Blog Son Yayınlar

Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Kredi Yeniden Yapılandırma, Kullandırım Masrafı gibi Kesintilerinin İadesi Hakkında Karar

T.C. ANKARA 7. TÜKETİCİ MAHKEMESİ GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2010/858 KARAR NO : 2011/309 HAKİM : ……….. KATİP : …………. DAVACI : ………….. VEKİLİ : …………………   DAVALI VEKİLLERİ : …… DAVA : Tüketicinin Hakem Kurulu Kararına İtirazı DAVA TARİHİ: 20/08/2010 KARAR TARİHİ : 14/04/2011 KARAR YAZMA TARİHİ : 18/04/2011
Yapılan yargılama sonucunda; İDDİA_________ Davacı, dava dilekçesinde ve davacı vekili beyanlarında: Davalı banka müşterisi olduğunu, 27/09/2007 tarihinde 60 ay vade ile 130.000,00 TL Konut Kredisi kullandığını, kredi faiz oranlarının düşüşünden yararlanmak üzere kredinin yeniden yapılandırılmasını talep etmesi üzerine bankanın %2 erken ödeme ücreti 1.545,00-TL ve ödeme planı değişiklik ücreti 386.00-TL olmak üzere 1.930,00-TL aldığını, bu paranın iadesi için Ankara Tüketici Sorunları İl Hakem Heyetine müracaat ettiğini, Hakem Heyetinin 09.08.2010 tarih ve 10 sayılı karan ile talebini reddettiğini, verilen kararın haksız olduğunu, bankanın haksız şekilde tahsil ettiği 1.930,00 TL bedelin iadesi gerektiğini belirterek Hakem Heyeti kararının iptaline ve ödenen 1.930,00-TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. SAVUNMA___ Davalı taraf vekili savunmalarında, açılan davanın haksız olduğunu, banka uygulamasının sözleşme ve davacının taahhüdüne uyarak yapıldığını, erken ödeme nedeniyle masraf ve komisyon alınmasının yasaya uygun olduğunu, açılan davanın yersiz olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir. YARGILAMA GEREKÇESİ Dava, Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Kararının iptali ve Kredi yapılandırması için ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir. (4077 s.K.m 1, 2,3,10,10/B, 23,30) Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyeti karan, Konut Kredisi Sözleşmesi, hesap özeti, ödeme planı, ödemeye ilişkin dekont örneği, bilirkişi raporu ve diğer belgeler dosyada mevcuttur. Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığının 09/08/2010 tarih ve 10 sayılı karan ile 4077 sayılı Tüketici Korunması Hakkında Kanunun 10/B maddesi gereği tüketicinin 1.930,00-TL yapılandırma ücretine ilişkin talebinin reddine karar vermiştir. Bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiler tüketicidir (4077 s.K.m.3/e). Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya kamu tüzel kişileri de satıcı sayılır(4077 s.K.m.3 g). Mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlem tüketici işlemi sayılır (4077 s.K.m.3/h). Mevcut davada taraflar arasın da kj Hukuki ilişki kredisi sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, bu tür uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri görevlidir.(4077s.K.m.lO, 10/B.l 1.23. 30)
Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu hallerde Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri de görevlidir. Ancak dava değeri itibarı ile verecekleri kararlar 4077 sayılı Kanun 22/5 madde uyarınca ilam hükmünde veya delil mahiyetinde olacaktır. Konut kredisi sözleşmesi, ödeme planı, yapılandırma sırasında alman komisyon ve masraf miktarı konusunda taraflar arasında ihtilaf yoktur. Uyuşmazlık alman tüketici kredisi nedeniyle faizlerdeki düşme nedeniyle banka tarafından yapılan yapılandırma işleminde masraf ve komisyon istenip istenemeyeceği konusundadır. 4077 s.K. 6 maddesinde yapılan düzenlemeye göre, satıcı ve sağlayıcının tüketici ile müzakere etmeden tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kurallarına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şart sayılır. Buna göre sözleşmedeki bir hükmün haksız şart olarak değerlendirilebilmesi ipin; 1) Satıcı tarafından müzakere edilmeden sözleşmeyi tek yanlı olarak konulmuş olması. 2) Tarafların hak ve yükümlülüklerinde tüketici aleyhine bir dengesizlik oluşturması, 3) Bu durumun iyi niyet kurallarına aykırı olması gerekir. Taraflar arasında tanzim edilen sözleşmenin tamamı veya sözleşmedeki bir veya birkaç hükmün haksız şartın kabulü için yukarıda belirtilen bu şartların tamamının aynı anda bulunması zorunludur. Sözleşme incelendiğinde, kredi kartı ücreti, kredi kartı yıllık aidat bedeli ve hesap işletim ücretine ilişkin hükmün banka tarafından tek taraflı olarak sözleşmeye konulduğu, bu durumun tüketici ile müzakere edilmediği, aksine bir iddianın bulunmadığı, sözleşme de bu konuda hüküm olmadığı, bu düzenlemenin tüketici aleyhine dengesizliğe sebebiyet verdiği anlaşıldığından bu hükmün haksız şart niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. (Aynı görüşte 13 H.D. 03/03/2008, 2007/11236 E., 2008/2982 sayılı kararı.) Konut Kredi Sözleşmesinin incelenmesinde: 27.09.2007 tarihinde davacının aylık 1,28 faizle, 60 ay vadeli 130.000.00-TL konut kredisi kullandığı, aylık 3.117,00-TL taksit ödemesi kararlaştırıldığı anlaşılmıştır. Dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmış olup, bilirkişi kurulu raporlarında: Taraflar arasında 27/092007 tarihli Konut Kredi sözleşmesi imzalandığını, aylık 1.28 faiz, 60 ay vade 130.000,00-TL kredi kullanıldığını, taksit miktarının 3.117,00-TL olduğunu, 30 aylık ödemeden sonra faiz oranının %Ö,89 oranına indirilerek ödeme konusunda tarafların anlaştıklarını, faiz oranının sabit olarak belirlendiğim, konut finansman kuruluşu tarafından erken ödeme ücreti talep edilebileceğini, banka uygulamasının yerinde olduğunu bildirmişlerdir. Bilirkişi raporu, dosya kapsamı ve delil durumuna uygun bulunmuş olup, teknik değerlendirmeleri mahkememizce kabul edilmiş ancak, hukuki nitelendirmeye yönelik sonuç bölümüne itibar edilmemiştir. 4077 s.K.m. 10/B maddesinin 14.fıkra hükmüne göre faiz oranının sabit olarak belirlenmesi halinde bir veya birden fazla ödemenin vadesinden önce yapılması halinde konut finansman kurulu erken ödeme ücreti talep edebilir. Erken ödeme ücreti %2 oranını geçemez. Kredi taksitlerinin vadesinden önce erken ödenmesi ya da borcun tümüyle ödenmesi halinde banka %2 oranını aşmayacak şekilde erken ödeme ücreti talep edebilir. Bankanın bu oranı azami miktarda kullanabilmesi için bunun haklı gerekçesini tüketiciye bildirmesi zorunludur. Mevcut olayda erken ödeme olduğu kabul edilemez. Yapılan işlem piyasada faiz oranlarının düşüşü ile birlikte bankalar arasındaki rekabet ile birlikte bankaların faiz oranında kendiliğinden ve talep üzerine yaptıkları indirimlerdir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki sözleşme yapılıp taksitler ödenmeye başlandıktan sonra faizlerdeki düşüş nedeniyle bankayı yapılandırmaya zorlamak hukuken mümkün değildir. Ancak serbest piyasa koşulları nazara alındığında kredi kullanan tarafın krediyi tümüyle kapatarak başka bir bankadan daha uygun şartlarda kredi alabileceği düşünüldüğünde bankaların yoğun bir şekilde yapılandırma adı altında yeni bir uygulama geliştirdikleri görülmektedir. Tüketici Kanununun tüketicilere sağladığı en önemli haklardan birisi bilgilendirme aydınlatılma hakkıdır. Bu kapsamda esasen bankalar kredi verdiklerinde masraf komisyon. Ve eğer tüm giderler dahil olmak üzere çekilecek kredi tutarı, taksit miktarı ve sabit aylık ödeme yaparak bunu tüketiciye bildirmek durumundadır. Ancak piyasa koşullarında yoğun rekabet nedeniyle bankaların mümkün olduğu kadar düşük oranda faiz ilanları yaparak bilahare masraf ve komisyon adı altında aldıkları ücretlerle faiz oranını dolaylı şekilde artırmaktadırlar. Tüketici Mevzuatı yönüyle bu durumun kabulü mümkün değildir.
Somut olayda bankayı yeniden yapılandırmaya zorlamak yasal olarak mümkün olmamakla birlikte banka kendi insiyatifiyle yapılandırmayı kabul ettiğine göre tüketiciye yapılandırma ile ilgili faiz oranını her şey dahil olmak üzere net biçimde ve kalan süre için ödenecek taksit tutarını bildirerek yapmak zorundadır. Borç yapılandırmasını kabul eden bankanın erken ödeme komisyonu adı altında ve plan değişikliği adı altında yeniden ücret talep etmesi usul ve yasaya aykırıdır. Dosya içerisinde toplanan tüm deliller, Hakem Heyeti kararı, Konut Kredisi Sözleşmesi, ödeme planı, bilirkişi raporu ve tüm dosya içeriğine göre, faiz oranlarındaki düşüş nedeniyle bankanın yeniden yapılandırma talebini kabul ettiği, bu nedenle masraf, komisyon adı altında ücret talep etmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı, aksi halin haksız şan niteliğinde olacağı, yapılandırmanın tümüyle bankanın insiyatifinde olduğu, bu işlem kabul edildiğinden ayrıca masraf ve komisyon talebinin usul ve yasaya uygun olmadığı anlaşıldığından, davanın kabulüne, hakem heyet kararının iptaline, dava konusu 1.930,00 TL nin davalıdan tahsilime, davacı tarafa ödenmesine karar vermek gerekmiştir. Anlatılan nedenlerle. HÜKÜM 1-Davanın KABULÜNE, 2-Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 09.03.2010 tarih ve 30 sayılı kararının İPTALİNE, 3- Dava konusu 1.930,00-TL’nin davalıdan TAHSİLİNE, davacı tarafa ÖDENMESİN E, 4-Davacı taraf kendisini bir vekil marifetiyle temsil ettirmiş olduğundan A.A.Ü.T uyarınca 550 TL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine. 5-Davacı tarafça yapıldığı anlaşılan 10,00 TL dava açma, 12,00 TL P.P., 300,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 322,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine. 6- Davalı tarafından yargılama gideri yapılmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 7-Harçlar Yasası uyarınca alınması gereken 18,40 TL başvuru ve 114,64 TL nispi karar ve ilam harcı olmak üzere toplam 133,04 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydedilmesine,
Dair, davacı vekili ile davalı vekili yüzlerine karşı, gerekçeli karar tebliğinden itibaren 15 günlük temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 14.04.2011
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Ancak Zorunlu Olan Masrafları İsteyebileceği, Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğuna Dair Yargıtay Kararı

Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Ancak Zorunlu Olan Masrafları İsteyebileceği, Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğuna Dair Yargıtay Kararı

T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2011/8196 K. 2012/1183 T. 26.1.2012 • ALACAK DAVASI ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) • KONUT KREDİSİ KULLANAN TÜKETİCİDEN ALINAN DOSYA MASRAFI ( Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu/Bilirkişiden Rapor Alınacağı ) • BANKANIN KREDİ VERİRKEN TÜKETİCİDEN DOSYA MASRAFI ALMASI ( Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu/Bilirkişiden Rapor Alınacağı ) • İSPAT YÜKÜ ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) • HAKSIZ ŞART ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) ÖZET : Alacak davasında ; davacı davalı bankadan sözleşme ile konut kredisi kullandığını, dosya masrafı adı altında para tahsil edildiğini, bu paranın bir karşılığı olmaksızın haksız olarak alındığını, tüketici ile müzakere edilmediğini, tüketici hakem heyetine de başvurup haksız şart olup tahsiline ilişkin karar aldırdığını bildirerek tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun, kullanılan kredi miktarı gözetilerek davalı bankanın belirlediği miktarın makul olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir. DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı, davalı bankadan 27.04.2009 tarihli sözleşme ile 104.480 TL konut kredisi kullandığını, 2.089,60 TL dosya masrafı adı altında para tahsil edildiğini, bu paranın bir karşılığı olmaksızın haksız olarak alındığını, tüketici ile müzakere edilmediğini, tüketici hakem heyetine de başvurup haksız şart olup tahsiline ilişkin karar aldırdığını bildirerek 2.089,60 TL nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş,hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davacının davalı bankadan 27.04.2009 tarihli sözleşme ile 104.480 TL konut kredisi kullandığı,kredi sözleşmesine ekli ödeme planında 2.089,60 TL peşin komisyon tutarı olarak gösterildiği ve davacıdan tahsil edildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacı, 13.04.2010 tarihinde tüketici hakem heyetine başvurmuş, 070.6.2010 tarihli kararda dosya masrafı olarak alınan bu bedelin tüketici ile müzakere etmeden konulduğunu, haksız şart olduğu gerekçesi ödenen miktarın tahsiline karar verilmiştir. 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve “Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir. 6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir … ” hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde “satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır” hükmü getirilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin 4.1, 4.2. maddesinde miktar belirtilmeksizin kredi ile ilgili masrafların,komisyonun, vergi ve harçların müşteri tarafından ödeneceği belirtilmiş, 4.4. Maddesinde “bankanın toplam kredi tutarına dilediği ad altında ve uygun göreceği oranda/tutarda komisyon tahakkuk ettirebilir ve bu komisyonları müşteriden tahsil edebilir. Müşteri, sözleşmeyi imzalamakta tatbik edilecek komisyon tutarlarının toplam kredi borcunun bir parçası olarak kendisi için her yönüyle bağlayıcı olduğunu kabul ve taahhüt eder.”şeklinde kararlaştırılmıştır. Yine 24.04.2009 tarihli kredi öncesi bilgi formunda,kullandırma dosya masrafının işlem tutarına göre değişiklik göstereceği, kullanılan kredinin % 3.25’i olarak hesaplanacağı, ekspertiz masrafları, teminatların sigortalanması ile ilgili sigorta primleri müşteriye ait olduğu,ait olduğu,ayrıca vergi, resim, harç, fon vs giderlerin müşteriye ait olduğu belirtilmiştir. Bilgi formuna ekli ödeme planında komisyon masrafı olarak 2.089,60 TL gösterilmiştir. Ancak, bu ücret ve masrafların hangi nedenlerle alınacağına dair sözleşmede ve bilgi formunda açıklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Kural olarak davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, içeriği somutlaştırılmayan diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun, kullanılan kredi miktarı gözetilerek davalı bankanın belirlediği miktarın makul olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 26.01.2012 gününde oy birliği ile karar verildi.
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Banka Kredisi Komisyon ve Aidat İadeleri Mahkeme Kararı

Kredi masraf iadesi ve mahkeme sonucu gerekçeli kararı

Download (PDF, 126KB)

   
Trafik Sigorta, Kasko ve Tazminat Davaları
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Araç sahibi olmak ile suç arasında illiyet bağı

