Blog Son Yayınlar

İcra ve İflas Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 26 Ocak 2016

İflas Erteleme Müessesesi ve Hukuki Niteliği

Çoğunlukla iflas erteleme yahut İflasın ertelenmesi terimleriyle kullanılan iflas erteleme müesesesi, finansal risk kapsamına girecek yahut girmiş olacak olan sermaye şirketinin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için o şirketin iflasının önlenmesi amacıyla başvurulan kurumdur. Ticari hayatın olağan akışı içerisinde; genellikle ticari hayat içerisinde birçok şirket ülkemizde çeşitli sebeplerle kriz yaşamakta işbu kriz sebebinden de çoğunlukla iflas etmektedir. Nitekim, ticari hayat içerisinde de bahsedileceği üzere bir çok şirket vadeli satış yapmakta yahut kambiyo senetlerini ödeme aracı olarak kullanmaktadır. Örneğin; Bir fabrika vadeli satış yapmak suretiyle üretimini piyasaya yayıp, ham maddeyi de peşin aldığını düşündüğümüzde, satış oranı ile orantılı şekilde ham madde tedarik etmesi gerekecektir. Söz konusu üretimin artması ve alacaklarını piyasadan yeterince toplayamaması, örnek fabrikanın ödemelerinde aksama meydana getireceğinden, söz konusu fabrikanın belirli şart ve koşullarla korunması gerekecektir. Zira, bu durum kamuyu ilgilendiren bir durum olup, söz konusu fabrikada çalışan işçiler, işçilerin aileleri çalışması ve satışlarıyla ödemek durumunda olduğu kamu alacakları, fabrikanın kamunun yararına devamı için yeterlidir.     Türk Ticaret Kanunu (TTK) 377. madde  ve İcra İflas Kanunu 179/ a- b maddeleri, fabrikayı kamu yararı adına fabrikayı kurtarmak için istenen şart ve koşulları açıkça belirtmiştir. Türk Ticaret Kanunu(TTK) Md 376’ dan da açıkça anlaşıldığı üzere; borca batık olan ya da borcunu ödemede acze düşen şirketler için kanunen yönetim merciinin şirketin merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesi’ nden şirketin iflasının istenmesine yönelik zarureti hasıl olup, aynı zamanda mezkur zaruret Türk Ceza Kanunu hükümlerince de güçlendirilmiş durumdadır. Türk Ticaret Kanunu( TTK) Md. 377’ den de açıkça anlaşıldığı üzere; şirketin yönetim kurulunun veyahut şirketin alacaklılarından herhangi birinin, yeni nakit sermaye girişi dahil somut ve inandırıcı bir proje sunmak üzere, şirketin iflasının ertelenmesini talep edeceği açıktır. Söz konusu talebe ilişkin koşul ve şartlar İcra İflas Kanunu (İİK) 179-a- b maddelerince belirtilmiş olup, İcra İflas Kanunu( İİK) 180. Md.’ Si de iflas ertelemenin, talep eden şirkete sağladığı olanakları ifade etmektedir. İflas erteleme kararıyla mahkeme, şirketin yönetim organının yetkilerini tamamiyle kayyuma devrederek kayyumun da yetki çerçevesini ortaya koymak suretiyle açık anlaşılabilir ve uygulamada 1 yıllık iflas erteleme kararı verir( En fazla 4 yıl 1’ er yıllık kontrol sürelerince uzatılabilir). Kayyum iflas erteleme kararı ile birlikte şirketin kurtarılmasına yönelik tüm işlemleri yönetim organı adına düzenler, şirket yönetimini sağlar, aynı zamanda 3 ay da bir olmak yahut mahkemece re’ sen istenecek hallerde karar veren mahkemenin denetimine sunulmak üzere rapor tanzim eder. Kayyum mahkemenin takdirinde atanacağı gibi talep eden taraf tarafından da şirketle ilgili olmamak kaydıyla bulunan kişiler arasında istenebilmektedir. Uygulamada söz konusu takdir yetkisi mahkemeye bırakılmıştır. İcra İflas Kanunu (İİK) Md. 180. De açıkça anlaşıldığı üzere; iflas erteleme kararı, şirkete 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Kanun’ da dahil olmak üzere, başlatışmış olan yasal takiplerin durduracak ve sonraki alacaklar içinde takip yapılamayacaktır. İflas erteleme kararı zamanaşımını kesecektir. İflas Erteleme Kararı, sadece ve sadece taşınır taşınmaz rehni ile ilgili takipleri durduramamakla birlikte, taşınır yahut taşınmaz rehni takiplerinde satışı engellemektedir. Yani iflas erteleme kararı verilmesi halinde taşınır taşınmaz rehnine ilişkin takip yapılsa dahi, satış yapılamayacaktır. Ancak, iflas erteleme alan şirketin rehin sözleşmesinden kaynaklı faiz ödemesi teminatlandırılmak zorunda olup, teminatlandırılmaması halinde satışına gidilebilecektir. Yukarıda da bahsedildiği üzere İflas Erteleme Müesesesi uygulama bakımından oldukça güç şartlar altında acze düşen şirketlerde azımsanmayacak kadar büyük bir fayda sağlamakta olup, talep eden şirketin, kanunun öngördüğü şartları taşıyıp taşımadığı nitelikli bir araştırmaya tabi tutulmakla birlikte, nihai kararı hakimin takdir yetkisine bırakmaktadır. Dolayısıyla, iflas erteleme şartlarını taşıyan şirketin iyileştirme projesini somut gerekçelere dayandırılması ve şirketin aczinin ortadan kalkması için belirlenen muhtemel süre içerisinde projeye sadık kalınarak uygulanması gerekmektedir. Aksi takdirde kararı veren mahkemece iflas erteleme kararından dönüleceği gibi, iflas erteleme alan şirketin alacaklılarının kararı temyiziyle de birçok karar Yargıtay tarafından bozulmaktadır. Avukat Bora Burak BÖLÜKBAŞI         iflas erteleme hukuk ofisi ve iflas erteleme avukatı.
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Tüketici Mahkemesi Ayıplı Aracın Yenisi İle Değiştirilmesi Kararı

