Blog Son Yayınlar

İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 19 Nisan 2016

Kurumlararası naklen geçiş (atama) ve aşamaları

Ülkemizde çalışmakta olduğumuz kurumdan bir başka kuruma geçişi sağlayan naklen geçiş aşamaları aşağıda anlatıldığı adımlar ile gerçekleşmektedir. Bu aşama kurumlararası naklen geçiş işlemidir.
1- Naklen geçmek isteyen kişi uygun gördüğü kurumlara doğrudan başvuru yapabilir. Başvuru yaptığı dilekçede nerede çalıştığı, unvanı, sicil numarası, toplam hizmet süresi ve öğrenimine yer vermelidir. Burada kurum olumlu yanıt vermek zorunda değildir. Olumsuz yanıtta verebilir. İdarenin bu aşamada takdir hakkı vardır.
2- Geçiş yapılmak istenen kurum eğer geçişi kabul ederse, başvurduğumuz kurum şuanki kuruma muvafakat sorulacaktır.
3- Çalıştığınız kurumun muvafakat vermesi asli şarttır. Kurumun muvafakat vermeyebilir. Eğer muvafakat verilmeme işleminde hizmet gereklerine uygunluk olmadığı düşünülüyorsa, dava konusu olabilecektir.
4- Muvafakat verilmesi durumunda yeni kurum atamayı yapar.
5- Atamayı yapan yeni kurum çalıştığınız kuruma ilişik kesme yazısı yazacaktır.
6- Çalıştığınız kurum, ilişiğinizi keser ve size tebliğ eder. Sizde tebliğ ettikten sonra kurumdan ayrılır ve yeni kurumda işinize başlarsınız.
  Bu aşamaların herbiri önemli ve geçiş için hayati değer taşımaktadır. Bu nedenle naklen geçiş ve atama konularında yaşanan herhangi bir olumsuz durum dava konusu olabilecektir.       Yazı konusu: Naklen geçiş, kurumlar arası geçiş ve naklen atama.
Avukatlık
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Şubat 2016

Hukuk Sigortası

1-Hukuk Sigortası nedir ? Hukuk sigortası, sigorta şirketinin ödenen prim karşılığında, poliçe kapsamındaki hukuki olaylarda mahkeme masrafları ve avukat ücretini ödemeyi üstlendiği bir sigortadır. 2- Hukuk sigortası ne işe yarar? Türkiye'de yaşıyorsanız gerçekten çok işinize yarayacağını düşünüyorum.Çünkü bir çok kişi haklı olduğu davayı sırf yargılama giderleri ve avukatlık ücretleri dolayısıyla açmaktan vazgeçmektedir.Hak arama hürriyeti anayasal bir haktır.Ancak salt ekonomik boyutu dolayısıyla insanlar hakkını aramaktan vazgeçiyor olmaları bu hürriyeti kısıtlamaktadır.Bu açıdan hukuk camiası adına güzel bir gelişme olup, yaklaşık olarak  yıllık 250 TL ve civarı primler karşılığında 10.000 TL civarı tutarında avukatlık ücreti ve yargılama giderleri karşılayan hukuk sigortası poliçesi sayesinde herkes hakkını arayabilecektir. 2-Hukuk sigortam var hukuk sigortasına bakan avukat arıyorum? Hukuk sigortası bu yıl itibariyle uygulanmaya başlandığı için bu alanda mutlaka uzman bir avukattan destek alınması gerektiğini sigortalılara tavsiye ediyoruz.Sigorta hukuku alanında teorik ve pratik bilgiye sahip olması hukuk sigortasına bakan bir avukatın olması sigortalı ile sigorta şirketi arasındaki bürokrasinin takibinin yapılması ve takip sonucundan olumlu netice alınması açısından önem arz etmektedir. Sigorta şirketleri yapmış oldukları hukuk sigortalarında sigortalıya yaşamış olduğu olayın sigorta kapsamına girip girmeyeceği hususunda araştırma yükümlülüğünü sigortalıya yüklemiştir.Bu nedenle hukuk sigortasına bakan avukatın bu konuda bu bürokrasiyi hızlıca çözerek tekrar mağduriyet yaşamamanızı sağlaması gerekir. 