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Esas Sayısı : 2012/106 Karar Sayısı : 2012/190 Karar Günü : 29.11.2012 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin, 21.5.1997 günlü, 4262 sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile yeniden düzenlenen üçüncü fıkrasının “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” biçimindeki 4. cümlesinin, Anayasa’nın 38. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir. I- OLAY 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin üçüncü fıkrasının 4. cümlesi uyarınca uygulanan idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Yukarıda belirtilen dava ile ilgili olarak, mahkememizce yapılan ön inceleme sonucunda, mahkememizin yetkili olduğu, başvurunun süresi içinde yapıldığı, başvuru konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olduğu ve başvuranın buna hakkı olduğu anlaşılmakla başvurunun usulden kabulüne karar verilmiş ancak idari yaptırımın uygulanmasına dayanak teşkil eden hükmün Anayasaya aykırı olması sebebiyle bu konuda Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir. Zira; Ceza hukukunda, fiil, kişinin haricî, nesnel bir davranışıdır, yani kişinin, başkalarınca algılanabilen bir davranışıdır. Bu anlamda olmak üzere, kişiden çıkarak haricileşmiş bir fiil olmadıkça, suç da olmaz. Buradan, suçun maddî unsuru olan “filsiz suç olmaz” mutlak kuralı ortaya çıkmaktadır. Kural, ceza hukuku düzeninin niteliğini belirlemede mihenk taşıdır. Anayasa, 38. maddesinde, … kanunun suç saymadığı bir fiilden söz ederken, açıkça fıilsiz suç olmaz kuralına vurgu yapmış olmaktadır. Aynı şekilde, TCK’nun 2. maddesinde, kanunun suç saymadığı bir fiilden söz edilmektedir. Bu demektir ki, suçun maddesini, fiil oluşturmaktadır. Bugün, fıilsiz suç olmaz kuralı, uygar bir ceza hukukunun, kendisinden vazgeçmesi imkansız olan bir temel taşıdır. Bir hareket yoksa, ortada, ne bir fiil, ne de bir suç vardır. Hareket olumlu veya olumsuz bir biçimde ortaya çıkabilir. Olumlu bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmak, olumsuz bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmamaktan ibaret bulunmaktadır. Yapmak biçiminde ortaya çıktığında harekete “icra hareketi”, yapmamak biçiminde ortaya çıktığında harekete “ihmal hareketi” denmektedir. İhmal hareketi de insanın nesnel, yani harici bir davranışıdır. Ortada icra veya ihmal hareketi olmadıkça, bir suçun da bulunmadığının kabulü zorunludur. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere, Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrasında, “Ceza sorumluluğu şahsidir.” hükmü yer almaktadır. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Başka bir anlatımla bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. (Anayasa Mahkemesi’nin 15/03/2012 tarih ve 2011/105 E.-2012/38 K. Sayılı kararı) Bu bilgiler ışığında dava konusu somut olay incelendiğinde; başvuruda bulunan …’ün kendi adına kayıtlı bulunan 09 BF 692 plaka sayılı aracı … isimli şahsa kiraladığı, … isimli şahsın ise, …’ün bilgisi dışında aracı üçüncü kişi olan … isimli şahsa verdiği, emniyet görevlileri tarafından yapılan kontrol sırasında …’in aracı sürücü belgesiz olarak kullandığının tespit edildiği, bu nedenle sürücü olan …’e ceza verildiği ancak sürücünün araç sahibi olmaması nedeniyle araç sahibi olan …’e de iptali istenen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 36 maddesinin 3. fikrasının 4. tümcesinde yazılı “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” hükmü uyarınca ceza uygulandığı anlaşılmıştır. Somut olayda da görüleceği üzere, kişi, sahibi olduğu aracının başkası tarafından sürücü belgesiz olarak kullanıldığı konusunda bilgi sahibi olmasa kısacası bu konuda herhangi bir kusuru (kastı veya özen ve dikkat yükümlüğüne aykırı davranışı) olmasa dahi iptali istenen söz konusu hüküm uyarınca cezaya muhatap olmaktadır.Bu konuda istisnai bir örnek vermek gerekirse; alınan her türlü önlem ve tedbire rağmen bir kişinin aracının sürücü belgesi sahibi olmayan bir hırsız tarafından çalınması ve hırsızın yakalanması durumunda dahi suçun mağduru olan araç sahibine de bu hüküm uyarınca para cezası verilmek zorunda kalınacaktır. Zira, kanun metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, araç sahibine ceza verilmesi için herhangi bir kusurunun olması şartı aranmamaktadır. Kişinin sadece araç sahibi olması ceza alması için yeterlidir. (Oysa ki aynı kanunun 37. maddesinde benzer bir düzenlemede, araç kullandıran kişilerin cezalandırılacağı belirtilerek açıkça kusur sorumluluğuna vurgu yapılmıştır.) Her ne kadar hukuki sorumluluk açısından aynı kanunda işletenin (araç sahibi) kusursuz sorumluluğu kabul edilmiş ise de, aynı ilkenin cezai sorumluluk yönünden de kabulü mümkün değildir. Sonuç olarak görülmektedir ki, iptali istenen söz konusu kanun hükmü uyarınca, bir kimsenin icrai (ehliyetsiz araç kullanması için birini teşvik etme vs…) veya ihmali (ehliyetsiz araç kullanılmasına göz yumma vs…) herhangi bir hareketi olmasa veya tespit edilemese dahi sadece araç sahibi olmasından dolayı başkasının bir fiili nedeniyle (ehliyetsiz araç kullanma) ceza alması söz konusu olmaktadır. Bu nedenle, 1982 Anayasasının 38/7. maddesine aykırılık teşkil eden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 36 maddesinin 3. fıkrasinin 4. tümcesinde yazılı “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” cümlesinin iptali için Anayasa Mahkernesine başvurmak gerektiğine mahkememizce kanaat getirilmiştir.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun itiraz konusu kuralı da içeren 36. maddesi şöyledir: “Madde 36- Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır. Araçlar, bu Kanunda sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile iki veya çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir. (Yeniden Düzenleme: 21/5/1997 – 4262/4 md.) Sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara ilk tespitte bir aydan iki aya kadar, tekrarı halinde iki aydan üç aya kadar hafif hapis cezası verilir. Ayrıca bu kişiler her defasında 7 200 000 lira hafif para cezasıyla da cezalandırılırlar. Bu kişilerin kazaya neden olması halinde bu cezaların uygulanması diğer cezaların uygulanmasına engel teşkil etmez. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 38. maddesine dayanılmış, 2. maddesi ise ilgili görülmüştür. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımlarıyla 27.9.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ayşegül ATALAY tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, itiraz konusu kural uyarınca bir kimsenin icrai veya ihmali herhangi bir hareketi olmasa veya tespit edilemese dahi sadece araç sahibi olmasından dolayı başkasının bir fiili nedeniyle ceza almasının söz konusu olduğu, bu durumun ise cezaların şahsiliği ilkesiyle çeliştiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir. İtiraz konusu kuralda, sürücü belgesi olmadan trafiğe çıkan sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”; üçüncü fıkrasında,“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” denilerek suçun ve cezanın kanuniliği esası benimsenmiş; yedinci fıkrasında ise ceza sorumluluğunun şahsi olduğu belirtilerek herkesin, kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Bu ilkeye göre asli ve feri failden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları olanaklı değildir. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de, “…fıkra, ceza sorumluluğunun şahsi olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuralıdır.” denilmektedir. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. İtiraz konusu kuralda, sürücü belgesi olmadan araç kullanan kimsenin aynı zamanda araç sahibi olmadığı durumlarda, tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenleneceği belirtilmekte, araç sahibinin kusurunun bulunup bulunmadığı, aracı sürücü belgesi olmayan kişiye bilerek verip vermediği değerlendirilmeden idare tarafından yaptırım uygulanmaktadır. Bu durum ise işlemediği bir fiilden dolayı araç sahibine yaptırım uygulanmasına neden olabilecek niteliktedir. Dolayısıyla, sürücü belgesiz araç kullanılması ve sürücünün araç sahibi olmaması halinde tescil plakası sahiplerine sadece ruhsat sahibi olmaları nedeniyle yaptırım uygulanması cezaların şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Öte yandan, Anayasa ve ceza hukukunun temel kuralları uyarınca, kişilere ceza verilebilmesi için hukuka aykırı eylemin kanunda belirtilmiş olması ve bu eylemin o kişi tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. İtiraz konusu kuralda araç sahibinin hangi eyleminin suç sayıldığı açık bir şekilde gösterilmediği gibi araç sahibi olma ile suç arasındaki illiyet bağının ne suretle oluştuğu da belirtilmemiştir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. VI- SONUÇ 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin, 21.5.1997 günlü, 4262 sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesiyle yeniden düzenlenen üçüncü fıkrasının “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” biçimindeki 4. cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 29.11.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.”
İş Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Belirsiz Süreli İş Sözleşmesine Göre İhbar ve Süreleri

