olanlardan, iki tanık huzurunda ve önce sözlü sonra da yazılı olarak organ ve doku naklinin beyan edilmesi gerekmektedir. Ölüden organ ve doku nakli yapılması da organ ticareti suçlarından biri olarak görülmektedir. Ölen kişinin sağlığında organ ve dokularını, resmi ve yazılı bir vasiyet ile bağışlamış olduğunu belirtmesi gerekir. Ölmeden önce kişi tedavi veya bilimsel amaçlar için organlarını bağışlayabilmektedir. Hukuka aykırı olarak görülen organ mafyası durumunda olan kişiye 5 ile 9 sene arasında ceza verilmektedir. Organ ve doku naklinin zorunluluk haliyle yapılması durumunda, cezada indirim yapılmaktadır. Organ ve Doku Nakli Kanunu 29.05.1979 tarihinde yürürlüğe ''Organ ve Doku Alınması, Saklanması, Nakli Hakkında Kanun'' olarak girmiş olan Organ ve Doku Nakli Kanunu, bir bedel karşılığında organ naklini yasaklamıştır. Organ ve doku naklini ticaret olarak gören kişiler, organ mafyası olarak çalışmaktadır. Organ mafyası olarak organ ve doku nakli yapanlar, mahkeme tarafından kanuna uygun olarak cezalandırılmaktadır. Kişinin hukuka aykırı bir şekilde organ ve doku nakline rızası olsa bile, organ nakli yapmak bir suç olarak nitelendirilmektedir. Organ ve doku nakline hapis cezası ile birlikte kimi zaman adli para cezası da verilmektedir. Her organ mafyası suçunda adli para cezası verilmemekte, bazı durumlarda adli para cezası uygun görülmektedir. Organ ve Doku Ticaretinde Pişmanlık Hali Kişi işlediği suçtan pişmanlık duyuyorsa, etkin pişmanlık devreye girmektedir. Sanık organ mafyası suçundan pişmanlık duyar ve bunu dile getirirse, cezasından indirim yapılmaktadır. Etkin pişmanlık, sadece organ ve doku ticareti suçlarında değil, bütün suçlarda uygulanmaktadır. Etkin pişmanlık, kişi hakkında verilen cezanın dörtte birine indirim yapılmasını sağlamaktadır. Şikayete tabii olan suçlar arasında olmayan organ ve doku ticareti suçları, savcının soruşturmayı başlatmasıyla başlamaktadır. Şikayetçi olan taraf şikayetini geri aldığını belirtmiş olsa bile dava devam etmektedir. Tarafların aralarında uzlaşmış olması bile davanın seyrini değiştirmek için yeterli sayılmamaktadır ve davaya herhangi bir etkisi olmamaktadır. Organ ve Doku Ticareti Suçunda Zaman Aşımı Organ ve doku ticareti suçlarında zaman aşımı süresi 8 senedir. Suçun işlenmiş olduğu tarihten itibaren dava açılmazsa, zaman aşımı süresi dolmuş olmaktadır. Zaman aşımı süresinde dava açılmış olursa ve dava zaman aşımı süresi boyunca sonuçlanmazsa, dava düşmüş sayılmaktadır. Asliye Ceza Mahkemelerinde organ ve doku ticareti suçları yargılaması yapılır. Organ ve dokularını satan kişi, durumdan pişman olup kendisine aracılık eden ve sattığı kişileri ihbar ederse, hakkında ceza verilmemesine veya indirime gidilmesine karar verilebilmektedir. Etkin pişmanlık suçunun organ ve doku ticareti suçlarında etkin olması için kişinin gönüllü olarak organ mafyasını ortaya çıkarması gerekmektedir. Organ ve Doku Ticareti Suçunun Özellikleri Bir örgütün faaliyeti kapsamında organ satmak suçtur. Ölüde hukuka aykırı şekilde organ ve doku nakli yapılması halinde, kişiye 1 yıl hapis cezası verilmektedir. Organ ve doku ticareti sırasında nakil yapılan kişi ölürse, kasten adam öldürme suçu aktif olmaktadır. Mahkeme organ ve doku ticareti suçunda 1 yıldan az bir ceza verirse, yanında adli para cezası da vermektedir. Kişinin ekonomik durumu yeterli değilse, organ satmak bir suç olarak görülse de indirim uygulanabilmektedir. İnternetin yaygınlaşması ile birlikte organ ticareti için internet de kullanır hale gelmektedir. İnternetten de organ satışı yapmak, yasaktır. Sosyal medya üzerinden organ alım ve satım ilanları hızlı bir şekilde tespit edilmekte ve dava açılmaktadır. Türk Ceza Kanunu'nda Organ ve Doku Ticareti Suçları Türk Ceza Kanunu'nda organ satmak suç olarak düzenlenmiştir. Sadece organ ticareti suç olarak görülmemekte, ölüden izinsiz organ almak da suç niteliği taşımaktadır. Organ ve dokularını para karşılığı satan kişiler için Türk Ceza Kanunu, bir yasa düzenlemek zorunda kalmıştır. Organ ve doku ticareti suçlarında, ekonomik durum göz önüne alınmaktadır. Organ ve doku ticareti suçlarında, ceza indirimi yapmak veya cezayı ortadan kaldırmak hakimin elindedir. Canlı insandan yapılan organ satmak işlemi böbrek ve karaciğer ile sınırlıdır. Ölü üzerinden yapılacak olan organ ve doku nakli daha geniş olup pankreas, kornea, kalp ve kalp kapakçıkları nakli yapılabilmektedir.    
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 19 Ocak 2020