T.C. ANKARA … TÜKETİCİ MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA GEREKÇELİ KARAR ESAS NO : 2010/ KARAR NO : 2012/   HAKİM : KATİP : DAVACI : VEKİLİ : DAVALI : VEKİLİ : DAVA : DAVA TARİHİ : KARAR TARİHİ : Davacı tarafından davalı aleyhine açılan iş bu davanın yapılan açık yargılaması sonunda: DAVA Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin 2007 tarihinde fatura ile …. marka aracı satın aldığını ve araçta önceleri küçük problemler yaşandığını ancak daha sonra aracı kullanamadığını, arcın bakımlarının serviste yapılmış olmasına rağmen aracın değişik tarihlerde birden çok kez arızalar yaptığını, buna ilişkin servis kayıtlarının bulunduğunu, aracın müvekkili tarafından kullanılamadığını, bu nedenle işlerinin aksadığını, araçta gizli ayıp olduğundan yenisi ile değiştirilmesini talep ve dava etmiştir. CEVAP Davalı vekili cevap dilekçesinde öncelikle mahkemenin görevsiz olduğunu, aracın şehirlerarası ticaret ve meslek hayatına ilişkin olarak kullanıldığını bu nedenle ticaret mahkemesinin görevi olduğunu, kaldı ki mahkemenin de yetkisiz olduğunu savunmuştur. Ayrıca 4077 Sayılı Yasanın 4/2.maddesi gereğince yasal süre içinde ayıp ihbarının yapılmadığını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, tüm bu hususlar yanında ayrıca araçta imalat hatası veya ayıp bulunmadığı gibi davanın esastan yasal şartlar ve Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına dair yönetmeliğin 14/A maddesindeki durumun gerçekleşmediğini, bu nedenle davanın reddini savunmuştur. GEREKÇE Dava, satın alınan aracın ayıplı çıktığından bahisle yenisi ile değiştirme istemidir. Dava konusu araç, davacı tarafça …adlı satıcı firmadan 1…. Tarihinde satın alınmıştır. Dava konusu aracın üreticinin ve ithalatçısının …. Olduğu incelenen faturadan anlaşılmıştır. Dava konusu araç faturadan da anlaşılacağı üzere … Marka arazi taşıtı olup ruhsat bilgisine göre aracın hususi araç olduğu anlaşılmıştır. Davalı tarafın öncelikle görev itirazı incelenmiş, buna göre aracın Jeep diye tabir edilen arazi aracı olduğu ancak bu aracın niteliği itibariyle kişinin ticaretle uğraşması aracın ticari araç olmasını sağlamadığı gibi ticari işte kullandığını göstermeyecektir. Ruhsat bilgisinde açıkça aracın hususi olduğu belirtilmiştir. Bu hali ile görev itirazı reddedilmiştir. Davalı tarafın yetki itirazı incelenmiş, buna göre 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 23/3.maddesinde “Tüketici davalara tüketicinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilir” hükmü gereğince Ankara Tüketici Mahkemesinin yetkili olduğu anlaşılmış ve yetki itirazı da bu nedenle reddedilmiştir. Uyuşmazlık bu durumda dava konusu aracın gizli-açık ayıplı olup olmadığı, imalat hatası olup olmadığı ve Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14/a maddesinde belirtilen şartların oluşup oluşmadığı noktasında düğümlenmiştir. Dava konusu araç üzerinde konusunda uzman bilirkişilerin katılımı ile keşif icra edilmiştir. Bilirkişi kurulunun …. tarihli raporunda da açıkladığı üzere, dava konusu aracın … tarihinde serviste yapılan bir bakım onarım sonrasında yeniden arızalandığı, bu arızanın aracın sürüş güvenliğini teknik olarak etkilediği ve bu arızanın halen devam ettiği, Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14/a maddesinde belirtilen hüküm gereğince bir yıl içerisinde ikiden fazla aynı arızaları tekrarladığı, satıcının daha uzun bir garanti süresi verdiği ve bunun üç yıl olduğu, bu hali ile 2007 tarihinde satın alınan bir aracın üç yıllık garanti süresinin 2010 tarihinde dolacağı, bu hali ile zamanaşımı süresinin geçmediği anlaşılmıştır. 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun dördüncü maddesinin birinci fıkrasında; “ambalajında etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan yada tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksikliler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet kabul edilir.” denildikten sonra, maddenin dördüncü fıkrasında da; satıcının ayıba karşı sorumlu tutulanların daha uzun bir garanti süresi vermemesi daha uygun bir süre sorumluluk üstlenmemeleri halinde ayıplı maldan doğan davaların sorumluluğun ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren 2 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, ancak satılan malın ayıbı tüketiciden satıcının hile ile ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse 2 yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacağı hükmü yer almaktadır. 4077 sayılı yasanın 4. maddesi gereğince ayıplı bir malın teslimi halinde tüketici bedel iadesi de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme hakkına sahiptir. Aynı yasanın 13. maddesi tüketici onarım hakkını kullanmışsa garanti süresi içinde sık sık arızalanma nedeniyle maldan yararlanamama süreklilik arzetmesi halinde 4. maddede yer alan diğer seçimlik hakların kullanılabileceği düzenlemesini getirmiştir. Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesine göre de, tüketicinin onarım hakkını kullanmasına rağmen; malın, garanti süresi içinde kalmak kaydıyla, bir yıl içinde, aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla meydana gelmesi veya belirlenen garanti süresi içinde farklı arızaların toplamının altıdan fazla olması unsurlarının yanı sıra, bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kılması durumlarında tüketici malın ücretsiz değiştirilmesi, bedelin iadesi veya ayıp oranında bedel indirimi talep edebilir. 18.2.2004 tarih ve 2004/4-29-83 Sayılı Hukuk Genel Kurulu Kararında da benimsendiği gibi, davalı satıcı onarımı yetkili servis istasyonları eliyle yapmaktadır. Bu istasyonlar satılan araçların teknik özellikleri itibariyle arıza ve ayıbı doğru ve tam teşhis edebilecek, en kısa sürede ve tam anlamıyla giderebilecek elemanlar bulundurmak zorundadır. Deneme yanılma yoluyla aracı tamire çalışan servis elemanları istihdam edilmesinin sonuçlarının tüketiciye mal edilmesi düşünülemez. Öte; yandan ve asıl önemlisi, üretim hatasının varlığını, rahatlıkla tespit edebilecek nitelikte olması gereken bir yerde ifa yardımcısı durumunda olan servislerin tüketiciyi sonuç alınamayan tamirlerle oyalaması ve arızanın belli aralıklarla tekrarlaması karşısında davada zamanaşımı; varlığından da söz edilemez. MK.nun 2. maddesi hükmü gereğince, herkes hakkını iyiniyet kuralları çerçevesinde kullanmak zorundadır. Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 4/g maddesi gereğince de imalatçı- ithalatçı firmanın sorumlu olduğu,bu hali ile ve yine Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 15. maddesine göre imalatçı- üretici firmanın sorumlu bulunduğu anlaşıldığından davalı firmanın sorumlu olduğu tespit edilmiştir. Somut olayda, davacı tarafça satın alınan aracın garanti süresi içerisinde arızasının ikiden fazla tekrarlandığı ve arızaların niteliği itibariyle araçtan beklenen faydayı sağlamadığı ve böylelikle 4077 sayılı yasanın 4. maddesi ile Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesinde yer alan seçimlik haklardan yenisi ile değiştirme hakkının gerçekleştiği anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiştir. HÜKÜM // Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının davasının KABULÜNE, 2-Dava konusu aracın AYIPSIZ MİSLİ İLE DEĞİŞTİRİLMESİNE,
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Banka Kredisi Dosya Masraf İadesi Örnek Karar

  Davacı dava dilekçesi ile; davalı bankadan konut kredisi kullandığını ve sonrasında iki defa yapılandırdığını, tüm bu işlemler nedeni ile toplamda 1.716,83 TL tahsil edildiğini, bu bedelin haksız alındığını belirterek iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davaya konu işlemlerin sözleşmenin masraf ve komisyonlar hükmüne uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir. GEREKÇE: Dava, alınan masrafın tahsiline ilişkindir. Dosya kapsamına göre; konut kredisi sözleşmesi uyarınca kullandırılan ve yeniden yapılandırılan kredi nedeni ile dava konusu 1.716,83TL dosya masrafının ve yeniden yapılandırma bedelinin alındığı hususu taraflar arasında çekişmesizdir. Yanlar arasında ihtilaflı olan husus; kredi kullandırılması ve yeniden yapılandırma  sırasında bu masrafın alınıp alınmayacağıdır. Taraflar arasındaki konut kredisi sözleşmesinin 6.maddesinde “Akdi Faiz, Vergi ve masraflar” başlığı altında ilgili vergi ve resimler ile yapılacak tüm sair masrafları ödemeyi tüketicinin kabul ettiği belirtilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki; yeniden yapılandırma adı altında yapılan işlem, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 10/B maddesinde (5582 Sayılı Kanun madde: 24) öngörülen “Erken Ödeme” işleminden farklı bir hukuki tasaruftur. Şöyle ki; 4077 sayılı Kanun’un 10/B maddesinin 14. fıkrasında; “Faiz oranının sabit olarak belirlenmesi halinde, sözleşmede yer verilmek suretiyle,  bir ya da birden fazla ödemenin vadesinden önce yapılması durumunda konut finansmanı kuruluşu tarafından tüketiciden erken ödeme ücreti talep edilebilir. Erken ödeme ücreti gerekli faiz indirimi yapılarak hesaplanan ve tüketici tarafından konut finansmanı kuruluşuna erken ödenen tutarın yüzde ikisini geçemez. Oranların değişken olarak belirlenmesi halinde tüketiciden erken ödeme ücreti talep edilemez” denmektedir. Dava konusu edilen yeniden yapılandırma olayında ise, bankalar arası piyasadaki konut kredilerinin düşmesi üzerine, rekabet koşulları çerçevesinde davalı bankanın kendi inisiyatifi ile yeniden sunduğu faiz oranları üzerinden bakiye krediye ait ödeme tablosunun tekrardan belirlenmesi söz konusu olmaktadır. Bir başka deyişle, yeniden yapılandırmada erken ödemede olduğu gibi, yanlar arasında akdedilen ilk konut kredisine ait ödeme tablosunda yer alan bir ya da birden fazla taksitin vadesinden önce ödenmesi bahis konusu değildir. Erken ödeme durumunda, yasal şartlar mevcut ise banka “erken ödeme ücreti” talep edebilecektir. Somut olayımızda, Bankanın kredi açılırken veya yeniden yapılandırılırken yapılması mutad ve zorunlu olan masrafları isteyebileceği, kredi verilmesi veya yeniden yapılandırılması için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükünün bankaya düştüğü, bunun dışında sebebi ve dayanağı açıklanmayan, içeriği somutlaştırılmayan, sözleşmede “ücret ve masraflar” başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6. maddesi ile Haksız Şartlar Hakkındaki Yönetmeliğin 7. maddesi gereğince haksız şart niteliğinde bulunduğu ve bu hükmün bâtıl olduğu, bankanın dava konusu giderin kredinin verilmesinde ya da yeniden yapılandırılmasında zorunlu masraf niteliğinde bulunduğu hususunu kısmen  kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan; sigorta primleri, ekspertiz ücreti ve ipotek tesis ücreti, kredi kullandırılması için banka açısından zorunlu masraf niteliğinde olduğu, bu hususun Mahkememizde görülen bir çok emsal davada alınan uzman bilirkişi raporları ile sabit bulunduğu anlaşılmakla, bu yöndeki istemin reddine karar verilmiştir. Bu bağlamda alınan bilirkişi raporunun; mahkememizce kabul edilen maddi olgulara ve kanıtlara dayandığı, objektif ve bilimsel nitelikte bulunduğu, hüküm kurmaya elverişli olduğu anlaşılmakla hükme esas alınarak aşağıdaki şekilde karar verilmiştir. H Ü K Ü M //Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davanın KISMEN KABULÜNE, a-1.381,83 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE, b-Fazlaya ilişkin istemin REDDİNE, 2-Davacı tarafından yapılan posta + bilirkişi masrafı olmak üzere toplam 218,10 TL yargılama giderinden davanın kabul ve red oranı dikkate alınarak 150,05 TL’sinin  davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına, 3-Davacı gider avansından kullanmayan kısmının HMK’nun 333.311 ve HMKGAT’nin 5/1.maddeleri uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonra davacı tarafa İADESİNE, 4-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden AAÜT’nin 12/2.maddesi gereğince takdiren 400,00TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, Dair, davacı ile davalı vekilinin yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilmesi halinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.  
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Kredi Yeniden Yapılandırma, Kullandırım Masrafı gibi Kesintilerinin İadesi Hakkında Karar