  1- 4857 Sayılı İş Kanunu’nda İhbar Süreleri : İşi 6 Aydan Az Sürmüş İşçi İçin : 2 Hafta İşi 6 Aydan 1,5 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 4 Hafta İşi 1,5 Yıldan 3 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 6 Hafta İşi 3 Yıldan Fazla Sürmüş İşçi İçin : 8 Hafta   2- 5953 sayılı Basın İş Kanunu’nunda İhbar Süreleri : İşveren Tarafından Fesih Halinde İş İlişkisi 5 Yıl ve Üzeri İse : 3 Ay İş İlişkisi 5 Yıldaz Az İse : 1 Ay İşçi Tarafından Fesih Halinde İş İlişkisinin Süresine Bakılmaksızın : 1 Ay   3- 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nunda İhbar Süreleri : Not: İş sözleşmesi, Deniz İş Kanunu’nun 14. maddesindeki haller dışında(bildirimsiz fesih halleri) altı ay geçmeden feshedilemez. İşi 6 Ay Sürmüş İşçi İçin : 2 Hafta İşi 6 Aydan 1,5 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 4 Hafta İşi 1,5 Yıldan 3 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 6 Hafta İşi 3 Yıldan Fazla Sürmüş İşçi İçin : 8 Hafta   Not: İhbar süresine uyulmadan sözleşmenin feshedilmesi halinde bildirim süresine ait ücret talep halinde karşı tarafa ödenir. Bildirim süresini beklemeksizin iş sözleşmesinin feshedilebileceği haller saklıdır.
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Yine ÖSYM, Yine Mağduriyet

15.02.2014 

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Kurumu, İngilizce sınavlarına olan yakın ilgisini 14 Şubat 2014 tarihinde yaptığı bir duyuru ile yeniden gündeme getirdi.   ÖSYM, 23 Temmuz 2013 de yaptığı bir düzenleme ile binlerce kişiyi mağdur etmişti. Açılan davalar sonucunda kurum hatasını geç olsa da anlamış, mağdur ettiği kişilerin puanlarını iade etmek zorunda kalmıştı. Şimdi ise uzun zamandır duyumlarını aldığımız IELTS eş değerliliğini tamamen kaldıran açıklamasını duyurdu. Peki, ülkemizde yıllardır kabul edilen ve kullanılan bir sınav sisteminin bu kadar kısa sürede önceden açıklama yapılmadan, gerekçe gösterilmeden kaldırılması ne kadar doğru?   ÖSYM yabancı dil eşdeğerliklerini belirlemeye yetkili tek kurum olmanın gücü ile bu kadar büyük kararlar alabiliyor. Ancak kanundan aldığı bu güç sınırsız bir güç değildir. Daha önce yaratılan mağduriyetler nedeniyle açtığımız yüzlerce davada ihlal ettiği hukuk devletinin güvenilirliğini, öngörülebilirlik ilkesini ve belirlilik ilkesini yeniden – bir kez daha ihlal etmiştir.   Sınava aylardır hazırlanan ve kurslara giden binlerce kişi bu düzenleme ile mağdur edilmiştir. Binlerce kurs çalışanı ve öğretmen mağdur edilmiştir. Aynı zamanda ÖSYM, duyuru yaptığı günden 2 gün önce YDS başvuru tarihlerinin de bittiği bilemeyecek durumda değildir. Bu kadar insanın bilerek ve isteyerek mağdur edildiğini düşünmemek mümkün müdür?   ÖSYM ‘nin kanundan aldığı güç ile bu kadar keskin kararlar alması hukuk devletine aykırıdır. Her ne sebeple olursa olsun böyle bir karar alınacaksa önceden insanları bilgilendirmesi gerekmektedir. Belirlenen bir süre önceden bir duyuru yapıp insanları bilgilendirmek bu kadar zor değildir. Daha önce açılan davalar sonucu puanlarına tekrar kavuşan insanların mağduriyetlerini görmezden gelerek, yeniden böylesine bir mağduriyet yaşatılması daha kötü derecede sonuçlar doğuracaktır. Başta akademisyenler olmak üzere çok kişi mağdur edilmiştir. Yurtdışına IELTS puanı ile giden akademisyenlerin önü bu düzenleme ile büyük oranda kesilecektir. Yine yurtdışına gidip eğitimini tamamlayıp ülkemize dönen akademisyenlerinde IELTS puanı kabul edilmeyecek. Tüm dünyada kabul edilen IELTS sınav sistemi yerine gerçek bilgiyi ölçtüğü kanıtlanamayan çoktan seçmeli YDS ile yurtdışına gidip eğitimlere katılmak, eğitim vermek ne derece doğrudur tartışılması gerekir.   British Council ve IDP hakkında çıkan söylentilerin ise konuyu yakından bilen bir kişi olarak, sadece söylentiden ibaret olduğunu söyleyebilirim. Bu söylentilerin aslı astarı olmadığını ÖSYM yaptığı düzenleme ile zımni olarak kabul etmiştir. British Council ve IDP ‘nin güvenilirliğinden şüphe duyulduğu gerekçesi ile IELTS sınav eş değerliği kaldırılıyor ise neden sadece IELTS kaldırılmıştır? British Council sadece IELTS sınavını değil CEA, CPE gibi İngilizce sınav sistemlerine de sahiptir ve eş değerlikleri halen devam etmektedir.   Güvenilirliğinden şüphe duyulmanın ötesinde, ülkemizde “çalınan sorular” ve “iptal edilen sınavlar”ı hep beraber yaşadık ve gördük. Bu sınavların hiçbirisi kaldırılmamasına rağmen, IELTS de süreç çok daha farklı işletilmek istenmektedir.   IELTS sınavı ülkemizde sadece British Council ve IDP tarafından uygulanmaktadır. Sınav yapma yetkisi hiçbir kurum veya üniversitede yoktur. British Council ve IDP sınav merkezlerinde yer kiralama usulü ile kendi ekibi ile sınav yapmaktadır. Yine sınava giren kişiler sınav güvenilirliğinin ve denetimlerin ne derece yüksek olduğunu yakından bilmektedirler. Sınav sorularını hazırlayan Cambridge Üniversitesi ise tüm dünyada bilinen saygın bir üniversitedir.   YDS gibi çoktan seçmeli bir sınava mahkûm edilmek, alternatifsiz olarak tek bir sınava maruz kalmak son derece vahim bir durumdur. YDS, tekel konumda olan bir sınav haline getirilmek ve bir nevi “elek” sistemine mi dönüştürülmüştür? Hukuk devletine güvenen herkesin bu büyük mağduriyet karşısında güç birliği yaparak bu hukuksuzluğa dur demesi gerekmektedir. Duyurunun üzerinden 1 gün dahi geçmemiş olmamasına rağmen tarafımıza ulaşan çok sayıda kişi dava açmak istediğini iletmektedir. Hazırlıklarına başladığımız bu hukuksuz ve ani değişikliği yargıya taşıyacağız.   23 Temmuz tarihli IELTS eş değerlik düzenlemesinde yaşatılan mağduriyette Türkiye de yaşayan bir İngiliz’in ağzından çıkan, gözleri dolarak söylediği sözleri buradan paylaşarak sözlerime son vermek istiyorum. –          Kemal bey, benim anadilim İngilizce ve ben bir İngiliz’im. YDS sınavına defalarca girmeme rağmen yeterli puanı alamadım. IELTS de aldığım yeterli puan ise şimdi yok sayılıyor. Hata bende mi yoksa sınav sisteminde mi? Hata nerede?   