3-Hukuk Sigortası yaptırmak istiyorum bu sigortayı hangi şirketler yapar? Bu poliçeyi ülkemizde sadece Turkish Express Grubu ve Güneş sigorta ortak girişimi olarak yapıyor.İlerleyen günlerde hukuk sigortası yapan şirketlerin sayısının artacağını düşünüyorum Hukuk sigortası ülkemizde sigorta hukuku alanında aslında çok uzun zamandır uygulanmaktadır.Zorunlu trafik sigortaları, araç kaskoları, yangın sigortası, işyeri sigortası gibi sigorta poliçelerinde bağımsız olarak olmasa da yer almaktadır.Bağımsız olarak yani yangın sigortası gibi ayrı bir sigorta olarak yapılmaya başlanmasına yeni yıl ile başlanmıştır. Bu nedenle hukuk sigortasından faydalanılabilmesi için bu konuda uzman kadroların hızlı bir şekilde artırılması gerekir.     3-Hukuk Sigortam var istediğim avukattan bu konuda yardım alabilir miyim? Sigortacı hukuki himaye talebini kabul ettiği takdirde sigortalı, danışmak veya poliçe kapsamındaki menfaatlerini savunmak üzere avukatını kendisi seçer. Sigortacı, sigortalıya avukatın seçimi konusunda herhangi bir öneri de ya da yönlendirmede bulunamaz.Bu nedenle hukuk sigortası olan kişiler avukatı seçmekte serbesttirler.Daha önceden vekaletinin bulunduğu bir avukat var ise ve bu alanda teorik ve pratik bilgiye sahip ise sigortalı bu avukatından da faydalanabilir.Sigorta şirketinin hukuki himaye yardımını kabul etmesi ile birlikte sigortalı yaşamış olduğu uyuşmazlık ile ilgili ihtisaslaşmış istediği avukatı seçme hakkına sahiptir. 4-Hukuk Sigortası hangi masrafları karşılar? Avukatlık asgari ücret tarifesinden daha az olmamak üzere poliçede belirlenen avukatlık ve danışmanlık ücretleri sigorta kapsamı içindedir.Avukata ait olması gereken vekalet ücreti, tahsil edildiğinde sigortacıya ödenecek masraflardan değildir ve bunun aksi kararlaştırılamaz. Sigorta şirketi sadece bir avukatın ücretini karşılamak ile yükümlüdür.Bu nedenle ben boşanma davam için iki ayrı avukat tayin etmek istiyorum her ikisininde ücretlerinin hukuk sigortasından karşılanmasını talep ediyorum diyemezsiniz.Sigorta şirketi boşanma davanız ile ilgili sadece bir avukatın ücretlerini ve yargılama masraflarını karşılayacaktır.   5- Sigorta şirketlerinin hukuk müşavirliğinde, bünyesinde veya tavsiyede bulunduğu avukatlar ile çalışılması sorun teşkil eder mi?  Sigorta şirketlerinde avukatlar, hukuk müşavirliklerinde veya hukuk sigortası hasar servislerinde istihdam edilebilirler.Hukuk müşavirliklerinde çalışan avukatlar şirketin taraf olduğu dava veya uyuşmazlıklarda şirketin çıkarlarını korumak ile yükümlüdürler.Bu nedenle bu birimde çalışanların hukuk sigortasına ilişkin hasarları incelemesi, sigortalıların savunmasını, avukatlığını üstlenmesi veya yargılama dışı işlerde yardımda bulunması mümkün değildir.