T.C. ANKARA 7. TÜKETİCİ MAHKEMESİ GEREKÇELİ KARAR

ESAS NO : 2010/858 KARAR NO : 2011/309 HAKİM : ……….. KATİP : …………. DAVACI : ………….. VEKİLİ : …………………   DAVALI VEKİLLERİ : …… DAVA : Tüketicinin Hakem Kurulu Kararına İtirazı DAVA TARİHİ: 20/08/2010 KARAR TARİHİ : 14/04/2011 KARAR YAZMA TARİHİ : 18/04/2011
Yapılan yargılama sonucunda; İDDİA_________ Davacı, dava dilekçesinde ve davacı vekili beyanlarında: Davalı banka müşterisi olduğunu, 27/09/2007 tarihinde 60 ay vade ile 130.000,00 TL Konut Kredisi kullandığını, kredi faiz oranlarının düşüşünden yararlanmak üzere kredinin yeniden yapılandırılmasını talep etmesi üzerine bankanın %2 erken ödeme ücreti 1.545,00-TL ve ödeme planı değişiklik ücreti 386.00-TL olmak üzere 1.930,00-TL aldığını, bu paranın iadesi için Ankara Tüketici Sorunları İl Hakem Heyetine müracaat ettiğini, Hakem Heyetinin 09.08.2010 tarih ve 10 sayılı karan ile talebini reddettiğini, verilen kararın haksız olduğunu, bankanın haksız şekilde tahsil ettiği 1.930,00 TL bedelin iadesi gerektiğini belirterek Hakem Heyeti kararının iptaline ve ödenen 1.930,00-TL’nin davalıdan tahsiline karar verilmesini talep ve dava etmiştir. SAVUNMA___ Davalı taraf vekili savunmalarında, açılan davanın haksız olduğunu, banka uygulamasının sözleşme ve davacının taahhüdüne uyarak yapıldığını, erken ödeme nedeniyle masraf ve komisyon alınmasının yasaya uygun olduğunu, açılan davanın yersiz olduğunu belirterek davanın reddini istemiştir. YARGILAMA GEREKÇESİ Dava, Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Kararının iptali ve Kredi yapılandırması için ödenen bedelin iadesi istemine ilişkindir. (4077 s.K.m 1, 2,3,10,10/B, 23,30) Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyeti karan, Konut Kredisi Sözleşmesi, hesap özeti, ödeme planı, ödemeye ilişkin dekont örneği, bilirkişi raporu ve diğer belgeler dosyada mevcuttur. Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyeti Başkanlığının 09/08/2010 tarih ve 10 sayılı karan ile 4077 sayılı Tüketici Korunması Hakkında Kanunun 10/B maddesi gereği tüketicinin 1.930,00-TL yapılandırma ücretine ilişkin talebinin reddine karar vermiştir. Bir mal veya hizmeti ticari ve mesleki olmayan amaçlarla edinen, kullanan veya yararlanan gerçek ya da tüzel kişiler tüketicidir (4077 s.K.m.3/e). Kamu tüzel kişileri de dahil olmak üzere ticari veya mesleki faaliyetleri kapsamında tüketiciye mal sunan gerçek veya kamu tüzel kişileri de satıcı sayılır(4077 s.K.m.3 g). Mal veya hizmet piyasalarında tüketici ile satıcı-sağlayıcı arasında yapılan her türlü hukuki işlem tüketici işlemi sayılır (4077 s.K.m.3/h). Mevcut davada taraflar arasın da kj Hukuki ilişki kredisi sözleşmesinden kaynaklanmakta olup, bu tür uyuşmazlıklarda tüketici mahkemeleri görevlidir.(4077s.K.m.lO, 10/B.l 1.23. 30)
Tüketici Mahkemesinin görevli olduğu hallerde Tüketici Sorunları Hakem Heyetleri de görevlidir. Ancak dava değeri itibarı ile verecekleri kararlar 4077 sayılı Kanun 22/5 madde uyarınca ilam hükmünde veya delil mahiyetinde olacaktır. Konut kredisi sözleşmesi, ödeme planı, yapılandırma sırasında alman komisyon ve masraf miktarı konusunda taraflar arasında ihtilaf yoktur. Uyuşmazlık alman tüketici kredisi nedeniyle faizlerdeki düşme nedeniyle banka tarafından yapılan yapılandırma işleminde masraf ve komisyon istenip istenemeyeceği konusundadır. 4077 s.K. 6 maddesinde yapılan düzenlemeye göre, satıcı ve sağlayıcının tüketici ile müzakere etmeden tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kurallarına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şart sayılır. Buna göre sözleşmedeki bir hükmün haksız şart olarak değerlendirilebilmesi ipin; 1) Satıcı tarafından müzakere edilmeden sözleşmeyi tek yanlı olarak konulmuş olması. 2) Tarafların hak ve yükümlülüklerinde tüketici aleyhine bir dengesizlik oluşturması, 3) Bu durumun iyi niyet kurallarına aykırı olması gerekir. Taraflar arasında tanzim edilen sözleşmenin tamamı veya sözleşmedeki bir veya birkaç hükmün haksız şartın kabulü için yukarıda belirtilen bu şartların tamamının aynı anda bulunması zorunludur. Sözleşme incelendiğinde, kredi kartı ücreti, kredi kartı yıllık aidat bedeli ve hesap işletim ücretine ilişkin hükmün banka tarafından tek taraflı olarak sözleşmeye konulduğu, bu durumun tüketici ile müzakere edilmediği, aksine bir iddianın bulunmadığı, sözleşme de bu konuda hüküm olmadığı, bu düzenlemenin tüketici aleyhine dengesizliğe sebebiyet verdiği anlaşıldığından bu hükmün haksız şart niteliğinde olduğu kabul edilmiştir. (Aynı görüşte 13 H.D. 03/03/2008, 2007/11236 E., 2008/2982 sayılı kararı.) Konut Kredi Sözleşmesinin incelenmesinde: 27.09.2007 tarihinde davacının aylık 1,28 faizle, 60 ay vadeli 130.000.00-TL konut kredisi kullandığı, aylık 3.117,00-TL taksit ödemesi kararlaştırıldığı anlaşılmıştır. Dosya üzerinde bilirkişi incelemesi yapılmış olup, bilirkişi kurulu raporlarında: Taraflar arasında 27/092007 tarihli Konut Kredi sözleşmesi imzalandığını, aylık 1.28 faiz, 60 ay vade 130.000,00-TL kredi kullanıldığını, taksit miktarının 3.117,00-TL olduğunu, 30 aylık ödemeden sonra faiz oranının %Ö,89 oranına indirilerek ödeme konusunda tarafların anlaştıklarını, faiz oranının sabit olarak belirlendiğim, konut finansman kuruluşu tarafından erken ödeme ücreti talep edilebileceğini, banka uygulamasının yerinde olduğunu bildirmişlerdir. Bilirkişi raporu, dosya kapsamı ve delil durumuna uygun bulunmuş olup, teknik değerlendirmeleri mahkememizce kabul edilmiş ancak, hukuki nitelendirmeye yönelik sonuç bölümüne itibar edilmemiştir. 4077 s.K.m. 10/B maddesinin 14.fıkra hükmüne göre faiz oranının sabit olarak belirlenmesi halinde bir veya birden fazla ödemenin vadesinden önce yapılması halinde konut finansman kurulu erken ödeme ücreti talep edebilir. Erken ödeme ücreti %2 oranını geçemez. Kredi taksitlerinin vadesinden önce erken ödenmesi ya da borcun tümüyle ödenmesi halinde banka %2 oranını aşmayacak şekilde erken ödeme ücreti talep edebilir. Bankanın bu oranı azami miktarda kullanabilmesi için bunun haklı gerekçesini tüketiciye bildirmesi zorunludur. Mevcut olayda erken ödeme olduğu kabul edilemez. Yapılan işlem piyasada faiz oranlarının düşüşü ile birlikte bankalar arasındaki rekabet ile birlikte bankaların faiz oranında kendiliğinden ve talep üzerine yaptıkları indirimlerdir. Her şeyden önce belirtmek gerekir ki sözleşme yapılıp taksitler ödenmeye başlandıktan sonra faizlerdeki düşüş nedeniyle bankayı yapılandırmaya zorlamak hukuken mümkün değildir. Ancak serbest piyasa koşulları nazara alındığında kredi kullanan tarafın krediyi tümüyle kapatarak başka bir bankadan daha uygun şartlarda kredi alabileceği düşünüldüğünde bankaların yoğun bir şekilde yapılandırma adı altında yeni bir uygulama geliştirdikleri görülmektedir. Tüketici Kanununun tüketicilere sağladığı en önemli haklardan birisi bilgilendirme aydınlatılma hakkıdır. Bu kapsamda esasen bankalar kredi verdiklerinde masraf komisyon. Ve eğer tüm giderler dahil olmak üzere çekilecek kredi tutarı, taksit miktarı ve sabit aylık ödeme yaparak bunu tüketiciye bildirmek durumundadır. Ancak piyasa koşullarında yoğun rekabet nedeniyle bankaların mümkün olduğu kadar düşük oranda faiz ilanları yaparak bilahare masraf ve komisyon adı altında aldıkları ücretlerle faiz oranını dolaylı şekilde artırmaktadırlar. Tüketici Mevzuatı yönüyle bu durumun kabulü mümkün değildir.
Somut olayda bankayı yeniden yapılandırmaya zorlamak yasal olarak mümkün olmamakla birlikte banka kendi insiyatifiyle yapılandırmayı kabul ettiğine göre tüketiciye yapılandırma ile ilgili faiz oranını her şey dahil olmak üzere net biçimde ve kalan süre için ödenecek taksit tutarını bildirerek yapmak zorundadır. Borç yapılandırmasını kabul eden bankanın erken ödeme komisyonu adı altında ve plan değişikliği adı altında yeniden ücret talep etmesi usul ve yasaya aykırıdır. Dosya içerisinde toplanan tüm deliller, Hakem Heyeti kararı, Konut Kredisi Sözleşmesi, ödeme planı, bilirkişi raporu ve tüm dosya içeriğine göre, faiz oranlarındaki düşüş nedeniyle bankanın yeniden yapılandırma talebini kabul ettiği, bu nedenle masraf, komisyon adı altında ücret talep etmesinin usul ve yasaya uygun olmadığı, aksi halin haksız şan niteliğinde olacağı, yapılandırmanın tümüyle bankanın insiyatifinde olduğu, bu işlem kabul edildiğinden ayrıca masraf ve komisyon talebinin usul ve yasaya uygun olmadığı anlaşıldığından, davanın kabulüne, hakem heyet kararının iptaline, dava konusu 1.930,00 TL nin davalıdan tahsilime, davacı tarafa ödenmesine karar vermek gerekmiştir. Anlatılan nedenlerle. HÜKÜM 1-Davanın KABULÜNE, 2-Ankara İl Tüketici Sorunları Hakem Heyetinin 09.03.2010 tarih ve 30 sayılı kararının İPTALİNE, 3- Dava konusu 1.930,00-TL’nin davalıdan TAHSİLİNE, davacı tarafa ÖDENMESİN E, 4-Davacı taraf kendisini bir vekil marifetiyle temsil ettirmiş olduğundan A.A.Ü.T uyarınca 550 TL ücreti vekaletin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine. 5-Davacı tarafça yapıldığı anlaşılan 10,00 TL dava açma, 12,00 TL P.P., 300,00 TL bilirkişi ücreti olmak üzere toplam 322,00 TL yargılama giderinin davalıdan alınarak davacı tarafa verilmesine. 6- Davalı tarafından yargılama gideri yapılmadığından bu konuda karar verilmesine yer olmadığına, 7-Harçlar Yasası uyarınca alınması gereken 18,40 TL başvuru ve 114,64 TL nispi karar ve ilam harcı olmak üzere toplam 133,04 TL harcın davalıdan tahsili ile hazineye irat kaydedilmesine,
Dair, davacı vekili ile davalı vekili yüzlerine karşı, gerekçeli karar tebliğinden itibaren 15 günlük temyiz yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup anlatıldı. 14.04.2011
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Ancak Zorunlu Olan Masrafları İsteyebileceği, Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğuna Dair Yargıtay Kararı

Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Ancak Zorunlu Olan Masrafları İsteyebileceği, Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğuna Dair Yargıtay Kararı

T.C. YARGITAY 13. HUKUK DAİRESİ E. 2011/8196 K. 2012/1183 T. 26.1.2012 • ALACAK DAVASI ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) • KONUT KREDİSİ KULLANAN TÜKETİCİDEN ALINAN DOSYA MASRAFI ( Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu/Bilirkişiden Rapor Alınacağı ) • BANKANIN KREDİ VERİRKEN TÜKETİCİDEN DOSYA MASRAFI ALMASI ( Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu/Bilirkişiden Rapor Alınacağı ) • İSPAT YÜKÜ ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) • HAKSIZ ŞART ( Bankanın Konut Kredisi Kullandırırken Tüketiciden Dosya Masrafı Aldığı/Bankanın Zorunlu Olan Masrafları Tüketiciden İsteyebileceği – Zorunlu Masrafların Neler Olduğu Konusunda İspat Yükünün Bankada Olduğu ) ÖZET : Alacak davasında ; davacı davalı bankadan sözleşme ile konut kredisi kullandığını, dosya masrafı adı altında para tahsil edildiğini, bu paranın bir karşılığı olmaksızın haksız olarak alındığını, tüketici ile müzakere edilmediğini, tüketici hakem heyetine de başvurup haksız şart olup tahsiline ilişkin karar aldırdığını bildirerek tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun, kullanılan kredi miktarı gözetilerek davalı bankanın belirlediği miktarın makul olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekir. DAVA : Taraflar arasındaki alacak davasının yapılan yargılaması sonunda ilamda yazılı nedenlerden dolayı davanın kabulüne yönelik olarak verilen hükmün süresi içinde davalı avukatınca temyiz edilmesi üzerine dosya incelendi gereği konuşulup düşünüldü: KARAR : Davacı, davalı bankadan 27.04.2009 tarihli sözleşme ile 104.480 TL konut kredisi kullandığını, 2.089,60 TL dosya masrafı adı altında para tahsil edildiğini, bu paranın bir karşılığı olmaksızın haksız olarak alındığını, tüketici ile müzakere edilmediğini, tüketici hakem heyetine de başvurup haksız şart olup tahsiline ilişkin karar aldırdığını bildirerek 2.089,60 TL nin tahsiline karar verilmesini talep etmiştir. Davalı davanın reddini dilemiştir. Mahkemece davanın kabulüne karar verilmiş,hüküm davalı tarafından temyiz edilmiştir. Davacının davalı bankadan 27.04.2009 tarihli sözleşme ile 104.480 TL konut kredisi kullandığı,kredi sözleşmesine ekli ödeme planında 2.089,60 TL peşin komisyon tutarı olarak gösterildiği ve davacıdan tahsil edildiği dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Davacı, 13.04.2010 tarihinde tüketici hakem heyetine başvurmuş, 070.6.2010 tarihli kararda dosya masrafı olarak alınan bu bedelin tüketici ile müzakere etmeden konulduğunu, haksız şart olduğu gerekçesi ödenen miktarın tahsiline karar verilmiştir. 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 4822 Sayılı Kanunla değişik 6. maddesi ile sözleşmelerdeki haksız şart düzenlenmiş ve “Satıcı ve sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır. Taraflardan birini tüketicinin oluşturduğu her türlü sözleşmede yer alan haksız şartlar tüketici için bağlayıcı, değildir. Eğer bir sözleşme şartı önceden hazırlanmışsa ve özellikle standart sözleşmede yer alması nedeniyle tüketici içeriğine etki edememişse, o sözleşme şartının tüketiciyle müzakere edilmediği kabul edilir. Sözleşmenin bütün olarak değerlendirilmesinden, standart sözleşme olduğu sonucuna varılırsa, bu sözleşmedeki bir şartın belirli unsurlarının veya münferit bir hükmünün müzakere edilmiş olması, sözleşmenin kalan kısmına bu maddenin uygulanmasını engellemez. Bir satıcı veya sağlayıcı, bir standart şartın münferiden tartışıldığını ileri sürüyorsa, bunu ispat yükü ona aittir. 6/A, 6/B, 6/C, 7, 9, 9/A, 10, 10/A ve 11/A maddelerinde yazılı olarak düzenlenmesi öngörülen tüketici sözleşmeleri en az oniki punto ve koyu siyah harflerle düzenlenir … ” hükmü, yine 4077 Sayılı Kanunun değişik 6 ve 31 maddelerine dayanılarak hazırlanan Tüketici Sözleşmelerindeki Haksız Şartlar Hakkında Yönetmeliğin 7. maddesinde “satıcı, sağlayıcı veya kredi veren tarafından tüketici ile akdedilen sözleşmede kullanılan haksız şartlar batıldır” hükmü getirilmiştir. Taraflar arasında düzenlenen sözleşmenin 4.1, 4.2. maddesinde miktar belirtilmeksizin kredi ile ilgili masrafların,komisyonun, vergi ve harçların müşteri tarafından ödeneceği belirtilmiş, 4.4. Maddesinde “bankanın toplam kredi tutarına dilediği ad altında ve uygun göreceği oranda/tutarda komisyon tahakkuk ettirebilir ve bu komisyonları müşteriden tahsil edebilir. Müşteri, sözleşmeyi imzalamakta tatbik edilecek komisyon tutarlarının toplam kredi borcunun bir parçası olarak kendisi için her yönüyle bağlayıcı olduğunu kabul ve taahhüt eder.”şeklinde kararlaştırılmıştır. Yine 24.04.2009 tarihli kredi öncesi bilgi formunda,kullandırma dosya masrafının işlem tutarına göre değişiklik göstereceği, kullanılan kredinin % 3.25’i olarak hesaplanacağı, ekspertiz masrafları, teminatların sigortalanması ile ilgili sigorta primleri müşteriye ait olduğu,ait olduğu,ayrıca vergi, resim, harç, fon vs giderlerin müşteriye ait olduğu belirtilmiştir. Bilgi formuna ekli ödeme planında komisyon masrafı olarak 2.089,60 TL gösterilmiştir. Ancak, bu ücret ve masrafların hangi nedenlerle alınacağına dair sözleşmede ve bilgi formunda açıklayıcı bir hüküm bulunmamaktadır. Kural olarak davalı banka, sadece kredinin verilmesi için zorunlu olan masrafları tüketiciden isteyebilir. Kredi verilmesi için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükü ise davalı bankaya aittir. Aksi halde, içeriği somutlaştırılmayan diğer ücret ve masraflar başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün yukarıda açıklanan yasa ve yönetmelik hükümleri karşısında haksız şart olduğunun kabulü gerekir. Bu durumda, mahkemece, davalı bankadan bu yönde delilleri sorulduktan sonra, konusunda uzman bilirkişi ya da heyetinden kredinin kullanılması için zorunlu masrafların neler olduğunun, kullanılan kredi miktarı gözetilerek davalı bankanın belirlediği miktarın makul olup olmadığının tespiti için bilirkişi raporu alınması ve hasıl olacak sonuca göre bir karar verilmesi gerekirken bu yönler gözetilmeksizin eksik inceleme ile yazılı şekilde davanın kabulüne karar verilmesi usul ve yasaya aykırı olup bozma nedenidir. SONUÇ : Yukarıda açıklanan nedenlerle kararın davalı yararına BOZULMASINA, peşin alınan harcın istek halinde iadesine, 26.01.2012 gününde oy birliği ile karar verildi.
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Banka Kredisi Komisyon ve Aidat İadeleri Mahkeme Kararı

Kredi masraf iadesi ve mahkeme sonucu gerekçeli kararı

Download (PDF, 126KB)

   
Trafik Sigorta, Kasko ve Tazminat Davaları
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Araç sahibi olmak ile suç arasında illiyet bağı