Av. Mustafa Kemal Batur www.batur.av.tr

İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

İdarenin sakat işlemi idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği ancak dava açma süresinde geri alınabilir

T.C. DANIŞTAY 11. DAİRE E. 2008/5396 K. 2010/9432 T. 25.11.2010 İstemin Özeti : Ankara 16. İdare Mahkemesinin 26.10.2007 gün ve E:2006/460, K:2007/1190 sayılı kararının; davacı tarafından, temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur. Danıştay Tetkik Hakimi : Nigar Dilimen Düşüncesi : Dava, Şırnak Emniyet Müdürlüğ’nde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü ile çıkan çatışmada yaralanan davacı tarafından, aktif polislikyapamayacağı yönündeki sağlık kurulu raporunun incelenmesi sonucunda vazife malülü olduğuna ilişkin olarak verilen 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır. Olayda, davacının vazife malülü olduğu yönündeki kararın, mevzuat hükümlerinin yanlış yorumlandığından bahisle geri alındığı dikkate alındığında, idarenin açık hataya düştüğünden söz edilemeyeceği gibi, davacının vazife malülü sayılarak emekli edilmesi aşamasında gerçek dışı bir beyanının ve hilesinin olmadığı da açıktır. Bu durumda, idarenin sakat işlemini ancak dava açma süresi içinde geri alabileceği, dava açma süresi geçtikten sonra vazife malülü olduğu yönündeki kararın idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği korunması gerektiği sonucuna varıldığından, söz konusu kararın, davacının emekliye sevk edildiği tarihten itibaren 10 ay geçtikten sonra iptal edilmesine ilişkin kararda ve bu kararın iptali istemiyle açılan davanın reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı : Şenol Bolat Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü: KARAR : Dava, Şırnak Emniyet Müdürlüğ’nde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü ile çıkan çatışmada yaralanan davacı tarafından, aktif polislikyapamayacağı yönündeki sağlık kurulu raporunun incelenmesi sonucunda vazife malülü olduğuna ilişkin olarak verilen 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, Şırnak Emniyet Müdürlüğü emrinde görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü mensupları ile çıkan çatışma sonucu yaralanan davacının, 5434 sayılı Kanun’un 44. maddesinde vazifesini yapamayacak duruma giren iştirakçilerin malül olacağının açıkça düzenlenmesi karşısında, tedavisinin yapıldığı tarihten bu yana 13 yılı aşkın bir süre görevini sürdürmesi nedeniyle görevini yapamayacak durumda olduğunun kabulüne imkan bulunmadığı, öte yandan idarenin açık hatası sonucu tesis ettiği işlemleri her zaman geri alabileceği dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından; kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 44. maddesinde ( Mülga:31.5.2006 -5510/106 md. ); her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere ( malül ) deneceği ve haklarında bu Kanunun malüllüğe ait hükümlerinin uygulanacağı kuralına yer verilmiştir. Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliği’nin 16. maddesinde; Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( C ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanların birimlerin faal hizmetleri dışında kalan diğer hizmetlerinde çalıştırılabileceği, Emniyet Hizmetleri Sınıfında çalışan polis amirleri dışındaki personelden, sağlık kurulu raporuna göre Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( C ) dilimi sağlık şartlarını kaybettikleri ve Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıdıklarına karar verilenlerin sağlık kurulu raporlarının, daire başkanlığının görüşü ile birlikte öncelikle hizmet sınıfı değişikliği gerekirse malüliyet yönünde işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderileceği, 17. maddesinde ise; Emniyet Teşkilatında, bütün hizmet sınıflarında görev yapan personelden görevleri sırasında veya görevlerinden dolayı uğradıkları kaza veya saldırı sebebiyle ya da görevin sebep ve tesiri ile yaralanan veya sakat kalanlar ile meslek hastalığına yakalananlar ile Emniyet Teşkilatında bütün hizmet sınıflarında görev yapmakta iken fiili askerlik görevini ifa etmek üzere aylıksız izne ayrılanlardan askerlik hizmetini ifa ederken görevin sebep ve tesiri ile yaralanan veya sakat kalan personelin tedavilerinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 105. maddesi hükümlerine göre sağlanacağı, tedavi bitiminde son durumunu bildirir sağlık raporunun aldırılacağı, Daire Başkanlığınca sağlık kurulu raporlarının incelenerek tüm hizmet sınıfları için kişinin hastalığının hangi sağlık dilimine girdiğinin kararlaştırılacağı, Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan personel için, psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( B ) veya ( C ) diğer hastalıklarda ( B ), ( C ) veya ( D ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların idari polisliği, psikiyatrik hastalıklarda ( D ) diğer hastalıklarda ( E ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların ise görevlerini yapamayacağı, diğer hizmet sınıflarında bulunan personel için, Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( B ), ( C ) veya ( D ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların görevlerine devam edebileceği, ( E ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların ise görevlerini yapamayacağı şeklinde görüş belirtileceği ve gerekli işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderileceği, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce hakkında vazife malüllüğü kararı verilenlerden; Emniyet Hizmeti Sınıfında bulunan personelden; vazife malüllüğü ile birlikte idari polislik yapabileceğine karar verilen personelin talebi halinde Genel Müdür onayı ile idari polisliğe aktarılacağı, ( Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar idari polisliğe aktarılamaz. ), idari polisliğe aktarılan personelin bağlı olduğu birimin ilgili daire başkanlığının uygun görmesi halinde çalıştığı birimde, diğer hallerde personel daire başkanlığınca genel hizmet statüsünde çalıştırılacakları, idari polis olarak görev yapanların emeklilik talepleri halinde vazife malülü olarak emeklilikle ilgili işlemlerinin yapılacağı, vazife malüllüğüne karar verilenlerden; Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( E ) dilimi sağlık şartlarına haiz olduğuna karar verilenler; Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar, idari polislik görevini talep etmeyenler hakkında vazife malülü olarak emeklilikle ilgili işlemlerinin yapılacağı kurala bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden; davacının, Şırnak Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde teröristlerle çıkan silahlı çatışmada yaralandığı, “Ateşli silah yaralanması” tanılı ve “Aktif polislik yapamaz. İdari polislik yapabilir.” kararlı 28.6.2005 tarih ve 6529 sayılı Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu Raporunun Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunca incelenerek 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararı ile, “Arızasından vazife malülüdür, 1053 ile derecesi ( 6 ) altıdır, malüliyeti süreklidir, yaşamak için gerekli hareketleri yapamayacak ve başkasının yardım ve desteğine muhtaç olacak derecede malül olmadığı, idari polislik yapabilir.” şeklinde karar verildiği, bu karara dayanarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 24.11.2005 tarihli yazısı ile davacının 15.11.2005 tarihinde mesleği ile ilişiği kesilerek emekliye sevk edildiğinin bildirilmesi üzerine , 15.12.2005 tarihinden itibaren 5434, 2330 ve 3713 sayılı Kanunlar uyarınca 6. derece vazife malüllüğü aylığının bağlandığı, ancak daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunun 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı kararının hatalı olduğunun fark edilmesi üzerine söz konusu sağlık kurulu raporu tekrar incelenerek Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunun 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Kararı ile “İlgilinin Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde düzenlenen 28.6.2005 tarihli ve 6529 sayılı Raporundaki hastalığı Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin hastalık branşları sınıflandırılmasındaki ( B ) dilimine girdiği görüldüğünden 5434 sayılı Kanun’un 44. maddesindeki “malül” tanımına uymadığı tespit edilmiştir. Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin 17. maddesi ile kanuna aykırı bir düzenleme yapılamayacağından aynı yönetmeliğin 16. maddesi göz önüne alınarak; 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı kararın iptaline, 28.6.2005 tarih ve 6529 sayılı raporundaki rahatsızlığın 18.8.1992 tarihinde meydana gelen olaydan sonra oluşan rahatsızlığın devamı olduğuna, malül olmadığına” şeklinde karar verildiği, bunun üzerine davacının emekliye sevk onayı iptal edilerek 20.11.2006 tarihinde göreve başlatıldığı ve vazife malülü sayılması yönündeki 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü, sakat bir idari işlemin; işlemi tesis eden makam tarafından geri alınıp alınamayacağı, alınabilecekse hangi koşullarda geri alınabileceğinin tespitine ilişkin bulunmaktadır.   Geri alma; sakat bir idari işlemin idarenin alacağı bir kararla hükümsüz hale getirilmesi, alındığı tarihten itibaren hukuk aleminden silinmesidir. Sakat bir idari işlem görevli yargı merciince iptal edilmedikçe veya idarece geri alınmadıkça hukuka uygun bir işlem gibi hüküm ve sonuçlarını doğururur. Menfaati ihlal edilmiş kişi bu işlemin iptalini 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda belirtilen dava açma süresi içinde isteyebilir. Dava açma süresi içinde iptali istenmeyen sakat idari işlemin geçerliliği, sürekli geçerliliğe dönüşür ve idari istikrar ilkesi gereği ilgili, idari işlemin doğuracağı sonuca katlanmak zorunda kalır. Hukuka uygun bir işlemin geri alınması mümkün değildir, ancak kanunda öngörülen koşullar var ise ileriye yönelik olarak kaldırılabilir. İdare hukuka aykırı işlemini belli şartlarda geri alınabilir. Bu nedenle, idarenin sakat bir idari işlemi hangi koşullarda ve sürede geri alabileceği hususunun irdelenmesi gerekmektedir.   Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve E:1968/8,K:1973/14 sayılı kararında; idarenin yokluk, açık hata, memurun gerçek dışı beyanı veya hilesi hallerinde süre aranmaksızın hatalı ödediği meblağı her zaman geri alabileceği, bunun dışında kalan hallerde hatalı ödemelerin istirdadının hatalı ödemenin yapıldığı tarihten başlamak üzere dava açma süresi içinde olanaklı olduğu ve bu süre geçtikten sonra istirdat edilemeyeceği belirtilmiş olup; anılan kararın gerekçesinde iyi niyet kuralı üzerinde de durularak idarenin sakat ve dolayısıyla hukuka aykırı işlemine, idare edilenlerin gerçek dışı beyanı veya hilesi neden olmuşsa ya da geri alınan idari işlem yok denilecek kadar sakatlık taşımakta ise, hatalı işlemde idare edilenin kolayca anlayabileceği kadar açık bir hata bulunmaktaysa ve idareyi bu konuda haberdar etmemişse, memurun iyi niyetinden söz etmeye olanak bulunmadığı ve bu işlemlere dayanılarak yapılan ödemeler için süre düşünülemeyeceği, bu ödemelerin her zaman geri alınabileceği; ancak bunun dışındaki hatalı ödemeler için memurun iyi niyetinin istikrar ve kanunilik kadar önemli bir kural olduğu ve bu nedenle yukarıda belirtilen istisnalar dışındaki hatalı ödemelerin dava açma süresi içinde geri alınabileceği belirtilmiştir. Söz konusu İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı hatalı ödemelere ilişkin olmakla beraber getirdiği ilkelerin idari işlemlerin geri alınmasına dair genel ilkeler olduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla idare yokluk, açık hata, memurun gerçek dışı beyanı veya hilesi hallerinde süre aranmaksızın hatalı işlemini her zaman geri alabilecek, ancak bunun dışında kalan hallerde hatalı işlemini dava açma süresi içinde geri alabilecek, bu süre geçtikten sonra idari istikrar ve hukuki güvenlik ilkesi gereği geri alamayacaktır. Olayda, davacının vazife malülü olduğu yönündeki kararın, mevzuat hükümlerinin yanlış yorumlandığından bahisle geri alındığı dikkate alındığında, idarenin açık hataya düştüğünden söz edilemeyeceği gibi, davacının vazife malülü sayılarak emekli edilmesi aşamasında gerçek dışı bir beyanının ve hilesinin olmadığı da açıktır. Bu durumda, idarenin sakat işlemini ancak dava açma süresi içinde geri alabileceği, dava açma süresi geçtikten sonra vazife malülü olduğu yönündeki kararın idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği korunması gerektiği sonucuna varıldığından, söz konusu kararın, davacının emekliye sevk edildiği tarihten itibaren 10 ay geçtikten sonra iptal edilmesine ilişkin kararda ve bu kararın iptali istemiyle açılan davanın reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine, 25.11.2010 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.   KARŞI OY : 5434 sayılı Kanun’un 63. maddesinde vazife malüllüğü aylığı bağlananlardan adi malül oldukları bağlama tarihinden itibaren ( 3 ) yıl içinde anlaşılanların vazife malüllüğü aylıkları kesilip adi malüllük aylığı bağlanarak aradaki farkın geri alınacağı kurala bağlanmıştır. Hatalı idari işlemin geri alınması konusunda özel hüküm olduğunda kuşku bulunmayan bu Yasa maddesinin bu tür hatalı işlemlerin idarece en geç üç yıl içerisinde geri alınabileceğini ve üç yıl geçtikten sonra hiç bir şekilde hatalı işlemin geri alınamayacağını öngördüğü açıktır. Belirli bir konuda hatalı idari işlemin geri alınabileceği azami süre yasama organı tarafından özel hüküm sevk edilerek düzenlendikten sonra hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkelerine dayalı yargısal içtihatlarla benimsenen geri alma sürelerinin o konuda artık uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Bu itibarla, yasama organı vazife malüllüğü aylığı bağlananlardan adi malül oldukları sonradan anlaşılanlar bakımından üç yıllık geri alma süresi öngördüğüne göre bu sürenin hiç bir şekilde malül olmadığı anlaşılanlar hakkında evleviyetle uygulanması gerektiğinden, vazife malüllüğü aylığı bağlandıktan sonra üç yıl geçmeden malül olmadığı anlaşılan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine ilişkin Mahkeme kararının onanması gerektiği görüşüyle bozma yönünde verilen Daire kararına katılmıyorum.(Kazancı Bilgi Bankası)
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