İnsanlığa Karşı Suçlar ve TCK 77 İncelemesi

Türk Ceza Kanunu(TCK)'na göre TCK 77.Madde, fıkra ve bentten oluşmuş olup, belirtilen hususları doğrultusunda insanlığa karşı suçlar belirtilmiştir. 4 fıkra ve ayrı ayrı bentlerden oluşan Madde 77, belirtilen fiil sonucunda suçlarla beraber hükümlere de yer vermiştir. TCK Madde 77'ye göre belirtilen suçlar ve hukuki boyutlarına yazımızda yer verilmiştir.     TCK Madde 77, (1) Fıkra İnsanlığa karşı belirten suçların yer aldığı TCK Madde 77, birinci fıkrada; ''Bazı fiillerin siyasal, felsefi, ırki veya dini saiklerle toplumun bir kesimine karşı herhangi bir plan doğrultusunda, sistemli olarak işlenmesi insanlığa karşı suç oluşturur.'' Şeklinde yer almaktadır. Belirtilen alıntıda 'bazı fiiller' ise birinci fıkranın 8 bendinden oluşan fiilleri olmaktadır. TCK Madde 77'de belirtilen bentler; a) Kasten öldürme. b) Kasten Yaralama. c)  İşkence, eziyet veya köleleştirme. d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma. e) Bilimsel deneylere tabi kılma. f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsen istismarı. g) Zorla hamile bırakma h) Zorla fuhuşa sevketme.   Fiilleri gerçekleştiren kişinin diğer fıkrada belirtilen hapis cezası ile yargılanacağı da belirtilir. Tek kişi olarak işlenmiş fiillerin cezaları ikinci fıkrada yer alırken, 'kişiler' halinde işlenen fiillerin cezaları ise 'örgütlü' işlendiği hususuna kanaat getirilir. Dolayısıyla herhangi bir kişi bentte belirtilen insanlığa karşı suçları işleyecek olursa cezai yaptırımı 'örgütlü' dışında ele alınır.   Örgütlü işlenmesi halinde: Örgütlü işlenmesi halinde belirtilen hukuki boyut TCK Madde 77'ye dahil olmayıp, TCK Madde 78'de yer almaktadır. Ancak dolaylı olarak Madde 77 ile bağdaştığından, değerlendirme kısmında Madde 78'e de yer verdik. Fiillerde belirtilen insanlığa karşı suçların 'örgütlü' işlenmesi durumunda hukuki boyutu değişmektedir. Yani ikinci fıkrada kişinin işlediği suç için belirtilen fiillere karşılık cezası, örgütlü işlenmesine göre farklı olmaktadır. Belirtilen fiilleri uygulamak maksadıyla örgüt kuran yada yöneten kişiye; on yıl, on iki yıl ve on beş yıl olmak kaydıyla hapis cezası uygulanır. Bu örgütlere doğrudan yada dolaylı olarak katılan kişilere ise; beş yıldan on yıla kadar hapis cezası uygulanır. Belirtilen fiilleri işlemek maksadıyla bu örgütlere dolaylı olarak da üye olanlar, doğrudan üye olanlarla eşdeğer tutulmaktadır. Hukuki süreçte doğrudan-dolaylı katılım için ekstra savunmalar hazırlanırken, çok azı sonuç verir. Dolayısıyla örgüt katılım sağlayanlar-üye olanlar için savunmada katılımın nasıl sağlandığı fark etmemektedir.   TCK Madde 77, (2) Fıkra TCK Madde 77 ikinci fıkrada belirtilen husus (a) bendinde yer alan fiilin işlenmesi durumunda, fail için ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının verileceği yer almaktadır. Failin bu fiili gerçekleştirmesi durumunda herhangi bir savunmanın(delilsiz) söz konusu cezayı hafifleteceği ihtimali bulunmaz. Diğer 7 bentlerde de belirtilen fiillerin işlenmesi durumunda fail hakkında en az sekiz yıl hapis cezası uygulanır. Uygulanacak olan en az sekiz yıl hapis, bir durumda değişiklik göstermektedir. Bu durum ise Türk Ceza Kanunu'nda şu şekilde belirtilmiştir. ''Ancak, birinci fıkranın (a), (b) bentleri kapsamında işlenen suçlar açısında, belirlenen mağdur sayısınca gerçek içtima hükmolunur.'' TCK Madde 77 ikinci fıkra için TCK'nda belirtilen hususlar bunlardır. 8 bentte yer alan fiilleri işleyen fail yada faillerin 'kişi' yada 'örgütlü' olarak değerlendirileceği Madde 78'de belirtilmiştir. Ancak Madde 77 ikinci fıkrada belirtilen ise sadece fail hakkında kısıtlanmış olup, cezaların yer aldığı şekilde uygulanacağı bilgisi belirtilmiştir.   TCK Madde 77, (3) Fıkra TCK Madde 77 üçüncü fıkrada ise, ''Bu suçlardan ötürü tüzel kişiler hakkında da güvenlik tedbirine hükmolunur.'' şeklinde yer almaktadır. Yani fail hakkında belirtilen fiillere karşın hükmolunan cezalar mevcut kalacakken, ilave olarak tüzel kişiler hakkında da hükmolunan uygulama 'güvenlik tedbiri' bulunur. Faille beraber tüzel kişilere de yansımasından ötürü, hukuki varlıkların bütünü veya kısmı söz konusu güvenlik tedbirine tabi olur.   TCK Madde 77, (4) Fıkra TCK Madde 77'de yer alan son fıkrada ise, belirtilen suçlardan dolayı zamanaşımının işlenmeyeceği bilgisi yer alır. Dolayısıyla ceza davaları kategorisine dahil olan belirtilen fiiller, zamanaşımına uğramaz, mahkeme resen dikkate alır.   (1) Fıkra, İşlenen Suçlar ve Hukuki Boyutları Türk Ceza Kanunu Madde 77'nin birinci fıkrasında yer alan bentlerin tamamı insanlığa karşı suçlar olarak bulunmaktadır. Bentlerde belirtilen fiillerin ise insanlığa karşı suçlar kapsamında hukukta ele alınacağı bilinmektedir. İşlenen bu suçlar ise; a) Kasten öldürme: Kasten insan öldürme suçu failin bilerek ve isteyerek yapmış olduğu bir suçtur. Karşısındakinin yaşamına bilerek ve isteyerek son vermesi durumunda fail hakkında müebbet hapis cezası uygulanmaktadır. b) Kasten yaralama: Kasten yaralama, fiziksek teması içeren; kişinin vücut dokunulmazlığı ve bedeninin bütünlüğünü hiçe sayan kasıtla acı vermesi durumunda suç olarak bulunmaktadır. Öte yandan fiziksel teması içermeyen kasten yaralama durumları da söz konusu olabilmektedir. Bu durum kasten yaralamaya teşebbüs olarak örneği ile bulunurken, çeşitli örnekleri de bulunmaktadır. Cezası ise ikinci fıkrada belirtildiği üzre en az sekiz yıldır. c) İşkence, eziyet veya köleleştirme: Köleleştirme hususu için kesin bir fiil söz konusu olabilmektedir. Uygulanan eylem neticesinde kişi fail olarak köleleştirme fiilini gerçekleştirmiş olacaktır. Ancak işkence ve eziyet durumu oldukça kapsamlı bulunur. İşkence ve eziyet; bedensel veya ruhsal iki farklı şekillerde değerlendirilebilmektedir. İşkence ve/veya eziyet kavramlarına dahil olan bütün fiillerin uygulanması durumunda suçu işleme potansiyeli bulunabileceği için oldukça kapsamlıdır. d) Kişi hürriyetinden yoksun kılma: Belirtilen fiil farklı niteliklerine göre suç olarak kabul edilmiş olup, farklı niteliklerine göre cezası bulunmaktadır. Herhangi bir durumda kişiyi hürriyetinden yoksun bırakan kişi, niteliğine göre cezalandırılır. e) Bilimsel deneylere tabi kılma: Kişiyi iki farklı şekilde etkileyen unsurları barındırır. İlk etapta deneye tabi olan kişinin rızasının olup olmadığı, ikinci etapta ise rızası mevcutsa kanun koşullarına göre bulunup bulunmadığı unsurları yer alır. Netice doğrultusunda unsurlardan ikisinin veya herhangi birinin sağlanmaması durumunda cezası uygulanır. f) Cinsel saldırıda bulunma, çocukların cinsel istismarı: Bu bentte yer alan suçun ise cinsel saldırıda bulunma ve çocukların cinsel istismarı cezası, aynı şekilde veya farklı niteliklere bağlı olarak farklı şekilde belirlenmektedir. Failin söz konusu fiili gerçekleştirmesi durumunda cezası ise Madde 77 ikinci fıkrada belirtilmiştir. g) Zorla hamile bırakma: Zorla hamile bırakma suçu içinse failin bu durumu bilerek ve isteyerek(kasıtlı) gerçekleştirmiş olması, karşı tarafın rızasının bulunmaması durumunda ele alınır. Hukuki çerçevede cinsel saldırıda bulunma kadar eşdeğer olarak yer alır. h) Zorla fuhuşa sevketme: Fail için söz konusu bu suçla ilişkili iki farklı düzenleme yer alır. Bunlar; - Mağdurun 18 yaşından küçük olması ve - 18 yaş üzeri mağdurlar. Buna istinaden fail için söz konusu suçla alakalı iki farklı düzenleme kapsamında ceza uygulanır. Bentlerde belirtilen fiillere karşın cezalar net olmamakla birlikte, niteliğine ve birçok unsura bağlı olarak değişkenlik göstermektedir. Genel olarak TCK'da yer alan cezaları belirtilmiştir.  
Ceza Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 19 Ocak 2020