ANAYASA MAHKEMESİ KARARI Esas Sayısı : 2012/106 Karar Sayısı : 2012/190 Karar Günü : 29.11.2012 İTİRAZ YOLUNA BAŞVURAN : Söke 1. Sulh Ceza Mahkemesi İTİRAZIN KONUSU : 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin, 21.5.1997 günlü, 4262 sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesi ile yeniden düzenlenen üçüncü fıkrasının “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” biçimindeki 4. cümlesinin, Anayasa’nın 38. maddesine aykırılığı ileri sürülerek iptaline karar verilmesi istemidir. I- OLAY 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin üçüncü fıkrasının 4. cümlesi uyarınca uygulanan idari para cezasının iptali istemiyle açılan davada, itiraz konusu kuralın Anayasa’ya aykırı olduğu kanısına varan Mahkeme, iptali için başvurmuştur. II- İTİRAZIN GEREKÇESİ Başvuru kararının gerekçe bölümü şöyledir: “Yukarıda belirtilen dava ile ilgili olarak, mahkememizce yapılan ön inceleme sonucunda, mahkememizin yetkili olduğu, başvurunun süresi içinde yapıldığı, başvuru konusu idari yaptırım kararının sulh ceza mahkemesinde incelenebilecek kararlardan olduğu ve başvuranın buna hakkı olduğu anlaşılmakla başvurunun usulden kabulüne karar verilmiş ancak idari yaptırımın uygulanmasına dayanak teşkil eden hükmün Anayasaya aykırı olması sebebiyle bu konuda Anayasa Mahkemesine başvurulmasına karar verilmiştir. Zira; Ceza hukukunda, fiil, kişinin haricî, nesnel bir davranışıdır, yani kişinin, başkalarınca algılanabilen bir davranışıdır. Bu anlamda olmak üzere, kişiden çıkarak haricileşmiş bir fiil olmadıkça, suç da olmaz. Buradan, suçun maddî unsuru olan “filsiz suç olmaz” mutlak kuralı ortaya çıkmaktadır. Kural, ceza hukuku düzeninin niteliğini belirlemede mihenk taşıdır. Anayasa, 38. maddesinde, … kanunun suç saymadığı bir fiilden söz ederken, açıkça fıilsiz suç olmaz kuralına vurgu yapmış olmaktadır. Aynı şekilde, TCK’nun 2. maddesinde, kanunun suç saymadığı bir fiilden söz edilmektedir. Bu demektir ki, suçun maddesini, fiil oluşturmaktadır. Bugün, fıilsiz suç olmaz kuralı, uygar bir ceza hukukunun, kendisinden vazgeçmesi imkansız olan bir temel taşıdır. Bir hareket yoksa, ortada, ne bir fiil, ne de bir suç vardır. Hareket olumlu veya olumsuz bir biçimde ortaya çıkabilir. Olumlu bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmak, olumsuz bir biçimde ortaya çıkan hareket yapmamaktan ibaret bulunmaktadır. Yapmak biçiminde ortaya çıktığında harekete “icra hareketi”, yapmamak biçiminde ortaya çıktığında harekete “ihmal hareketi” denmektedir. İhmal hareketi de insanın nesnel, yani harici bir davranışıdır. Ortada icra veya ihmal hareketi olmadıkça, bir suçun da bulunmadığının kabulü zorunludur. Anayasa Mahkemesi’nin yerleşik içtihatlarında da belirtildiği üzere, Anayasanın “Suç ve cezalara ilişkin esaslar” kenar başlıklı 38. maddesinin yedinci fıkrasında, “Ceza sorumluluğu şahsidir.” hükmü yer almaktadır. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Başka bir anlatımla bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. (Anayasa Mahkemesi’nin 15/03/2012 tarih ve 2011/105 E.-2012/38 K. Sayılı kararı) Bu bilgiler ışığında dava konusu somut olay incelendiğinde; başvuruda bulunan …’ün kendi adına kayıtlı bulunan 09 BF 692 plaka sayılı aracı … isimli şahsa kiraladığı, … isimli şahsın ise, …’ün bilgisi dışında aracı üçüncü kişi olan … isimli şahsa verdiği, emniyet görevlileri tarafından yapılan kontrol sırasında …’in aracı sürücü belgesiz olarak kullandığının tespit edildiği, bu nedenle sürücü olan …’e ceza verildiği ancak sürücünün araç sahibi olmaması nedeniyle araç sahibi olan …’e de iptali istenen 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 36 maddesinin 3. fikrasının 4. tümcesinde yazılı “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” hükmü uyarınca ceza uygulandığı anlaşılmıştır. Somut olayda da görüleceği üzere, kişi, sahibi olduğu aracının başkası tarafından sürücü belgesiz olarak kullanıldığı konusunda bilgi sahibi olmasa kısacası bu konuda herhangi bir kusuru (kastı veya özen ve dikkat yükümlüğüne aykırı davranışı) olmasa dahi iptali istenen söz konusu hüküm uyarınca cezaya muhatap olmaktadır.Bu konuda istisnai bir örnek vermek gerekirse; alınan her türlü önlem ve tedbire rağmen bir kişinin aracının sürücü belgesi sahibi olmayan bir hırsız tarafından çalınması ve hırsızın yakalanması durumunda dahi suçun mağduru olan araç sahibine de bu hüküm uyarınca para cezası verilmek zorunda kalınacaktır. Zira, kanun metninden de açıkça anlaşılacağı üzere, araç sahibine ceza verilmesi için herhangi bir kusurunun olması şartı aranmamaktadır. Kişinin sadece araç sahibi olması ceza alması için yeterlidir. (Oysa ki aynı kanunun 37. maddesinde benzer bir düzenlemede, araç kullandıran kişilerin cezalandırılacağı belirtilerek açıkça kusur sorumluluğuna vurgu yapılmıştır.) Her ne kadar hukuki sorumluluk açısından aynı kanunda işletenin (araç sahibi) kusursuz sorumluluğu kabul edilmiş ise de, aynı ilkenin cezai sorumluluk yönünden de kabulü mümkün değildir. Sonuç olarak görülmektedir ki, iptali istenen söz konusu kanun hükmü uyarınca, bir kimsenin icrai (ehliyetsiz araç kullanması için birini teşvik etme vs…) veya ihmali (ehliyetsiz araç kullanılmasına göz yumma vs…) herhangi bir hareketi olmasa veya tespit edilemese dahi sadece araç sahibi olmasından dolayı başkasının bir fiili nedeniyle (ehliyetsiz araç kullanma) ceza alması söz konusu olmaktadır. Bu nedenle, 1982 Anayasasının 38/7. maddesine aykırılık teşkil eden 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu 36 maddesinin 3. fıkrasinin 4. tümcesinde yazılı “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” cümlesinin iptali için Anayasa Mahkernesine başvurmak gerektiğine mahkememizce kanaat getirilmiştir.” III- YASA METİNLERİ A- İtiraz Konusu Yasa Kuralı 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun itiraz konusu kuralı da içeren 36. maddesi şöyledir: “Madde 36- Motorlu araçların, sürücü belgesi sahibi olmayan kişiler tarafından karayollarında sürülmesi ve sürülmesine izin verilmesi yasaktır. Araçlar, bu Kanunda sınıfları belirtilen sürücü belgelerine sahip sürücüler ile iki veya çok taraflı anlaşmalara göre sürücü belgesi bulunan veya geçerli uluslararası sürücü belgesi olan kişilerce sürülebilir. (Yeniden Düzenleme: 21/5/1997 – 4262/4 md.) Sürücü belgesi sahibi olmadan trafiğe çıkanlara ilk tespitte bir aydan iki aya kadar, tekrarı halinde iki aydan üç aya kadar hafif hapis cezası verilir. Ayrıca bu kişiler her defasında 7 200 000 lira hafif para cezasıyla da cezalandırılırlar. Bu kişilerin kazaya neden olması halinde bu cezaların uygulanması diğer cezaların uygulanmasına engel teşkil etmez. Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” B- Dayanılan ve İlgili Görülen Anayasa Kuralları Başvuru kararında, Anayasa’nın 38. maddesine dayanılmış, 2. maddesi ise ilgili görülmüştür. IV- İLK İNCELEME Anayasa Mahkemesi İçtüzüğü hükümleri uyarınca Serruh KALELİ, Alparslan ALTAN, Fulya KANTARCIOĞLU, Mehmet ERTEN, Serdar ÖZGÜLDÜR, Osman Alifeyyaz PAKSÜT, Zehra Ayla PERKTAŞ, Recep KÖMÜRCÜ, Burhan ÜSTÜN, Engin YILDIRIM, Nuri NECİPOĞLU, Hicabi DURSUN, Celal Mümtaz AKINCI, Erdal TERCAN, Muammer TOPAL ve Zühtü ARSLAN’ın katılımlarıyla 27.9.2012 gününde yapılan ilk inceleme toplantısında, dosyada eksiklik bulunmadığından işin esasının incelenmesine OYBİRLİĞİYLE karar verilmiştir. V- ESASIN İNCELENMESİ Başvuru kararı ve ekleri, Raportör Ayşegül ATALAY tarafından hazırlanan işin esasına ilişkin rapor, itiraz konusu Yasa kuralı, dayanılan ve ilgili görülen Anayasa kuralları ile bunların gerekçeleri ve diğer yasama belgeleri okunup incelendikten sonra gereği görüşülüp düşünüldü: Başvuru kararında, itiraz konusu kural uyarınca bir kimsenin icrai veya ihmali herhangi bir hareketi olmasa veya tespit edilemese dahi sadece araç sahibi olmasından dolayı başkasının bir fiili nedeniyle ceza almasının söz konusu olduğu, bu durumun ise cezaların şahsiliği ilkesiyle çeliştiği belirtilerek kuralın, Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olduğu ileri sürülmüştür. 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 43. maddesine göre, ilgisi nedeniyle itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. maddesi yönünden de incelenmiştir. İtiraz konusu kuralda, sürücü belgesi olmadan trafiğe çıkan sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenleneceği öngörülmüştür. Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devleti, eylem ve işlemleri hukuka uygun, insan haklarına saygılı, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, Anayasa ve hukukun üstün kurallarıyla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlettir. Hukuk devletinde ceza hukukuna ilişkin düzenlemelerde olduğu gibi idari yaptırımlar açısından da Anayasa’ya ve ceza hukukunun temel ilkelerine bağlı kalmak koşuluyla hangi eylemlerin kabahat sayılacağı, bunlara uygulanacak yaptırımın türü ve ölçüsü, yaptırımın ağırlaştırıcı ve hafifleştirici nedenlerinin belirlenmesi gibi konularda kanun koyucu takdir yetkisine sahiptir. Anayasa’nın 38. maddesinin birinci fıkrasında, “Kimse, işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanunun suç saymadığı bir fiilden dolayı cezalandırılamaz.”; üçüncü fıkrasında,“Ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirleri ancak kanunla konulur.” denilerek suçun ve cezanın kanuniliği esası benimsenmiş; yedinci fıkrasında ise ceza sorumluluğunun şahsi olduğu belirtilerek herkesin, kendi eyleminden sorumlu tutulacağı, başkalarının suç oluşturan eylemlerinden dolayı cezalandırılamayacağı kabul edilmiştir. Ceza sorumluluğunun şahsiliği ceza hukukunun temel kurallarındandır. Cezaların şahsiliğinden amaç, bir kimsenin işlemediği bir fiilden dolayı cezalandırılmamasıdır. Diğer bir anlatımla, bir kimsenin başkasının fiilinden sorumlu tutulmamasıdır. Bu ilkeye göre asli ve feri failden başka kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılmaları olanaklı değildir. Anayasa’nın 38. maddesinin yedinci fıkrası ile ilgili gerekçede de, “…fıkra, ceza sorumluluğunun şahsi olduğu; yani failden gayri kişilerin bir suç sebebiyle cezalandırılamayacağı hükmünü getirmektedir. Bu ilke dahi ceza hukukuna yerleşmiş ve ‘kusura dayanan ceza sorumluluğu’ ilkesine dahil, terki mümkün olmayan bir temel kuralıdır.” denilmektedir. Anayasa’nın 38. maddesinde idari ve adli cezalar arasında bir ayrım yapılmadığından idari para cezaları da bu maddede öngörülen ilkelere tâbidir. İtiraz konusu kuralda, sürücü belgesi olmadan araç kullanan kimsenin aynı zamanda araç sahibi olmadığı durumlarda, tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenleneceği belirtilmekte, araç sahibinin kusurunun bulunup bulunmadığı, aracı sürücü belgesi olmayan kişiye bilerek verip vermediği değerlendirilmeden idare tarafından yaptırım uygulanmaktadır. Bu durum ise işlemediği bir fiilden dolayı araç sahibine yaptırım uygulanmasına neden olabilecek niteliktedir. Dolayısıyla, sürücü belgesiz araç kullanılması ve sürücünün araç sahibi olmaması halinde tescil plakası sahiplerine sadece ruhsat sahibi olmaları nedeniyle yaptırım uygulanması cezaların şahsiliği ilkesine aykırılık oluşturmaktadır. Öte yandan, Anayasa ve ceza hukukunun temel kuralları uyarınca, kişilere ceza verilebilmesi için hukuka aykırı eylemin kanunda belirtilmiş olması ve bu eylemin o kişi tarafından gerçekleştirilmiş olduğunun kanıtlanması gerekmektedir. İtiraz konusu kuralda araç sahibinin hangi eyleminin suç sayıldığı açık bir şekilde gösterilmediği gibi araç sahibi olma ile suç arasındaki illiyet bağının ne suretle oluştuğu da belirtilmemiştir. Açıklanan nedenlerle, itiraz konusu kural Anayasa’nın 2. ve 38. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir. VI- SONUÇ 13.10.1983 günlü, 2918 sayılı Karayolları Trafik Kanunu’nun 36. maddesinin, 21.5.1997 günlü, 4262 sayılı Karayolları Trafik Kanununda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun’un 4. maddesiyle yeniden düzenlenen üçüncü fıkrasının “Sürücü aynı zamanda araç sahibi değilse, ayrıca tescil plakasına da aynı miktar için ceza tutanağı düzenlenir.” biçimindeki 4. cümlesinin Anayasa’ya aykırı olduğuna ve İPTALİNE, 29.11.2012 gününde OYBİRLİĞİYLE karar verildi.”
İş Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Belirsiz Süreli İş Sözleşmesine Göre İhbar ve Süreleri