14. Dönem POMEM Mağduriyeti

 

                   Ülkemizde emniyet teşkilatında görev almak isteyen 4 yıllık üniversite mezunlarının sınavlarında başarılı olmaları koşulu ile eğitimlerini veren kurumun adıdır Polis Meslek Eğitim Merkezleri. (POMEM)

Geçtiğimiz yıl çok sayıda aday Polis Meslek Eğitim Merkezi Müdürlükleri Başvuru Şartlarını taşıyan, Başvuruda İstenen Belgeleri eksiksiz teslim eden ve Müracaat Kabul İşlemlerini tamamlayıp 13. Dönem mülakatlarına alındılar. Başarılı olan bay ve bayan toplam 3170 kişi POMEM kapsamında eğitime alındı. Bu kişiler kısa süreli eğitimin ardından ülkemiz emniyet teşkilatında yer alacaklar.Aynı sınav ve mülakatlara giren ve başarılı olan ikinci bir 3170 kişi için ise Emniyet Genel Müdürlüğü o tarihte bir duyuru yayınladı; (320.) erkek yedek ile (3170.) erkek aday dahil ve (9.) bayan yedek ile (130.) bayan yedek aday dahil yedek adayların planlamaları okulların kapasiteleri göz önünde bulundurularak belirlenen kontenjan miktarı doğrultusunda 14. Dönem polis meslek eğitimi için yapılacaktır”

                  Emniyet Genel Müdürlüğü’nün resmi internet sitesinden yapılan bu duyuruya göre kişiler 14. Dönem için hak kazanmışlardır. EGM, zaman zaman yine resmi internet sitesinden duyurular yapmış ve kazanan bu adayların beklemelerini, gerekli tarih ve süreç açıklandığında POMEM eğitimlerine başlanacağı duyurulmuştur.

Bu süreçte askerde olan erkek adaylar EGM’nün talepleri üzerine askerden terhis edilmiş, askere gitmek isteyen adaylar ise sistemde Polis olarak göründükleri için askere alınmamışlardır. Diğer yandan kişiler yeni iş arayışına girmemiş, hayat planlarını EGM ’nün duyurusuna göre planlamış ve sabırsızlıkla POMEM girişlerini beklemişlerdir. Aradan geçen 7 ay süre sonunda EGM 29.04.2014 tarihinde hiçbir gerekçe olmaksızın “planlamanın geri çekildiğini” ilan eden bir duyuru daha yayınlamıştır. “31/10/2013 tarihli Genel Müdürlük Makam Onayına istinaden, 13. dönem kontenjanına ek olarak 14. dönem polis meslek eğitimleri için yapılan yedek planlaması geri çekilmiş olup, 13. dönem yedeklerinin adaylık statüleri ilgili mevzuat gereği sonlandırılmıştır. 13. dönem yedeklerinin 14. dönemle ilgili planlaması yapılmayacaktır”

                  Ülkemizin Emniyet Teşkilatında görev yapmak isteyen ve gerekli tüm şartları sağlayan, zorlu şartları ve mülakatları başarı ile geçen yüzlerce üniversite mezunu önceden haber ve bilgi dahi verilmeden aylarca bekletildikten sonra bir anda mağdur edilmiştir. Hukuk devletinin en önemli ilkeleri olan, belirlilik, öngörülebilirlik ve idareye güven ilkelerinin ihlal edildiği bu düzenlemeyi bir de hukuki boyutu ile ele alalım. İdari işlemlerin geri alınması, idari işlemlerin ileriye yönelik sona erdirilme biçimidir.