Cinsel İstismar ve TCKda Alacağı Ceza nedir?

  Kişinin rıza göstermediği veya anlamlandırma becerisinin olgunlaşmadığı halde, saldırganın cinsel dürtülerini tatmin etmek için kişiyi kullanmasına cinsel istismar denilmektedir. Kişinin rızası olmadan güç ve tehdit kullanılarak yapılan cinsel istismar büyük cezalar ile cezalandırılmaktadır. Ülkemizde ise cinsel istismar çocuk yönünden değerlendirilmektedir. Çocuğun önünde cinsel ilişkiye girme, erken yaşta evlenmeye zorlama ve çocuk pornosu izleme de TCK 103 kapsamında çocuğun cinsel istismarı suçlarına girmektedir. Hiç kimse bir başkasının bedeninin gizli alanlarını tecavüz etme hakkına sahip değildir. Sadece dokunma ile gerçekleşmeyen cinsel istismar, kimi zaman sözle ve davranışla da gerçekleştirilebilmektedir. Her yerde ve her konumda kişinin iradesi dışı meydana gelen cinsel istismar, telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğurmaktadır. Tanımayan kişilerden cinsel istismar meydana gelebileceği gibi tanıdık kişilerden de bir istismar gelebilmektedir.

Cinsel İstismar Nedir?

Her kültürde ve toplumda yaşanma ihtimali olan cinsel istismar, bir suç olarak değerlendirilmektedir. Cinsel istismarı haklı kılmaya yönelik hiçbir tutum içerisine girilmemekte ve yasalar ile cinsel istismar cezalandırılmaktadır. Cinsel mağduriyeti ifade eden cinsel istismar kişinin zorla veya tehditle cinsel eylemlere katılmaya zorlanmasıdır.  

Cinsel İstismar Faali Kimdir?

Kız ve erkek çocukları cinsel istismara uğramakta ve muazzam bir sır saklama baskısı altında bulunan çocuk, tecavüz failinin kim olduğunu genellikle söylememektedir. Cinsel istismar failinin meydana çıkması için soğukkanlı davranılmalı ve profesyonel destek alınmalıdır. Cinsel istismarının failinin ortaya çıkarılması zor bir durum olduğundan, özverili olmak gerekmektedir. Çocuk iyi bir şekilde anlaşılmaya çalışılmalı ve çocuğa kötü herhangi bir harekette bulunmaktan sakınılmalıdır. Kendisine yapılan hareketlerden rahatsızlık duysa da bir çocuk cinsel istismar durumunu anlayamamaktadır. Başına gelen şeyden utanan çocuk, kendisini suçlu hissetmekte ve cinsel istismarı gizlemeye çalışmaktadır. Ebeveynler çocuklarına özel bölgeleri anlatmalı ve rahatsız bir durum ile karşılaştığında ne yapması gerektiğinden bahsetmelidir.

Cinsel İstismarda Bulunan Kişi TCK Kapsamında Hangi Cezaları Alır?

Cinsel dokunulmazlığa karşı işlenen suçlar, ağırlaştırıcı cezalar almaktadır. TCK kapsamında 15 yaş kriteri bulunmakla birlikte 18 yaşından küçük 15 yaşından büyük olan çocuklara yönelik cinsel istismar davranışlarında da ciddi cezalar verilmektedir. 15 yaşından küçük bir çocuğa yapılacak olan her türlü cinsel istismar davranışı, cinsel istismar suçu olarak kabul edilmektedir. Son derece geniş bir anlama sahip olan ''cinsel davranış'' kavramı, suçun oluşu bakımından son derece önemlidir. Cinsel bir davranışın cinsel saldırı özelliği taşıması, verilen cezanın boyutunu belirlemektedir.