İdari Yargı
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Şubat 2016

Tıbbi Müdahaleden Dolayı Tazminat (Tam yargı) Davası

Tıbbi müdahaleden dolayı tazminat (tam yargı) davası   İçindekiler  
  1. GİRİŞ. 1
  2. TIBBİ MÜDAHALE. 1
  3. Tıbbi müdahale kavramı 1
  4. Tıbbı Müdahalede İstenmeyen Durum (Komplikasyonlar) 2
  5. Tıbbı Müdahalede Hekim Hataları (Malpraktis) 2
III.      TIBBI MÜDAHALENDEN DOĞAN HUKUKİ SORUMLULUK.. 2
  1. Bağımsız Çalışan Doktorun Sorumluluğu. 2
  2. Kamu hastanelerinde Çalışan Doktorun Sorumluluğu. 3
  3. Özel Hastanelerde Çalışan Doktorun Sorumluluğu. 4
  4. TIBBI MÜDAHALENDEN DOLAYI İDAREYE KARŞI AÇILAN TAZMİNAT DAVASI 5
  5. Hekimin Hastaya Karşı Hak ve Yükümlülükleri 5
  6. Hekimin hastaya karşı yükümlülükleri; 6
  7. Hekim Hakları 6
  8. Hekimin Kamusal Yükümlülükleri 7
  9. Hekimin Tıbbı Müdahale Dolaysı ile Kusur Tespiti 7
  10. Tıbbı Müdahaleden Dolayı İdareye Karşı Açılan Tam Yargı Davasının Şartları 8
  11. SONUÇ.. 10
    KISALTMALAR    
  1. : Borçlar Kanunu
  2. : Cilt
  3. :Daire
  4. : Esas
İYUK                                                     : İdari Yargılama Usul Kanunu
  1. : Karar
  2. : Madde
RG                                                         : Resmi Gazete
  1. : Sayfa
  2. : Sayı
sy                                                           : Sayılı
  1. : Tarih
                    KAYNAKÇA  
AYAN Mehmet AYAN, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki Sorumluluk, Ankara 1991
ÇELİK Çelik Ahmet ÇELİK, TAZMİNAT VE ALACAKLARDA SORUMLULUK VE ZAMAN AŞIMI Ankara, 2012, s. 720
ÇOLAK Ahmet ÇOLAK, Komplikasyon mu? Malpraktis mi? Malpraktis Davalarının Asli Unsurları, Hekim Forumu Dergisi, Nisan- Mayıs 32-33, 2003
GÖKCAN Hasan Tahsin GÖKCAN, Tıbbı Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Ankara, 2013, s.922
GÖZÜBÜYÜK  Şeref GÖZÜBÜYÜK, Yönetim Hukuku, Ankara, 1991,
KAPLAN  Gürsel KAPLAN, İdarenin Sağlık Kamu Hizmetlerinin yürütülmesinde Kaynaklanan Sorumluluğu Alınan Yeni Gelişmeler, AİYM  Dergisi, Sayı 19
ÖNAL GÜRSOY  F. Gülsüm ÖNAL GÜRSOY, Hekim Hakları
 
  1. GİRİŞ
Kamu hastanesinde görev yapan sağlık personelinin çoğu ve bu arada da hekim, kamu görevlisi ve kamu personeli statüsündedir.Kamu hastanesi ile hasta arasında kamu hukuku ilişkisi ortaya çıkar. Buna bağlı olarak da tıbbi müdahalede bulunulmasından dolayı ortaya çıkabilecek zararlar bakımından idare hukuku kuralları çerçevesinde hareket edilmesi gerekir. Bu çalışmada öncelikle tıbbi müdahale kavramı, tıbbi müdahaleden kaynaklanan komplikasyonlar ve tıbbi müdahaledeki hekim hatalarına değinilecektir. Daha sonra tıbbi müdahaleden doğan hukuki sorumluluk çerçevesinde bağımsız çalışan doktorun sorumluluğu, kamu hastanelerinde çalışan doktorun ve özel hastanede çalışan doktorun sorumluluğunu ayrı ayrı incelenecektir. Son olarak tıbbi müdahaleden dolayı idare açılan tazminat davalarında kamu hastanelerinde çalışan doktorun hakları ve hastaya karşı yükümlülükleri, hekimin tıbbi müdahale dolayısı ile kusur tespitine değinilerek, tıbbi müdahaleden dolayı idareye karşı açılan tam yargı davasının koşullarını belirtilerek tamamlanacaktır.