                  İdari işlemin geri alınması işlemi ancak ileriye yönelik olarak ortadan kaldırır. İdari işlem geri alındığı zamana kadar uygulanmakta ve nihayet bireyler lehine haklar doğması söz konusu olabilmektedir. Bu durumda geri alınan idari işlem geri alma anına kadar geçerlidir. Hukuk düzeni içerisinde geçerli olan ve geri alma işlemine kadar yürürlükte bulunan bir idari işleme dayanılarak bireyler lehine doğmuş olan hakların korunup korunamayacağı önemli bir sorun teşkil etmektedir. Gerek öğretideki tanımlardan ve gerekse yargı içtihatlarında yer verilen tanımlardan hareketle kazanılmış hak: “bir hukuki işleme dayanarak kazanılmış olan ve bu suretle kişisel öznel sonuçlar doğurarak subjektif ve öznel bir hak halini alan, daha sonra meydana gelebilecek hukuki düzenleme değişikliklerinden etkilenmeyen, hukuk güvenliği ilkesi nazarında korunması gereken ve nihayet hukuk düzeni içerisinde yasalar ve üçüncü kişiler nazarında herkese karşı yöneltilebilen hak olarak ” tanımlamak mümkündür.

                  Geri alma, geri almaya sebep olan idari işlemin etkilerini geçmişe dönük olarak ortadan kaldırması durumu hukuk güvenliği ve idari istikrar ilkesini yakından ilgilendirmektedir. Yine öğretide ki görüşlere göre işlem hak doğuran bir işlem ise ve bu işlemi idare daha sonra geri almak istiyor ise iptal davası süresi içinde geri almalıdır. Diğer bir deyiş ile 60 günlük dava süresi geçtikten sonra yapılacak geri alma işlemleri hukuk devleti ilkeleri ile bağdaşmayacaktır. 03.07.1989 tarihli, 1988/5 E., 1989/3 K. sayılı Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulu kararına göre, “Kanunların geriye yürümezliği ilkesi, bir hukuki işlem veya eylemin, bir hukuki ilişkinin vuku bulduğu ya da meydana geldiği dönemdeki kanunun hükümlerine tabi kalmaya devam edeceğini ifade eder. Sonradan çıkan kanun, kural olarak yürürlüğünden önceki olaylara ve ilişkilere uygulanmaz”. Yeni yürürlüğe giren kanunlar için kabul edilen geriye yürümezlik esası, idare hukuku alanında da “idari işlemlerin geriye yürümezliği” ilkesi olarak kabul görmektedir. Böylece, kazanılmış hakları, mevcut durumu korumak ve hukuki ilişkilerde istikrarı sağlamak gerekliliğinden doğan bir sosyal hayat kuralı olarak, “idari işlemlerin geriye yürümezliği” ilkesi idare hukuku alanında benimsenmiştir.

                  Tüm açıklamalarımız ve çalışmalarımız çerçevesinde POMEM de yapılanların hukuka ve hukuk devletinin ilkelerine ters düştüğü açıktır. Anayasa Madde 2′ye göre Türkiye Cumhuriyeti bir hukuk devletidir ve hukuk devletinde hukuki güvenlik vazgeçilemez bir şarttır. Söz konusu işlem ile çok sayıda kişi bir anda mağdur edilmiştir. Bu mağduriyet “ÖNGÖRÜLEBİLİRLİK, BELİRLİLİK ve İDAREYE GÜVEN” ilkelerinin de ihlali demektir. Bu ihlale karşı işlemden etkilenen kişilerin yasal yollara başvuracağı ve yasalar çerçevesinde hukuk devleti ilkelerine göre karar verileceği büyük bir gerçektir.

Av. Mustafa Kemal Batur www.batur.av.tr

İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Milli Eğitim Bakanlığı ve Resen Atama Mağduriyeti

Ülkemizde Milli Eğitim Bakanlığına bağlı olarak görev yapan öğretmenlerden 06/05/2010 tarihinden sonra göreve başlayanlar zorunlu hizmete tabi tutulmaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 27. maddesi şöyledir: MADDE 27 – (1) Türkiye üç hizmet bölgesine ve altı hizmet alanına ayrılmıştır. Bunlardan 4, 5 ve 6 ncı hizmet alanları öğretmenlerin zorunlu çalışma yükümlülüklerini yerine getirecekleri hizmet alanlarıdır. (2) Bu Yönetmeliğin yayımı tarihinden sonra Bakanlık öğretmen kadrolarında göreve başlayanlar; a) Üçüncü hizmet bölgesi içindeki illerin 4 üncü hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 5 yıl, 5 inci hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 4 yıl, 6 ncı hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 3 yıl, b) İkinci hizmet bölgesi içindeki illerin 4 üncü hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 6 yıl, 5 inci hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 5 yıl, 6 ncı hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 4 yıl, c) Birinci hizmet bölgesi içindeki illerin 4 üncü hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 7 yıl, 5 inci hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 6 yıl, 6 ncı hizmet alanındaki eğitim kurumlarında en az 5 yıl çalışmakla yükümlüdürler. Yine aynı yönetmeliğin 25. Maddesinin 6. fıkrasına göre il içinde yer değişikliği yapmak isteyen zorunlu hizmet yükümlüsü öğretmenler zorunlu hizmet alanı içerisinde olan okullara geçiş yapabilecektirler. Yönetmeliğin ilgili maddesi buna olanak vermektedir. Milli Eğitim Bakanlığı Öğretmenlerinin Atama ve Yer Değiştirme Yönetmeliğinin 25. Maddesinin 6. Fıkrası şöyledir: Madde 25 – (6) İl içi ve iller arası isteğe bağlı yer değiştirme isteğinde bulunacak öğretmenler, istemeleri halinde zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülen hizmet alanlarındaki eğitim kurumlarına da atanmak üzere başvuruda bulunabilirler. Ancak zorunlu çalışma yükümlülüğüne tabi öğretmenler, zorunlu çalışma yükümlülüğü öngörülmeyen hizmet alanlarındaki eğitim kurumlarına atanmak için başvuruda bulunamazlar. Milli eğitim Bakanlığı yönetmelikte bahsedilen tüm bu kurallara rağmen il içinde zorunlu hizmet alanı olan okullara geçiş başvurusu yapan öğretmelere bakanlık emri ile olumsuz cevap vermiştir. Temmuz ayı içerisinde ise il içi zorunlu hizmet okullarına tercih şansıda tanınmadığı için birçok öğretmen yönetmeliğe aykırı davranan Milli Eğitim Bakanlığının kararları nedeniyle farklı şehirlere resen atanmışlardır. Hukuk devletlerinde idare hukuka uygun davranmak zorundadır. Hukuk devletinin en büyük özelliği bireylerin kendilerine uygulanacak kuralları önceden bilmeleridir. Yönetmelikte bahsedilen kural ile idarenin yaptığı işlem bireyler aleyhine hak kayıpları doğurmamalıdır. Oysa burada binlerce öğretmen hiçbir gerekçede yokken idarenin hatalı/keyfi işlemi nedeniyle resen farklı illere gönderilmiştir. Kişiler biranda büyük bir mağduriyetle başbaşa bırakılmıştır. Önceden hiçbir hazırlığı ve planı olmayan birçok öğretmenimiz il dışı yer değiştirme nedeniyle eşinden/çocuğundan ayrılmak zorunda bırakılmıştır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın bu hatalı/keyfi işlemine yönelik tarafımıza çok sayıda öğretmen ulaşmıştır. Hukuk ofisimiz olarak gerekli çalışmalara başlamış bulunmaktayız. Gerekli çalışma ve araştırmaların ardından tarafımıza ulaşan tüm müvekkillerimiz adına davalar açılmaya başlanacaktır. Davalar sonucu maddi ve manevi kayıp yaşayan müvekkillerimizin doğan bu zararlar sonucu tazminat hakları da saklı tutulmaktadır. Av. Mustafa Kemal Batur www.batur.av.tr
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Gelişim Üniversitesi – Vakıf Üniversiteleri (Özel Üniversite) Öğretim Görevlisi Tazminat Davası Görevli Yetkili Mahkeme