Tecavüz ile İstismar Arasındaki Fark Nedir?

Bir kimsenin vücut dokunulmazlığını ihlal etmesi durumunda cinsel istismar olurken, bir kimsenin başka bir kimseye bedensel bir temasta bulunmasıysa tecavüz olarak nitelendirilmektedir. Cinsel ilişkiye zorlama tecavüzdür ve kişinin iradesi hiçe sayılmakta, baskı ve tehdit yolu ile cinsel ilişkiye girilmektedir. Kişinin izni dışında gerçekleşen tecavüzde, amaç her zaman cinsel tatmin olmamaktadır. Cinsel istismarda görünürde bir fiziksel zorlama veya güç gösterisi yoktur ama manipülasyon ve hile vardır. Cinsel istismar da tecavüz kadar ciddi bir durumdur. İnsanların çocukluk zamanlarında yaşadıkları travmanın nedeni, çoğu zaman cinsel istismar olmaktadır. Tecavüz suçuna 6 ile 12 yıl arasında bir ceza verilirken, cinsel istismar suçuna 4 ile 12 yıl arasında bir ceza verilmektedir. Tecavüz ve Cinsel İstismar Dosyalarında Avukatın Rolü Nedir? Tecavüz, cinsel istismar ve çocuğun cinsel istismarı dosyalarında avukat ne kadar profesyonelse konu o derece daha iyi yönetilir ve davalarda daha iyi sonuçlara erişilir. Cinsel istismar ihbarlarının artması, cinsel istismar dosyalarında avukata düşen rolün artmasına neden olmaktadır. Tüm bunların yanında kimi zamanda iftiralar ile masum kişiler cezalandırılmakta ve şikayet dosyaları yürütülmektedir. İftira nedeniyle uzun yıllar ceza alıp hapis yatan kişilerin sayısı azımsanmayacak boyuttadır. Avukatınız bu aşamaları en iyi şekilde yönetip en iyi delillerle, en iyi yöntemlerle çalışacaktır. Avukat veya Dedektif Cinsel İstismar Olayını İnceleyebilir mi?
Ceza Hukuku, MAKALELER & MAHKEME KARARLARI
By Av. Mustafa Kemal Batur / 14 Ocak 2020

Ceza Avukatları ve Ağır Ceza Avukatlarının Özellikleri

  Hukuk sistemi hem ülkemizde hemde dünya çapında artık çok geniş bir alanda hizmet veriyor. Gündelik hayatta uyuşmazlıkların türü ve çeşitlerinin fazla olmasından dolayı bu uyuşmazlıklara konu olan olaylara bakan hukuk türleri de birbirinden farklı özellikler içeriyor. Hangi tür dava olursa olsun davanın başlangıcından nihai sonucuna kadar geçen süre içerisinde hukuk anlamında makamlar bir silsile yolu ile davalara bakarlar. Davaya konu olan olayın görüşüldüğü ilk merci savcılık makamı iken davanın kesin olarak sonuçlanmasını sağlayan makam da Yargıtaydır. Davanın başından en son aşama olan Yargıtay aşamasına kadar geçen süre davanın özellik ve niteliklerine göre değişiklik gösteriyor.

Yargıtay Nedir ve Nerededir? Yargıtay, ceza ve hukuk davalarının en son karar merci olarak biliniyor. Yerel mahkemece görülen davaların yerel mahkeme tarafından gerekçeli karara bağlanması ilgili davanın yargıtaya taşınması sürecini de başlatıyor. Yerel mahkemenin vermiş olduğu gerekçeli karar taraflara tebliğ edildikten sonra taraflarca tebliğ tarihinden itibaren yasal süresi içerisinde yerel mahkemenin gerekçeli kararını yargıtaya itiraz edebiliyorlar. Kısacası Yargıtay ceza ve hukuk davalarında son karar merci olarak dikkat çekiyor. Yargıtayın merkezi Ankara'da olup, davaların kesin karar merci olarak hizmet veriyor. Yargıtayın herhangi bir şubesi söz konusu değildir. Kendi içerisinde bir takım alanlara ayrılarak hizmet veriyor. Yargıtay Hukuk ve Ceza Daireleri Ne İş Yapar? Yargıtay, iki ana kola ayrılıyor. Birisi Yargıtay ceza dairesi diğeri de Yargıtay hukuk dairesidir. Yargıtay ceza dairesi ceza davalarının temyiz aşamasında görüldüğü dairelerdir. Yargıtay hukuk dairesi de hukuk davalarının temyiz aşamalarının değerlendirildiği ve nihai kararların verildiği dairedir. Yargıtay hukuk daireleri genel olarak temyiz incelemelerinin görüşülmesinin yanı sıra davanın neticelenmesi konusunda zaman kayıplarını gidermek, iş birliği, akademik çalışmaları ve uzmanlaşmayı desteklemek, hukuksal anlamda gelişen problemlere karşı sorumluluk üstlenerek yönlendirici ve yöneten olmak gibi bir takım vasıfları söz konusudur. Yargıtay hukuk daireleri kendi içerisinde medeni hukuk daireleri, ticaret ve borçlar hukuku daireleri, gayrimenkul hukuk daireleri ve iş ve sosyal güvenlik hukuku daireleri olarak dört farklı alandan meydana geliyor. Yargıtay ceza daireleri de davaların nitelik ve özelliklerine göre kendi içerisinde farklı dallara ayrılıyor. Yerel mahkemenin kararlarını temyiz aşamasında incelemenin yanı sıra temyiz ve dava süresinin kaliteli bir şekilde kullanmak, davaların zamanında karara bağlanmasını sağlamak, akademik çalışmalara destek olmak, iş bölümü ve ceza davaları içerisinde meydana gelen aksamaları gidermek ve engellemek gibi bir takım görevleri söz konusudur. Yargıtayda Avukatların İşlevi Nedir? Temyiz aşamasına gelmiş davalarda yargıtay tarafından incelenen dosyalar en kısa süre içerisinde karara bağlanır. Taraflar dilerlerse avukatlarının temyiz aşamasında da görevde olmasını isteyebilirler. Avukatlar yargıtay ceza dairelerinde davanın temyiz aşamasında ceza dairesi heyetine davanın seyri ile ilgili görüşlerini, yerel mahkemenin vermiş olduğu kararın neden ve hangi hükümlere göre bozulması ya da onanması gerektiğini sözlü ya da yazılı olarak dile getirebiliyorlar. Avukatlar yargıtay ceza dairesinin ilgili dava ile ilgili karar vermesini hukuki dayanaklarına dayanarak belgeleyebilir. Bu durum yargıtay ceza dairelerinin kararlarını yerel mahkeme öncesinde ilgili avukatlara bildirmesine neden oluyor. Birçok davanın yargıtay aşamasına geçtiği ancak çok az davada ceza avukatı olarak yargıtayda görev alındığı biliniyor. Yargıtay, ceza avukatı olarak ilgili davanın taraflarından birisi olması nedeni ile dava ve temyiz aşaması ile ilgili ceza avukatlarına gerekli söz hakkını veriyor. Ceza davalarının yargıtaydaki süreci zaman aldığı için yargıtay ceza dairesi ilgili dava ile ilgili duruşmanın ne zaman yapılacağı konusunda ceza avukatına tebligat çıkararak bilgilendiriyor. Bu bilgi ile birlikte ceza avukatı ilgili duruşma tarihinde yargıtayda hazır bulunuyor. Yargıtay avukatı olarak halk arasında nitelendirilen ceza avukatları bu sürece vakıf olmakla beraber süreci en iyi şekilde yürütmektedirler.