  1- 4857 Sayılı İş Kanunu’nda İhbar Süreleri : İşi 6 Aydan Az Sürmüş İşçi İçin : 2 Hafta İşi 6 Aydan 1,5 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 4 Hafta İşi 1,5 Yıldan 3 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 6 Hafta İşi 3 Yıldan Fazla Sürmüş İşçi İçin : 8 Hafta   2- 5953 sayılı Basın İş Kanunu’nunda İhbar Süreleri : İşveren Tarafından Fesih Halinde İş İlişkisi 5 Yıl ve Üzeri İse : 3 Ay İş İlişkisi 5 Yıldaz Az İse : 1 Ay İşçi Tarafından Fesih Halinde İş İlişkisinin Süresine Bakılmaksızın : 1 Ay   3- 854 sayılı Deniz İş Kanunu’nunda İhbar Süreleri : Not: İş sözleşmesi, Deniz İş Kanunu’nun 14. maddesindeki haller dışında(bildirimsiz fesih halleri) altı ay geçmeden feshedilemez. İşi 6 Ay Sürmüş İşçi İçin : 2 Hafta İşi 6 Aydan 1,5 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 4 Hafta İşi 1,5 Yıldan 3 Yıla Kadar Sürmüş İşçi İçin : 6 Hafta İşi 3 Yıldan Fazla Sürmüş İşçi İçin : 8 Hafta   Not: İhbar süresine uyulmadan sözleşmenin feshedilmesi halinde bildirim süresine ait ücret talep halinde karşı tarafa ödenir. Bildirim süresini beklemeksizin iş sözleşmesinin feshedilebileceği haller saklıdır.
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Yine ÖSYM, Yine Mağduriyet

15.02.2014 

Öğrenci Seçme ve Yerleştirme Kurumu, İngilizce sınavlarına olan yakın ilgisini 14 Şubat 2014 tarihinde yaptığı bir duyuru ile yeniden gündeme getirdi.   ÖSYM, 23 Temmuz 2013 de yaptığı bir düzenleme ile binlerce kişiyi mağdur etmişti. Açılan davalar sonucunda kurum hatasını geç olsa da anlamış, mağdur ettiği kişilerin puanlarını iade etmek zorunda kalmıştı. Şimdi ise uzun zamandır duyumlarını aldığımız IELTS eş değerliliğini tamamen kaldıran açıklamasını duyurdu. Peki, ülkemizde yıllardır kabul edilen ve kullanılan bir sınav sisteminin bu kadar kısa sürede önceden açıklama yapılmadan, gerekçe gösterilmeden kaldırılması ne kadar doğru?   ÖSYM yabancı dil eşdeğerliklerini belirlemeye yetkili tek kurum olmanın gücü ile bu kadar büyük kararlar alabiliyor. Ancak kanundan aldığı bu güç sınırsız bir güç değildir. Daha önce yaratılan mağduriyetler nedeniyle açtığımız yüzlerce davada ihlal ettiği hukuk devletinin güvenilirliğini, öngörülebilirlik ilkesini ve belirlilik ilkesini yeniden – bir kez daha ihlal etmiştir.   Sınava aylardır hazırlanan ve kurslara giden binlerce kişi bu düzenleme ile mağdur edilmiştir. Binlerce kurs çalışanı ve öğretmen mağdur edilmiştir. Aynı zamanda ÖSYM, duyuru yaptığı günden 2 gün önce YDS başvuru tarihlerinin de bittiği bilemeyecek durumda değildir. Bu kadar insanın bilerek ve isteyerek mağdur edildiğini düşünmemek mümkün müdür?   ÖSYM ‘nin kanundan aldığı güç ile bu kadar keskin kararlar alması hukuk devletine aykırıdır. Her ne sebeple olursa olsun böyle bir karar alınacaksa önceden insanları bilgilendirmesi gerekmektedir. Belirlenen bir süre önceden bir duyuru yapıp insanları bilgilendirmek bu kadar zor değildir. Daha önce açılan davalar sonucu puanlarına tekrar kavuşan insanların mağduriyetlerini görmezden gelerek, yeniden böylesine bir mağduriyet yaşatılması daha kötü derecede sonuçlar doğuracaktır. Başta akademisyenler olmak üzere çok kişi mağdur edilmiştir. Yurtdışına IELTS puanı ile giden akademisyenlerin önü bu düzenleme ile büyük oranda kesilecektir. Yine yurtdışına gidip eğitimini tamamlayıp ülkemize dönen akademisyenlerinde IELTS puanı kabul edilmeyecek. Tüm dünyada kabul edilen IELTS sınav sistemi yerine gerçek bilgiyi ölçtüğü kanıtlanamayan çoktan seçmeli YDS ile yurtdışına gidip eğitimlere katılmak, eğitim vermek ne derece doğrudur tartışılması gerekir.   British Council ve IDP hakkında çıkan söylentilerin ise konuyu yakından bilen bir kişi olarak, sadece söylentiden ibaret olduğunu söyleyebilirim. Bu söylentilerin aslı astarı olmadığını ÖSYM yaptığı düzenleme ile zımni olarak kabul etmiştir. British Council ve IDP ‘nin güvenilirliğinden şüphe duyulduğu gerekçesi ile IELTS sınav eş değerliği kaldırılıyor ise neden sadece IELTS kaldırılmıştır? British Council sadece IELTS sınavını değil CEA, CPE gibi İngilizce sınav sistemlerine de sahiptir ve eş değerlikleri halen devam etmektedir.   Güvenilirliğinden şüphe duyulmanın ötesinde, ülkemizde “çalınan sorular” ve “iptal edilen sınavlar”ı hep beraber yaşadık ve gördük. Bu sınavların hiçbirisi kaldırılmamasına rağmen, IELTS de süreç çok daha farklı işletilmek istenmektedir.   IELTS sınavı ülkemizde sadece British Council ve IDP tarafından uygulanmaktadır. Sınav yapma yetkisi hiçbir kurum veya üniversitede yoktur. British Council ve IDP sınav merkezlerinde yer kiralama usulü ile kendi ekibi ile sınav yapmaktadır. Yine sınava giren kişiler sınav güvenilirliğinin ve denetimlerin ne derece yüksek olduğunu yakından bilmektedirler. Sınav sorularını hazırlayan Cambridge Üniversitesi ise tüm dünyada bilinen saygın bir üniversitedir.   YDS gibi çoktan seçmeli bir sınava mahkûm edilmek, alternatifsiz olarak tek bir sınava maruz kalmak son derece vahim bir durumdur. YDS, tekel konumda olan bir sınav haline getirilmek ve bir nevi “elek” sistemine mi dönüştürülmüştür? Hukuk devletine güvenen herkesin bu büyük mağduriyet karşısında güç birliği yaparak bu hukuksuzluğa dur demesi gerekmektedir. Duyurunun üzerinden 1 gün dahi geçmemiş olmamasına rağmen tarafımıza ulaşan çok sayıda kişi dava açmak istediğini iletmektedir. Hazırlıklarına başladığımız bu hukuksuz ve ani değişikliği yargıya taşıyacağız.   23 Temmuz tarihli IELTS eş değerlik düzenlemesinde yaşatılan mağduriyette Türkiye de yaşayan bir İngiliz’in ağzından çıkan, gözleri dolarak söylediği sözleri buradan paylaşarak sözlerime son vermek istiyorum. –          Kemal bey, benim anadilim İngilizce ve ben bir İngiliz’im. YDS sınavına defalarca girmeme rağmen yeterli puanı alamadım. IELTS de aldığım yeterli puan ise şimdi yok sayılıyor. Hata bende mi yoksa sınav sisteminde mi? Hata nerede?   