  1. TIBBİ MÜDAHALE
 
  1. Tıbbi müdahale kavramı
Tıbbı müdahale, tıp mesleğini icra edecek yetkili kişi tarafından doğrudan ve dolayı olarak tedavi amacına yönelik olarak gerçekleştirilen her türlü faaliyeti ifade eder[1]. Tıbbı müdahalenin hukuki dayanağı 1982 Anayasasının[2] 17/2. Maddesine belirtilmiştir; ‘’Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulmaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.’’ İnsanlar, genellikle, hastalandıklarında veya bir kaza geçirdiklerinde hekime başvururlar. Bu başvuru tedavi görüp sağlığına kavuşma amaçlıdır. Bir de günümüzde hastalanmadan hekime gidilmektedir. Bu gidişin iki amacı vardır: Birincisi, daha sağlıklı yaşamak, hastalıklardan korunmak, yaşlanmayı geciktirmek, dinç kalmanın yollarını öğrenmek içindir. İkincisi, güzelleşmek, yüzünün veya bedeninin beğenmediği bölümlerini değiştirmek  içindir. Buna genellikle estetik ameliyat yoluyla erişilmektedir. Hastalanmadan başka başvurular da yapılmakta ise de, biz bunları tedavi amaçlı sayıyoruz. Örneğin, çocuğu olmayan bir kimsenin hekime başvurması bizce bir tür tedavi isteğidir.
  1. Tıbbı Müdahalede İstenmeyen Durum (Komplikasyonlar)
Bütün hekimlik uygulamaları hastalar yönünden belirli bir risk oluşturmaktadır. Bu riskler, hekimlik uygulamalarının doğasından kaynaklanmakta, büyük kısmı hekim tarafından gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsa bile kaçınılmaz nitelik taşımaktadır. Hekim, tıbbı girişimi bilim ve meslek kurallarına uygun ve özenle yerine getirdiği takdirde, ortaya çıkan komplikasyonlardan dolayı sorumlu tutulamaz. Buradaki riskler izin verilen risk çerçevesinde kaldığı müddetçe bunun adı komplikasyon ( istenmeyen durum ) olmaktadır[3].
  1. Tıbbı Müdahalede Hekim Hataları (Malpraktis)
Genel bir tanımlama ile malpraktis; bir doktorun tedbirsizlik, dikkatsizlik, meslekte acemilik veya kurallara uymama sonucu tedavi ve bakım standartlarına uymayan davranışları ile bir hatasına zarar vermesi olarak tanımlanabilir. Bu hatalı davranış veya görev ihmali sonucu bir yaralanmaya ya da zarara yol açmaktır. Bir başka tanım ile: “ hekimin hastanın standart tedavisini yaparken başarısızlığı, beceri eksikliği ya da ihmali nedeniyle zarar vermesi ” dir. Doktor hatasıdır. Türk Tabipler Birliği Etik İlkeleri: 13- Bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeni ile bir hastanın zarar görmesi “ hekimliğin kötü uygulanması ” anlamına gelir,
  1. TIBBI MÜDAHALENDEN DOĞAN HUKUKİ SORUMLULUK
  1. Bağımsız Çalışan Doktorun Sorumluluğu
  Tıbbi yardım ve müdahale nedeni ile doktorların hukuki sorumlulukları bakımından tek bir hukuki kavram ve dayanaktan söz etmek mümkün değildir. Hastanın rızasının ve iradesinin aranmadığı istisnai durumlar dışında kural olarak doktor ile hasta arasında bir sözleşme ilişkisi kurulmakta ve tıbbi yardım bu çerçevede yapılmaktadır. Hasta ile hekim arasındaki doğrudan ilişkisinin türü hakkında öğretideki baskın görüş “vekâlet sözleşmesi” olup, Yargıtay’ın yerleşik kararları da bu yöndedir. Bu niteleme gereği, tedaviden ve hekim hatasından zarar gören hastanın açacağı tazminat davasında Borçlar Kanunu[4] 502. Maddesi dayanarak vekâlet sözleşmesine aykırılık hükümleri uygulanacaktır. Sözleşmeye “vekâlet sözleşmesi” deyince, hekim bakımından ön plana çıkan en önemli unsur, işi özenle yapma borcudur. Hekim, kendisine başvuran hastaya müdahalesini özenle yapmak zorundadır. Onun bu sözleşmeden kaynaklanan borcunun, doğru dürüst yerine getirilip getirilmediğinin temel kıstası “özenborcu” dur. Bazı durumlarda örneğin bir kaza sonucunda hastaneye götürülen hastaya doktorun hastanın rızası arayacak durumda olmadığı bir durumda mesleği gereğince müdahale etmesi BK. 527. Maddesi hükümlerine göre