Yargıtayda Avukatlar Neler Yapabilir?

Yargıtaydaki duruşmalara ceza avukatı olarak katılan avukatların birçok işlevi söz konusudur. Öncelikle davanın temyiz edilerek yargıtaya gelmesi yerel mahkemenin kararının uygun bulunmadığının göstergesi olduğu için, ceza avukatları yargıtayda yerel mahkemenin vermiş olduğu kararların ceza kanununda hangi hüküm ve maddelere göre uygun olmadığını ibraz edebilir. Bunun yanı sıra ağır ceza avukatı olarak görev yapan avukatlar yargıtayda, yerel mahkemede yapamadıkları savunmaları ya da sonradan dava konusuna eklenen bir unsur söz konusu ise yargıtay ceza dairesi huzurunda sözlü ya da yazılı olarak dile getirebilirler. Bu nedenle ağır ceza avukatı yargıtayın yerel mahkemenin kararını bozması ya da onaması yönünde oldukça büyük bir etkiye sahip olabilir. Yargıtaydaki Duruşmalarda Avukat Bulundurmak Zorunlu Mudur? Yargıtaydaki davalarda avukat bulundurmak zorunlu değildir. Bunun ana nedeni yerel mahkeme sürecinde avukatlar dava ile ilgili gerekli savunma ve şikayetlerini yaptıklarından yargıtay aşamasında zorunluluk söz konusu değildir. Ancak davanın tarafları yerel mahkeme kararından sonra dava ile ilgili önemli bir gelişme söz konusu olduysa yargıtay duruşmalarına avukatlı bir şekilde katılmayı talep edebilirler. Bu durum tamamı ile tarafların taleplerine bırakılmış bir durum olarak dikkat çekiyor. Yargıtaydaki duruşmalarda avukat bulundurmak zorunlu olmadığı gibi duruşmalara avukat ile katılamayacağı yönünde herhangi bir hüküm de söz konusu değildir.

Ceza Davalarında Avukatın Önemi

Ceza davaları, Türk Ceza Kanunu hükümlerine göre görülen davalardır. Bu davalar Türk Ceza Kanunun yer alan maddelerin ihlal edilmesi nedeni ile yaptırımı ceza olan davalar olarak biliniyor. Bu cezalar adli para cezaları olabileceği gibi tarafların özgürlüklerini kısıtlayıcı süreli hapis cezaları da olabilir. Ceza davalarının yaptırımının maddi müeyyide içermesi ceza avukatı açısından büyük bir sorumluluk gerektiren bir durumdur. Bu nedenle ceza avukatları müvekkillerinin tüm haklarını, uğramış oldukları haksızlıkları, dava neticesinde müvekkillerinin uğramış oldukları zararların nasıl tanzim edileceğine dair bir takım kanun maddelerine istinaden taleplerde bulunabilirler. Kendisini savunmak zorunda kalan, üzerine suç isnat edilen kişilerin ağır ceza avukatı da müvekkillerinin ceza almamaları için gerekli hazırlıklarını kapsamlı bir şekilde yaparak dava sürecini en iyi şekilde geçirmek ister. Ağır Ceza Avukatlarının Önemli Özellikleri Ağır ceza avukatlarının birçok önemli özelliği söz konusudur. Bunların en başında ceza davalarının sürecinin nasıl işlediğini çok iyi bilmeleridir. İsnat edilen suçun mahkemece kabul edilmemesi ya da haksızlığa uğrama durumunda haksızlığa uğranıldığının mahkemece kanaat getirilmesi yönünde hukuk çerçevesi içinde yerel mahkemede büyük rol oynarlar. Ağır ceza avukatları ceza davasına neden olan konunun mahkeme huzurunda açıklığa kavuşturulması için çok titiz çalışma yaparak ilgili konunun tam anlamı ile idrak edilmesini sağlar.        
İdari Yargı, İmar ve Gayrimenkul Hukuku, MAKALELER & MAHKEME KARARLARI
By Av. Mustafa Kemal Batur / 14 Ocak 2020

Değerli Konut Vergisi Nedir ve İtiraz İçin İptal Davaları

Değerli Konut Vergisi

  Sadece lüks konutlar üzerine mecliste tasarıya sunulan, sonrasında onaylanan değerli konut vergisi, lüks konutlardan mevcut konutlara nazaran daha da fazla vergi alınmasına yönelik bir yeni sistemdir. Lüks konutların değerlendirilmesi için de 5 Milyon TL'lik rakama karşılık gelen konut fiyatı hedef alınmıştır. Bu rakamın üzerinde bulunan konutlar, lüks konutlar kabul edilip, değerli konut vergisi uygulanmaya başlanmıştır. Türkiye'de 7000'in üzerinde lüks konut yer aldığı için bu konutların tamamına yasa ile belirlenen konut vergisi uygulanmaktadır. Aşağıda belirtilen bilgilerde ise değerli konut vergisine ilişkin; tam olarak ne olduğu, neleri kapsadığı, insanları ilgilendiren kısımları ve hukuki zemini ele alınmıştır.