  Ülkemizde kurulu olan vakıf üniversitelerinin araştırma görevlisi, öğretim görevlisi, öğretim üyesi, yardımcı doçent, doçent, profesor gibi çalışanları ile yaşadığı iş sözleşmesine dayalı aykırılıklarda görevli ve yetkili mahkemenin neresi olduğu hususuna açıklık getiren oldukça güzel kaleme alınmış bir karar örneği.   Görülen dava, mülakat ve sınavları kazandığı halde işe alınmayan, sözleşmesi yapılmayan öğretim görevlisi ve öğretim üyelerinin tazminat haklarının talebine dair bir davadır.         T.C. İSTANBUL 3. İDARE MAHKEMESİ ESAS NO : GÖREVLİLİK KARARI Davacı ………………………. vekili AV. MUSTAFA KEMAL BATUR tarafından tazminat istemiyle İSTANBUL GELİŞİM ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜĞÜ ‘ne karşı açılan davada, davalı idarece görev itirazında bulunulduğundan dosya incelenerek itirazın gereği düşünüldü: Anayasanın 130. maddesinin birinci fıkrasında, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip üniversitelerin Devlet tarafından kanunla kurulacağı belirtildikten sonra, 2. fıkrasında, kanunda gösterilen usul ve esaslara göre, kazanç amacına yönelik olmamak şartı ile vakıflar tarafından, Devletin gözetim ve denetimine tabi yükseköğretim kurumları kurulabileceğine ilişkin ayrık bir hüküm konulmuştur. Gerçek kişiler ve Devlet’ten başka tüzel kişilere yükseköğretim kurumu kurma olanaksızlığının istisnası olan Vakıflara tanınmış bu ayrıklık; anılan maddenin 10. fıkrasında ” Vakıflar tarafından kurulan yükseköğretim kurumlarının, mali ve idari konuları dışındaki akademik çalışmaları, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden, Devlet eliyle kurulan yükseköğretim kurumları için Anayasa’da belirtilen hükümlere tabidir.” kuralına bağlıdır. Anayasa Mahkemesinin E:1990/2, K:1990/10 sayılı kararında, Anayasadaki bu konuya ilişkin hükümler şöyle açıklanmaktadır; Maddenin birinci fıkrasında sayılan amaçlar ile yasayla kurulma, kamu tüzel kişiliğine ve bilimsel özerkliğe sahip olma, üniversitelerin ülke sathına dengeli bir biçimde yayılmasının gözetilmesi kuralları ve üniversite elemanlarının serbestçe her türlü bilimsel araştırma ve yayında bulunabilmeleri ve bunun sınırı, üniversite yönetim ve denetim organlarının ve öğretim elemanlarının Yükseköğretim Kurulunun veya üniversitelerin yetkili organlarının dışında kalan makamlarca her ne surette olursa olsun görevlerinden uzaklaştırılamayacaklarına ilişkin güvence ile yükseköğretim kurumlarının örgütlenmeleri ve işleyişleri ile ilgili olarak maddenin dokuzuncu fıkrasında sayılan konuların da yasayla düzenlenmesi zorunluluğu olarak gösterilmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu ilkelerin, ister Devlet, isterse vakıflar tarafından kurulsun, tüm yükseköğretim kurumlarına yönelik olduğunu, eğitim ve öğretimin her türlü dış etkiden uzak, bilimin gerektirdiği yansız ve baskısız bir ortam içinde yapılmasını sağlayacak biçimde düzenlendiğini belirtmiştir.   2547 sayılı Yükseköğretim Kanununa 2880 sayılı Kanun ile eklenen ve vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumları ile ilgili düzenlemeler getiren Ek Madde 2’de, vakıfların, kazanç amacına yönelik olmamak koşuluyla ve mali ve idari hususlar dışında akademik çalışmalar, öğretim elemanlarının sağlanması ve güvenlik yönlerinden bu kanunda gösterilen usul ve esaslara uymak kaydıyla yükseköğretim kurumları veya bunlara bağlı birimlerden birini veya birden fazlasını kurabilecekleri belirtilmiş, Ek Madde 5’de, vakıf mütevelli heyetinin, yükseköğretim kurumunda görevlendirilecek yöneticiler ve öğretim elemanları ile  diğer personelin sözleşmelerini yapacağı, atamalarını ve görevden alınmalarını onaylayacağı, aynı Yasadaki Ek Madde 8’de ise, vakıflarca kurulacak yükseköğretim kurumlarındaki akademik organların, Devlet Yükseköğretim kurumlarındaki akademik organlar gibi düzenleneceği ve onların görevlerini yerine getireceği, öğretim elemanlarının niteliklerinin Devlet Yükseköğretim kurumlarındaki öğretim elemanlarının nitelikleri ile aynı olacağı kuralı yer almıştır. Davalı Gelişim Üniversitesi de anılan mevzuat hükümleri çerçevesinde 2809 sayılı Yükseköğretim Teşkilatı Hakkındaki Yasaya 5839 sayılı Yasa ile eklenen Ek 110. madde ile vakıf yükseköğretim kurumlarına ilişkin hükümlere tabi olmak üzere kamu tüzel kişiliğine sahip olarak kurulmuştur. İdari rejime dayalı olarak düzenlenmiş bulunan Türkiye’nin yönetim yapısında, kamu tüzel kişiliği idari yargının görev alanının belirlenmesinde kullanılan ölçütlerden birisidir. Kamu tüzel kişilerinin kuruluş amacı kamu yararı; faaliyet konuları ise kamu hizmetidir. Dolayısıyla özel hukuk tüzel kişilerine nazaran üstün ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahiptirler ve tek taraflı işlemlerle yeni hukuki durum yaratabilirler. Bu nedenle de personeli kamu hukukuna tabidir. Kanunla kurulma ve kamu tüzel kişiliğine sahip olmanın yanısıra “Bilimsel Özerklik” de Devlet üniversitelerinin yanısıra vakıf üniversitelerinin de tabi olduğu Anayasal ilkelerden birisidir. Üniversitelerde bilimsel özerklik ilkesi benimsenirken güdülen amaç, yükseköğretimin çeşitli siyasal çevre ve baskı grupları ile düşünce kümelerinin etkisinin dışında tutarak, bilimsel amaç, hedefler ve gereksinimlerine bağlı olmalarını sağlamaktır. Bu nedenle de, bilimsel faaliyetin asli unsurları olan yükseköğretim elemanlarının, görevleri, unvanları, atama, yükselme ve emeklilikleri gibi özlük haklarının kanunla düzenleneceği konusunda anayasal teminat altına alınmıştır. Kamu tüzel kişiliğine ve ayrıcalıklı kamu gücüne sahip olan davalı vakıf üniversitesinin, kamu hizmeti görmek amacıyla, davacı araştırma görevlisi ile aralarında yaptığı sözleşme, kamu hukukuna tabi idari hizmet sözleşmesi niteliğindedir. Aksi düşünce, hem “Bilimsel Özerkliğin” sağlanması yolundaki Anayasal hedefe, hem de öğretim elemanlarının “güvenliği” konusunun, 2547 sayılı Yükseköğretim Yasasına tabi olduğu yolundaki anılan yasal düzenlemelere aykırı düşecektir. Bu durumda, davacının iş akdinin yapılmaması idari işlem niteliğinde olduğundan ve bu nedenle uğradığı kayıpların karşılanması amacıyla istediği maddi ve manevi tazminat isteminin idari yargı mercilerince incelenmesi gerektiği sonucuna varıldığından davalı tarafın görev itirazı yerinde bulunmamıştır. Açıklanan nedenlerle davalı idarenin görev itirazının reddine, 2247 sayılı Uyuşmazlık Mahkemesinin Kuruluş ve İşleyişi Hakkında Kanun uyarınca kararın taraflara tebliğine, 15/01/2015 tarihinde karar verildi.   HAKİM ÖMER AKAGÜNDÜZ 167803
1 17 18 19 20 21 23