Av. Mustafa Kemal Batur www.batur.av.tr

İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

İdarenin sakat işlemi idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği ancak dava açma süresinde geri alınabilir

T.C. DANIŞTAY 11. DAİRE E. 2008/5396 K. 2010/9432 T. 25.11.2010 İstemin Özeti : Ankara 16. İdare Mahkemesinin 26.10.2007 gün ve E:2006/460, K:2007/1190 sayılı kararının; davacı tarafından, temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir. Savunmanın Özeti : Temyiz isteminin reddi gerektiği savunulmuştur. Danıştay Tetkik Hakimi : Nigar Dilimen Düşüncesi : Dava, Şırnak Emniyet Müdürlüğ’nde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü ile çıkan çatışmada yaralanan davacı tarafından, aktif polislikyapamayacağı yönündeki sağlık kurulu raporunun incelenmesi sonucunda vazife malülü olduğuna ilişkin olarak verilen 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır. Olayda, davacının vazife malülü olduğu yönündeki kararın, mevzuat hükümlerinin yanlış yorumlandığından bahisle geri alındığı dikkate alındığında, idarenin açık hataya düştüğünden söz edilemeyeceği gibi, davacının vazife malülü sayılarak emekli edilmesi aşamasında gerçek dışı bir beyanının ve hilesinin olmadığı da açıktır. Bu durumda, idarenin sakat işlemini ancak dava açma süresi içinde geri alabileceği, dava açma süresi geçtikten sonra vazife malülü olduğu yönündeki kararın idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği korunması gerektiği sonucuna varıldığından, söz konusu kararın, davacının emekliye sevk edildiği tarihten itibaren 10 ay geçtikten sonra iptal edilmesine ilişkin kararda ve bu kararın iptali istemiyle açılan davanın reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulması gerektiği düşünülmektedir. Danıştay Savcısı : Şenol Bolat Düşüncesi : İdare ve vergi mahkemelerince verilen kararların temyizen incelenerek bozulabilmesi için 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 49. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nedenlerin bulunması gerekmektedir. Temyiz dilekçesinde öne sürülen hususlar, söz konusu maddede yazılı nedenlerden hiçbirisine uymadığından, istemin reddi ile temyiz edilen Mahkeme kararının onanmasının uygun olacağı düşünülmektedir. TÜRK MİLLETİ ADINA Hüküm veren Danıştay Onbirinci Dairesince işin gereği görüşüldü: KARAR : Dava, Şırnak Emniyet Müdürlüğ’nde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü ile çıkan çatışmada yaralanan davacı tarafından, aktif polislikyapamayacağı yönündeki sağlık kurulu raporunun incelenmesi sonucunda vazife malülü olduğuna ilişkin olarak verilen 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle açılmıştır. İdare Mahkemesince, Şırnak Emniyet Müdürlüğü emrinde görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde terör örgütü mensupları ile çıkan çatışma sonucu yaralanan davacının, 5434 sayılı Kanun’un 44. maddesinde vazifesini yapamayacak duruma giren iştirakçilerin malül olacağının açıkça düzenlenmesi karşısında, tedavisinin yapıldığı tarihten bu yana 13 yılı aşkın bir süre görevini sürdürmesi nedeniyle görevini yapamayacak durumda olduğunun kabulüne imkan bulunmadığı, öte yandan idarenin açık hatası sonucu tesis ettiği işlemleri her zaman geri alabileceği dikkate alındığında, davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir. Davacı tarafından; kararın hukuka aykırı olduğu ileri sürülerek temyizen incelenip bozulması istenilmektedir. 5434 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Kanunu’nun 44. maddesinde ( Mülga:31.5.2006 -5510/106 md. ); her ne sebep ve suretle olursa olsun vücutlarında hasıl olan arızalar veya düçar oldukları tedavisi imkansız hastalıklar yüzünden vazifelerini yapamayacak duruma giren iştirakçilere ( malül ) deneceği ve haklarında bu Kanunun malüllüğe ait hükümlerinin uygulanacağı kuralına yer verilmiştir. Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliği’nin 16. maddesinde; Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( C ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanların birimlerin faal hizmetleri dışında kalan diğer hizmetlerinde çalıştırılabileceği, Emniyet Hizmetleri Sınıfında çalışan polis amirleri dışındaki personelden, sağlık kurulu raporuna göre Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( C ) dilimi sağlık şartlarını kaybettikleri ve Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıdıklarına karar verilenlerin sağlık kurulu raporlarının, daire başkanlığının görüşü ile birlikte öncelikle hizmet sınıfı değişikliği gerekirse malüliyet yönünde işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderileceği, 17. maddesinde ise; Emniyet Teşkilatında, bütün hizmet sınıflarında görev yapan personelden görevleri sırasında veya görevlerinden dolayı uğradıkları kaza veya saldırı sebebiyle ya da görevin sebep ve tesiri ile yaralanan veya sakat kalanlar ile meslek hastalığına yakalananlar ile Emniyet Teşkilatında bütün hizmet sınıflarında görev yapmakta iken fiili askerlik görevini ifa etmek üzere aylıksız izne ayrılanlardan askerlik hizmetini ifa ederken görevin sebep ve tesiri ile yaralanan veya sakat kalan personelin tedavilerinin 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun 105. maddesi hükümlerine göre sağlanacağı, tedavi bitiminde son durumunu bildirir sağlık raporunun aldırılacağı, Daire Başkanlığınca sağlık kurulu raporlarının incelenerek tüm hizmet sınıfları için kişinin hastalığının hangi sağlık dilimine girdiğinin kararlaştırılacağı, Emniyet Hizmetleri Sınıfında bulunan personel için, psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( B ) veya ( C ) diğer hastalıklarda ( B ), ( C ) veya ( D ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların idari polisliği, psikiyatrik hastalıklarda ( D ) diğer hastalıklarda ( E ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların ise görevlerini yapamayacağı, diğer hizmet sınıflarında bulunan personel için, Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( B ), ( C ) veya ( D ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların görevlerine devam edebileceği, ( E ) dilimi sağlık şartlarına sahip olanların ise görevlerini yapamayacağı şeklinde görüş belirtileceği ve gerekli işlemler yapılmak üzere Personel Daire Başkanlığına gönderileceği, Emekli Sandığı Genel Müdürlüğünce hakkında vazife malüllüğü kararı verilenlerden; Emniyet Hizmeti Sınıfında bulunan personelden; vazife malüllüğü ile birlikte idari polislik yapabileceğine karar verilen personelin talebi halinde Genel Müdür onayı ile idari polisliğe aktarılacağı, ( Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar idari polisliğe aktarılamaz. ), idari polisliğe aktarılan personelin bağlı olduğu birimin ilgili daire başkanlığının uygun görmesi halinde çalıştığı birimde, diğer hallerde personel daire başkanlığınca genel hizmet statüsünde çalıştırılacakları, idari polis olarak görev yapanların emeklilik talepleri halinde vazife malülü olarak emeklilikle ilgili işlemlerinin yapılacağı, vazife malüllüğüne karar verilenlerden; Hastalık Branşlarının Sınıflandırılmasındaki ( E ) dilimi sağlık şartlarına haiz olduğuna karar verilenler; Psikiyatrik hastalıklarda Hastalık Branşlarının Sınflandırılmasındaki ( D ) dilimi sağlık şartlarını taşıyanlar, idari polislik görevini talep etmeyenler hakkında vazife malülü olarak emeklilikle ilgili işlemlerinin yapılacağı kurala bağlanmıştır. Dosyanın incelenmesinden; davacının, Şırnak Emniyet Müdürlüğünde polis memuru olarak görev yapmakta iken 18.8.1992 tarihinde teröristlerle çıkan silahlı çatışmada yaralandığı, “Ateşli silah yaralanması” tanılı ve “Aktif polislik yapamaz. İdari polislik yapabilir.” kararlı 28.6.2005 tarih ve 6529 sayılı Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesi Sağlık