  Değerli Konut Vergisi Nedir?   Değerli konut vergisi, emlak vergisi ile beraber ekstradan vergi alınması anlamına gelmektedir. Ekstra vergi kapsamına giren vergiyse lüks konutlar için uygulanacak vergi olmaktadır. Halihazırda bulunan konutlar için emlak vergisi uygulaması devam ederken, lüks konutlar vergisi de yeni bir vergi olarak uygulamaya girmiştir. Mevcut konutlar için uygulanan emlak vergisi yüzdeliğe göre lüks konutlara nazaran daha uygun yer alır. Kısacası değerli konut vergisi, taşınmaz lüks konutlar (Şuanda 5 Milyon TL'lik konut) için uygulanan bir vergidir. Bu konut vergisini ödeyenler emlak vergisini de ilaveten ödemek zorundadırlar. İki vergiye tabi tutulan konut için iyileştirme, yüzdelik kısmın kabarık tutulmaması ile bağdaşabilir. Aynı anda iki vergi alınması suanda büyük bir ihtilafa konudur.  

Varlık Vergisi, 1942

  Varlık vergisi, Türkiye'de 1942 yılında, 4305 sayılı kanunla konulmuş olağanüstü serveti niteleyen bir vergidir. Varlık vergisi genel itibari ile olağanüstü servete sahip kesimler için uygulanır. Varlık vergisine tabi tutulacak kesim içinse hükumetin gerekçesi; ''4305 sayılı kanun aynı zamanda bir devrim kanunudur. Milletimize ekonomik bağımsızlığı kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasaya egemen olan yabancıları kanunla ortadan kaldırarak, piyasayı esas sahibi Türklerin eline vereceğiz.'' o dönemde buna benzer şekilde belirtilmiştir. Yasanın uygulanışı ise servet tespit komisyonları il il kurularak, vergiye tabi kimselerin saptanması yönünde devam etmiştir.  Komisyon tarafından verilen kararlar nihai olarak kabul edilmiş, varlık vergisi uygulanacak kişilerin uymaması durumunda, mallarının haczedilmesi ve belediye hizmetlerinde çalıştırılmasında karar verilmiştir.    

Varlık Vergisinin Uygulanışı

  İkinci Dünya Savaşı'na dolaylı olarak dahil olan Türkiye, o dönemde varlık vergisine ekonominin zayıflamasıyla başlamıştır. Mecliste uzamadan varlık vergisinin uygulanacağına ilişkin karar alınması ardından komisyonlar il ve ilçelerde kurulmuştur. Bu komisyonlar verginin uygulanacağı kesimleri tespit edip, ödemesi gereken vergiyi de bildirmekteydi. Genelde varlık vergisi, bugün ki değerli konut vergisi ile ilişkilendirilmektedir. O dönemde savaş dolayısıyla ekonomiyi kurtarmak için uygulanan vergi, devletin ekonomisinin %80'ine yakın kısmını oluşturmuştu. Bugün 7000'in üzerinde lüks konutların bulunması ve bu konutların vergiyi ödemesi de varlık vergisiyle özdeşleştirilmektedir. Ancak birbirinden farklı noktaları ise varlık vergisinde itiraz yolu kapalıyken, değerli konut vergisinde itiraz yolu açıktır.  

Değerli Konut Vergisi, Mülkiyet Hakkını Kısıtlıyor Mu?

  Medyada sıklıkla dile getirilen açıklamalarda değerli konut vergisinin mülkiyet hakkını kısıtladığını, hatta yok saydığını savunanlar bulunmaktadır. Kısmen doğru da sayılabilen bu görüş, serbest piyasa düzenine etkiyecek, aynı zamanda ilke ve esaslarını çiğneyecek nitelikte yer alabilmektedir. İlgili konutun sahibi için gelir dağılımı gözetilmeksizin sabit varlık sahibi kabul edileceğinden, vergi uygulanır. Ayriyeten mükelleflerden alınacak verginin 2 aylık taksiti söz konusudur. Kaynakların genelinde de mülkiyet hakkına aykırı bir kanun olduğu görüşü bulunmaktadır. Değerli konut vergisinin mülkiyet hakkına aykırı olduğu düşüncesi, bir de varlık vergisi ile özdeşleşmesine dayanmaktadır. Tıpkı varlık vergisine benzer yasa uygulanışı, mülkiyet hakkına aykırı olduğunu göstermektedir. Bu düşünceyi benimseyen birçok kesim içinse, varlık vergisinin savaş sonrası ekonomik kalkınma olarak planlanması, ancak değerli konut vergisinin hukuk devlet ilkelerine aykırı olduğu, dayanağının bulunmadığı savunulmaktadır. Emlak vergisine ilave olarak eklenen değerli konut vergisi, servet sahiplerinin haklarını sınırlamakla kalmayıp hukuki açıdan da etik olmayan davranış olduğu görüşü de yer almaktadır. Mülkiyet hakkına aykırı olarak değerlendirilen değerli konut vergisi raporları, idare aracılığı ile internette ilan edilmektedir. Tebliği şeklinde ilanı belirtilen raporlara internet üzerinden de ulaşılabiliyor. Rakamlardan memnun olmayanlar içinse rapor için itiraz süreci devreye girebiliyor. İtiraz sürecini de avukatla birlikte ele alarak süreç başarılı şekilde gerçekleştirilebiliyor.  