vekâletsiz iş görme hükmündedir. Tedavi sözleşmesinin “hizmet sözleşmesi” olduğu görüşü Alman Hukukunda benimsenmiştir. Alman Özel Hukukunda hasta-hekim ilişkisi hizmet sözleşmesi hükümleriyle çözümlenmektedir. Bunun nedeni, Alman Hukukunda vekillik sözleşmesinin kesinlikle karşılıksız olmasıdır. Oysa ülkemizde hekim, bir ücret karşılığında hastaya bakmaktadır[5]. Bazı durumlarda hekim ile hasta arasındaki ilişkiye eser (istisna) sözleşmesi hükümleri uygulanmalıdır. Bazı tıbbı müdahaleler örneğin; estetik ameliyatlar gibi bu durumlarda oluşan zararlara BK. eser sözleşmesine ilişkin hükümleri uygulanmaktadır. Eser sözleşmelerinde sadece bir hizmette yerine getirmekle kalmayıp aynı zamanda “eser” denilen olumlu-olumsuz  bir sonucun taahhüdü söz konusudur. Sonuç gerçekleşmezse, meydana gelen zarardan doktor (yüklenici) sorumlu olur. Bağımsız çalışan doktorun hastaya karşı yükümlülükleri; başvuran hastaya karşı teşhis koyma, uygun tedavi yöntemini seçme ve uygulama, hastayı aydınlatma ve tedavi için rızasını alma, sadakat, özen gösterme, kayıt tutma ve hastaya ilişkin sır saklama yükümlülükleri bulunmaktadır. Bağımsız çalışan doktorların tıbbı müdahaleden dolayı vermiş oldukları zararlara karşı adli yargıda dava açılır görevli mahkeme Asliye Hukuk Mahkemeleri’dir.
  1. Kamu hastanelerinde Çalışan Doktorun Sorumluluğu
Kamu hastanesi, vatandaşlara sağlık hizmeti sunmak amacıyla kurulmuş olan ve kamu yönetiminin içinde yer alan teşekküldür[6].Kamu hastanelerine; devletin resmi hastaneleri ile il özel idareleri ve belediyeler tarafından açılan hastanelerin dâhil olduğu sonucuna varılabilir. Bu hastanelerin yan ısıra askeri hastaneler ile Üniversite hastanelerinin de kamu hastanelerine dâhil olduğu doktrinde eskiden beri kabul edilmektedir[7]. Sosyal Sigortalar Kurumu’na bağlı hastanelerin statüsü doktrinde tartışmalı olmakla birlikte Yargıtay tarafından da özel hastane olarak kabul edilmektedir. Ancak bu hastanelerin Sağlık Bakanlığına devredildikten sonra kamu hastaneleri niteliği taşıdığı tartışılmaz. Hastanın bir kamu hastanesine başvurması durumunda, hastane ve hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi söz konusu olmaz. Devlet hastanelerinde kamu hizmeti verildiği için buradaki ilişki vekâlet ilişkisi olmayıp hizmet sözleşmesi kapsamında değerlendirilir. Kamu hastaneleri ve sağlık personelinin sorumlulukları, kural olarak, hizmet kusuru sayılmakta, bu hastanelerde çalışan hekimin kamu personeli olmasının ceza hukuku bakımından en önemli sonucu, hakkında ceza davası açılabilmesi için ilgili hakkında soruşturma izni verilmesi gerekmesidir. İdare hukuku bakımından ise, tıbbi müdahale sonucunda meydana gelen zararlar bakımından, idarenin birinci ve asli derecede sorumlu olmasıdır. Kamu hastanesinde çalışan doktorun hastanede yaptığı ameliyat ya da klinikteki tedavi aslında bir idari eylemdir. Bu nedenle, tedavi nedeni ile hastaya verilen zarar ile ilgili uyuşmazlıklar da idare hukukunun konusunu oluşturmaktadır. Anayasanın 129/5. Maddesinde belirttiği üzere, kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan zararların giderilmesi için ancak idare aleyhine tazminat açılabilir. Yine, 2577 sayılı İdari Yargılama Usul Kanunun[8] 2. Maddesi uyarınca idari eylem ve işlemelerden kişisel hakları zarara uğrayanlar idari yargıda dava açabilirler. Kamu hastanelerinde çalışan doktorların verdikleri zararlara karşı açılacak davalarda görevli mahkeme ‘’ İdari Mahkemeleri’’ olacaktır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu tarafından verilen bazı kararlarda, hizmet kusuru ve kişisel kusur ayırımı yapılmakta ve kişisel kusurlardan dolayı hekimler aleyhine hukuk mahkemelerinde tazminat davası açılabileceği sonucuna varılmaktadır.