Kurulu Raporunun Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunca incelenerek 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararı ile, “Arızasından vazife malülüdür, 1053 ile derecesi ( 6 ) altıdır, malüliyeti süreklidir, yaşamak için gerekli hareketleri yapamayacak ve başkasının yardım ve desteğine muhtaç olacak derecede malül olmadığı, idari polislik yapabilir.” şeklinde karar verildiği, bu karara dayanarak Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 24.11.2005 tarihli yazısı ile davacının 15.11.2005 tarihinde mesleği ile ilişiği kesilerek emekliye sevk edildiğinin bildirilmesi üzerine , 15.12.2005 tarihinden itibaren 5434, 2330 ve 3713 sayılı Kanunlar uyarınca 6. derece vazife malüllüğü aylığının bağlandığı, ancak daha sonra Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunun 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı kararının hatalı olduğunun fark edilmesi üzerine söz konusu sağlık kurulu raporu tekrar incelenerek Türkiye Cumhuriyeti Emekli Sandığı Sağlık Kurulunun 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Kararı ile “İlgilinin Ankara Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde düzenlenen 28.6.2005 tarihli ve 6529 sayılı Raporundaki hastalığı Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin hastalık branşları sınıflandırılmasındaki ( B ) dilimine girdiği görüldüğünden 5434 sayılı Kanun’un 44. maddesindeki “malül” tanımına uymadığı tespit edilmiştir. Emniyet Teşkilatı Sağlık Şartları Yönetmeliğinin 17. maddesi ile kanuna aykırı bir düzenleme yapılamayacağından aynı yönetmeliğin 16. maddesi göz önüne alınarak; 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı kararın iptaline, 28.6.2005 tarih ve 6529 sayılı raporundaki rahatsızlığın 18.8.1992 tarihinde meydana gelen olaydan sonra oluşan rahatsızlığın devamı olduğuna, malül olmadığına” şeklinde karar verildiği, bunun üzerine davacının emekliye sevk onayı iptal edilerek 20.11.2006 tarihinde göreve başlatıldığı ve vazife malülü sayılması yönündeki 22.9.2005 tarih ve 3019 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararını iptal eden 21.9.2006 tarih ve 3076 sayılı Sandık Sağlık Kurulu Kararının iptali istemiyle bakılan davanın açıldığı anlaşılmaktadır. Uyuşmazlığın çözümü, sakat bir idari işlemin; işlemi tesis eden makam tarafından geri alınıp alınamayacağı, alınabilecekse hangi koşullarda geri alınabileceğinin tespitine ilişkin bulunmaktadır.   Geri alma; sakat bir idari işlemin idarenin alacağı bir kararla hükümsüz hale getirilmesi, alındığı tarihten itibaren hukuk aleminden silinmesidir. Sakat bir idari işlem görevli yargı merciince iptal edilmedikçe veya idarece geri alınmadıkça hukuka uygun bir işlem gibi hüküm ve sonuçlarını doğururur. Menfaati ihlal edilmiş kişi bu işlemin iptalini 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu’nda belirtilen dava açma süresi içinde isteyebilir. Dava açma süresi içinde iptali istenmeyen sakat idari işlemin geçerliliği, sürekli geçerliliğe dönüşür ve idari istikrar ilkesi gereği ilgili, idari işlemin doğuracağı sonuca katlanmak zorunda kalır. Hukuka uygun bir işlemin geri alınması mümkün değildir, ancak kanunda öngörülen koşullar var ise ileriye yönelik olarak kaldırılabilir. İdare hukuka aykırı işlemini belli şartlarda geri alınabilir. Bu nedenle, idarenin sakat bir idari işlemi hangi koşullarda ve sürede geri alabileceği hususunun irdelenmesi gerekmektedir.   Danıştay İçtihatları Birleştirme Kurulunun 22.12.1973 gün ve E:1968/8,K:1973/14 sayılı kararında; idarenin yokluk, açık hata, memurun gerçek dışı beyanı veya hilesi hallerinde süre aranmaksızın hatalı ödediği meblağı her zaman geri alabileceği, bunun dışında kalan hallerde hatalı ödemelerin istirdadının hatalı ödemenin yapıldığı tarihten başlamak üzere dava açma süresi içinde olanaklı olduğu ve bu süre geçtikten sonra istirdat edilemeyeceği belirtilmiş olup; anılan kararın gerekçesinde iyi niyet kuralı üzerinde de durularak idarenin sakat ve dolayısıyla hukuka aykırı işlemine, idare edilenlerin gerçek dışı beyanı veya hilesi neden olmuşsa ya da geri alınan idari işlem yok denilecek kadar sakatlık taşımakta ise, hatalı işlemde idare edilenin kolayca anlayabileceği kadar açık bir hata bulunmaktaysa ve idareyi bu konuda haberdar etmemişse, memurun iyi niyetinden söz etmeye olanak bulunmadığı ve bu işlemlere dayanılarak yapılan ödemeler için süre düşünülemeyeceği, bu ödemelerin her zaman geri alınabileceği; ancak bunun dışındaki hatalı ödemeler için memurun iyi niyetinin istikrar ve kanunilik kadar önemli bir kural olduğu ve bu nedenle yukarıda belirtilen istisnalar dışındaki hatalı ödemelerin dava açma süresi içinde geri alınabileceği belirtilmiştir. Söz konusu İçtihadı Birleştirme Kurulu Kararı hatalı ödemelere ilişkin olmakla beraber getirdiği ilkelerin idari işlemlerin geri alınmasına dair genel ilkeler olduğu kuşkusuzdur. Dolayısıyla idare yokluk, açık hata, memurun gerçek dışı beyanı veya hilesi hallerinde süre aranmaksızın hatalı işlemini her zaman geri alabilecek, ancak bunun dışında kalan hallerde hatalı işlemini dava açma süresi içinde geri alabilecek, bu süre geçtikten sonra idari istikrar ve hukuki güvenlik ilkesi gereği geri alamayacaktır. Olayda, davacının vazife malülü olduğu yönündeki kararın, mevzuat hükümlerinin yanlış yorumlandığından bahisle geri alındığı dikkate alındığında, idarenin açık hataya düştüğünden söz edilemeyeceği gibi, davacının vazife malülü sayılarak emekli edilmesi aşamasında gerçek dışı bir beyanının ve hilesinin olmadığı da açıktır. Bu durumda, idarenin sakat işlemini ancak dava açma süresi içinde geri alabileceği, dava açma süresi geçtikten sonra vazife malülü olduğu yönündeki kararın idari istikrar ve kazanılmış hak ilkesi gereği korunması gerektiği sonucuna varıldığından, söz konusu kararın, davacının emekliye sevk edildiği tarihten itibaren 10 ay geçtikten sonra iptal edilmesine ilişkin kararda ve bu kararın iptali istemiyle açılan davanın reddi yönünde verilen İdare Mahkemesi kararında hukuka uyarlık bulunmamaktadır. SONUÇ : Açıklanan nedenlerle, temyiz isteminin kabulü ile Mahkeme kararının bozulmasına, yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın Mahkemeye gönderilmesine, 25.11.2010 tarihinde oy çokluğu ile karar verildi.   KARŞI OY : 5434 sayılı Kanun’un 63. maddesinde vazife malüllüğü aylığı bağlananlardan adi malül oldukları bağlama tarihinden itibaren ( 3 ) yıl içinde anlaşılanların vazife malüllüğü aylıkları kesilip adi malüllük aylığı bağlanarak aradaki farkın geri alınacağı kurala bağlanmıştır. Hatalı idari işlemin geri alınması konusunda özel hüküm olduğunda kuşku bulunmayan bu Yasa maddesinin bu tür hatalı işlemlerin idarece en geç üç yıl içerisinde geri alınabileceğini ve üç yıl geçtikten sonra hiç bir şekilde hatalı işlemin geri alınamayacağını öngördüğü açıktır. Belirli bir konuda hatalı idari işlemin geri alınabileceği azami süre yasama organı tarafından özel hüküm sevk edilerek düzenlendikten sonra hukuki güvenlik ve idari istikrar ilkelerine dayalı yargısal içtihatlarla benimsenen geri alma sürelerinin o konuda artık uygulanamayacağı kuşkusuzdur. Bu itibarla, yasama organı vazife malüllüğü aylığı bağlananlardan adi malül oldukları sonradan anlaşılanlar bakımından üç yıllık geri alma süresi öngördüğüne göre bu sürenin hiç bir şekilde malül olmadığı anlaşılanlar hakkında evleviyetle uygulanması gerektiğinden, vazife malüllüğü aylığı bağlandıktan sonra üç yıl geçmeden malül olmadığı anlaşılan davacı hakkında tesis edilen işlemde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Açıklanan nedenlerle davanın reddine ilişkin Mahkeme kararının onanması gerektiği görüşüyle bozma yönünde verilen Daire kararına katılmıyorum.(Kazancı Bilgi Bankası)
1 18 19 20 21 22 24