Değerli Konut Vergisi İtiraz Süreci

  Değerli konut vergisi için rakamların itiraz süreci söz konusu olabilmektedir. Gerçeği yansıtmayan şekilde raporun hazırlanması durumunda ilgili idarelere yada TKGM'ye itiraz yapılabilir. Avukat tarafından itiraz sürecine ilişkin daha detaylı bilgi elde edilebilirken, temel itirazlara ilişkin bilgilere yer verdik. Öncelikle değerli konut vergisi 15 günlük bir itiraz süresine sahiptir. Sonrası için itiraz hakkı bulunmayacaktır. Tebligat kanununa göre internet aracılığı ile ilan edilen rakamların, tebligattan sonra 15 günlük itiraz süresi söz konusu olmaktadır. Dolayısıyla tebligat hususunda itiraz sürecinde problemler yaşanabilmektedir. Değerli konut vergisi avukatı aracılığı ile itiraz süreci en kapsamlı şekilde ele alınıp, süreç doğru uygulanabilir. Bu konuda değerli konut davası açılmakta ve açılan değerli konut davaları devam etmektedir.    

İtirazın Süreci Nasıl Ele Alınmalıdır?

  Tebligattan hemen sonra itiraz süreci başlamış bulunur. Bu süreçte usule uygun bildirimi yapılır. İtirazın Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü'ne bildirim halinde iletilmesi için ilk esasta değerleme raporu idari itiraz şeklinde iletilir. İdari itirazda raporun hukuka aykırı düzenlenmiş olma, hatalı bulunma durumları rapor içeriği için icabına uygun olmalıdır. Gerek iktisadi gerekse de ticari bakımdan itiraz süreci ele alınır. Bu durum itiraz sürecini raporun elde bulundurulmasıyla gerçekleştirilir. Bir de değerleme raporun  bulunmaması durumu söz konusu olabilir. Bu durumda ise ilgilisi için değerleme raporu tebliği talep edilir. İdari itiraz icabı değerleme raporu bulunmadığı için esas alınmaz. Fakat genel ifadelere yer verilerek tebliği sağlanan raporun ardından değerlemenin gerçek dışı olduğu bildirilir. Değerli konut vergisi avukatı aracılığı ile değerleme raporlu veya raporsuz itiraz süreci ele alınabilir.  

İtiraz Süreci Mahkemeye Taşınarak, Devam Eder

  Yasada belirtilenlere göre itiraz usulünün davanın yargıya taşınmasından bir etkisi bulunmaz. Bu sebeple gerek idari itiraz gerekse de genel bildiri itirazı şeklinde gerçekleşen değer bildirimi mahkemeye yansımaz. Ancak yine de itiraz usulü gözetilmeksizin dava açılabilir. Yani değerli konut vergisi avukatı tarafından TKGM'ye iletilen rapor içeriğinin gerçeği yansıtmadığına ilişkin itiraz, sonucu için beklenmesine gerek kalmaz. Yargıya çıkan itiraz, mahkemece daha kısa süre zarfından sonuçlanır. İtiraz sürecinin mahkemeye taşınması bir nevi ilgili raporun sahibi kimse için doğru çözüm olabilir. Mahkemeye gerçeği yansıtmayan rapora ilişkin açılabilecek her davadan kısa zamanda sonuç alabilmek daha muhtemeldir. Gerek mahkemeye yürütmeyi durdurma talebi(Ödenmesi gereken rakamın iptali) iletilir. Gerekse de yürütme sonucu ödenmiş olan rakam için geri iade istenebilir. İtiraz süreci mahkemeye taşınarak daha öncesinde ödenen rakamlar için geri iade de talep edilebilir. Ancak bu süreçte mali idarenin, mahkemenin nihai kararı vermemesi durumunda geri ödemeye meyilli olmadığı sıklıkla görülür. Ancak davanın kazanılması durumunda ise nihai karar olarak iade talebi söz konusudur. Ancak bu iadede söz konusu rakam, ilgili raporda yer alan gerçeği yansıtmayan rakamın fazlalığıdır. Mahkemenin kanaatine göre karar kılınan esas rapor kaynak olarak kullanılır. Esas rapora göre yer alan rakam ödemesi yapılmalıdır. Fazlası ödenmiş olan rakamlarınsa davanın kazanılması sonucunda iadesi söz konusudur.   Av. Mustafa Kemal Batur Değerli konut vergisi itiraz ve dava süreci hakkında bilgi için iletişime geçebilirsiniz  
Ceza Hukuku, MAKALELER & MAHKEME KARARLARI
By Av. Mustafa Kemal Batur / 14 Ocak 2020

Uyuşturucu Madde Suçları Ve Verilecek Cezalar – TCK 188

  Uyuşturucu olarak adlandırılan eroin, kokain, morfin, esrar ve bonzai i insanların sağlığını olumsuz etkileyen maddelerdir. Sadece kullanan insanları etkilemekle kalmayıp, aile ve toplum sağlığı ile düzeninin bozulmasına da yol açıyorlar. Devletçilik ilkesinden yola çıkarak Türk Ceza Kanunumuzda “Kamu sağlığını ilgilendiren suçlar” olarak uyuşturucu ele alınmıştır. Hukuk devleti olan ülkemizde her türlü uyuşturucu imali ve uyuşturucu ticareti suç kapsamına alınmıştır. Uyuşturucu kapsamı altında, uyarıcı madde ticareti ve imali ülke içinde satılması, satışa sunulması, temin edilmesi, sevk edilmesi, depolanması kanunen suçtur. Uygulamada uyarıcı madde ticareti ve imali “uyuşturucu kaçakçılığı suçu” olarak kullanılıyor.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçları

Uyuşturucu maddeleri uyuşturucu ticareti amacıyla imal, ihraç, ithal edilmesi, depolanması, nakledilmesi, bulundurulması, kabul edilmesi suç sayılıyor. Her bir suçun cezai karşılığı da TCK’ da açıkça belirtilmiştir. Uyuşturucu Madde İmal Etme Suçu; İmal etme işlemi, bir maddeyi veya bir uyuşturucuyu belirli işlemlerden geçirerek başka bir uyuşturucu imali etmektir. İmal etmekten kasıt; maddenin, kullanılan aletlerin ve ortamın uyuşturucu imaline müsait olmasıdır. Uyuşturucu Madde İthal Etme Suçu; Uyuşturucu ya da uyarıcı maddelerin ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak yurt dışından ülke içine sokulması TCK’ da suç kabul edilmiştir.  Uyuşturucuların hangi yolla yurda sokulmasının önemi yoktur. Ülke sınırları içine sokulması suçun kendisini oluşturuyor.  Türkiye üzerinden başka ülkelere geçişini sağlama durumlarında yakalandığında nakletme suçu oluşuyor. Uyuşturucu Madde İhraç Etme Suçu; Yurt içinde üretilen veya başka yollardan elde edilen uyuşturucuların başka bir ülkeye satış amacıyla çıkartılmasıdır. İhraç etme suçunun gelişebilmesi için gümrük kapısından geçmesi gerekiyor. Gümrük kapısından geçmeden, gümrük alanında yakalanırsa “ihraç etme suçuna teşebbüs” söz konusudur. Gümrük alanı dışında yakalandığında da “nakletme veya bulundurma suçu” işlenmiş olur. Uyuşturucu Madde Sevk veya Nakletme Suçu; Uyuşturucu maddesini başkalarının kullanabilmesi amacıyla başka bir yere götürülmesi suçudur. Kişi, uyuşturucu maddeyi sadece kendi ihtiyacı için naklediyorsa –kullanım miktarı sınırları içinde kalmak şartıyla- bulundurma suçu işlemiş olur. Uyuşturucu Madde Kabul Etme ve Bulundurma Suçu; Kabul etme ve bulundurma suçları ayrı eylemlerdir. Kabul etme, uyuşturucu maddeyi, karşılık beklemeden kişisel kullanım dışında bir amaçla almasıdır. Bulundurmaksa; uyuşturucu maddeyi kişisel kullanım amacı dışında ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak üzerinde taşımasıdır. Uyuşturucu maddeyi ticaret amacıyla üzerinde bulundurduğu tespit edilemeyen ancak kişisel kullanım sınırlarının çok üstünde maddeyle yakalananlar bu suçu işlemiş sayılıyorlar. Uyuşturucu Madde Satma, Satışa Arz etme veya Satın Alma; Uyuşturucu maddeyi bir bedel karşılığında başkasına devretme işlemi satmayı, satış hazırlıklarının yapılması arz etmeyi ifade ediyor. Satın alma suçunun gerçekleşmesi için uyuşturucu maddeyi alan kişinin bunu kişisel kullanım için değil de ticari amaç için satın alması gerekiyor. Uyuşturucu Madde Temin Etme (Başkasına Verme, Sağlama) Suçu: Uyuşturucu maddeyi başkasına verme, sağlama eylemi; kişinin elindeki uyuşturucuyu bedelsiz ve satış amacı gütmeden bir başkasına vermesidir. Bu suçtaki kilit nokta, satış ve satışa arz amaçlarının güdülmemesidir. Uyuşturucuyu alan kişinin hangi amaçla aldığının bir önemi bulunmuyor. Bu konuda sizi en iyi uyuşturucu avukatı savunabilir ve en iyi hizmeti uyuşturucu konularına hakim bir ceza avukatından alabilirsiniz.

Uyuşturucu Madde Ticareti Suçlarına Verilen Cezalar

Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) uyuşturucu imali ve uyuşturucu ticareti suçu 188. maddede açıkça belirtilmiştir. Hangi unsurların suç teşkil ettiği ve verilecek cezalar bellidir. 1-Uyuşturucu veya uyarıcı madde ticareti ve imali ithali veya ihracını yapan kişi/kişiler 20 yıldan 30 yıla kadar hapis cezasına çarptırılırlar. Ayrıca yirmi bin güne kadar adli para cezası uygulanır. (TCK 188/1) 2- Uyuşturucu veya uyarıcı maddeleri ruhsatsız veya ruhsata aykırı olarak ülke içinde satan, satışa arz eden, temin eden, sevk eden, nakleden, depolayan, satın alan, kabul eden, bulunduran kişi/ kişilere 10 yıldan az olmamak üzere hapis ve yirmi bin güne kadar adlî para cezası uygulanır. (TCK 188/3) 3-Üretimi resmi makamların iznine veya satışı doktor reçetesine bağlı olan uyuşturucu veya uyarıcı maddeler hakkındaki cezai işlemlerde 1. ve 3. fıkra hükümleri uygulanıyor. (TCK 188/6) 4-Uyuşturucu madde olmamasına rağmen, uyuşturucu veya uyarıcı madde üretiminde kullanılan maddeleri ithal, imal, sevk, nakil, ihraç eden kişi/kişiler 8 yıldan az olmamak şartıyla hapis yirmi bin güne kadar adli para cezası alırlar. (TCK 188/7)

Cezalara Etki Eden Ağırlaştırıcı Sebepler

1- Uyuşturucu veya uyarıcı madde verilen/satılan kişinin çocuk olması hâlinde, veren/ satan kişiye verilecek hapis cezası 15 yıldan az olamaz. (TCK 188/3) 2-Bahse konu olan maddelerin eroin, kokain, morfin, sentetik kannabinoid ve türevleri veya bazmorfın olması halinde 1. ve 3. fıkralarda belirtilen suçlara verilecek ceza yarı oranında artırılıyor. (TCK 188/4) 3- Okul, yurt, hastane, kışla veya ibadethane gibi binalara ve belirtilen sınırlarına 200 metreden yakın alanda suçun işlenmesi halinde verilecek ceza 15 yıldan az olmamak üzere hapis ve 30 bin güne kadar adli para cezasıdır (TCK md. 188/4) 4- Tüm uyuşturucu suçlarının, üç veya daha fazla kişilerce işlenmesi hâlinde verilecek ceza yarı oranında artırılır. Suç işlemek için teşkil edilmiş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi hâlinde, verilecek ceza bir kat artırılır (TCK md.188/5). 5-  188. maddede tanımlanan suçların tabip, diş tabibi, eczacı, kimyager, veteriner, sağlık memuru, laborant, ebe, hemşire, diş teknisyeni, hastabakıcı, sağlık hizmeti veren, kimyacılıkla veya ecza ticareti ile iştigal eden kişi tarafından işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır (TCK md.188/8).

Cezalara Etki Eden Hafifletici Nedenler

TCK 188. maddenin 6. fıkrasında 188/1 ve 3. fıkralarda belirtilen suçlar açısından aynı hükümlerin geçerli olduğu hükmü bulunuyor. Fakat cezai uygulamada 1. ve 3. fıkralarda verilen cezaların yarı yarıya indirilebileceği hükmü de yer alıyor. Uyuşturucu konusunda avukatlarımıza ulaşmak için tıklayınız
1 7 8 9 10 11 24