  1. Özel Hastanelerde Çalışan Doktorun Sorumluluğu
Hastanelerin işletmeciliği özel hukuka tabi ticari bir faaliyet olmakla birlikte, sağlığı ilgilendiren faaliyet alanı olması sebebi ile devletin sınırlama ve denetim yetkisi içerisinde kalmaktadır[9]. Özel Hastaneler, 24.05.1933 tarih ve 2219 sayılı Hususi Hastaneler Kanununda düzenlenmiş ve bu kanunun 1. Maddesinde tanımlanmıştır. Bu tanıma göre; kamu hastaneleri dışında olmak üzere ,’’ yatılarak tedavi etmek veya yeni hastalık geçiren zayıfları yeniden eski kuvvetlerini buluncaya kadar sıhhi şartlar içinde beslemek ve doğum yardımında bulunmak için açılan ve açılacak olan sağlık yurtları özel hastanelerden sayılır’’ Bu hastanelerin açılışı, işleyiş ve kapanış hakkında bu kanun hükümleri uygulanır. Hasta ile hastane işletmecisi arasındaki hukuki ilişkinin birkaç sözleşme türünü içeren birleşik bir sözleşme ilişkisi olduğu belirtmektedir. Doktrinden  ‘’ hastaneye kabul sözleşmesi ‘’ adı verilmektedir[10]. Hastaneye kabul sözleşmesi yatarak tedavi yapılması gereken hastalar bakımından söz konusudur. Ayakta tedavi gören hasta ile hastane arasında hastaneye kabul sözleşmesi yapılamaz. Hastaneye kabul sözleşmesinde ikili bir yarım yapmak mümkündür. Hasta ile hekim arasında sözleşme olmayıp yalnız işletici ve hasta ile sözleşme varsa , ‘’ Hekimlik sözleşmesi olmaksızın tam hastaneye kabul sözleşmesi’’ söz konusudur. Hasta ile tedaviyi fiilen gerçekleştiren doktor arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından, tedaviden dolayı uğradığı zararlara karşı hastane işletmecisine karşı BK. 116. Maddesine yardımcı kişi çalıştıran olarak hastane işletmecisine dava açar. Hekimle hasta arasında sözleşme olmadığında hekime karşı dava açılamaz. Ancak hekimin verdiği zarar aynı zamanda haksız fiil ise haksız fiilin faili olan hekime karşı BK. 49. vd. mad. göre hastaya karşı sorumlu olur. Hasta ile işletmecisinin yanın hekim ile hasta arasında ayrıca bir sözleşme varsa bu takdirde ‘’ hekimlik sözleşmesi ilaveli tam hastaneye kabul sözleşmesi’’ adı verilmektedir[11]. Buradaki sorumluluk işleten açısından hem sözleşme, hem haksız fiil BK. 116. Mad. dolaysı ile sorumluluğu bulunmaktadır. Hekim açısında sorumluluk ise verdiği zararlardan dolayı da sözleşme (BK. 112) ve haksız fiil (BK. 49 vd.) hükümlerine göre sorumlu olur. Hekim ile hastane işletmecisi arasında ise Ölüm ve bedensel zararlara nedeniyle tesislerden kaynaklanan işletme kusurlarından ve yardımcı kişilerin eylemelerinden (hekim ve diğer sağlık personelinin kusurlarından) dolayı özel hastaneler karşı açılacak davalarda görevli mahkeme, ‘’ Asliye Hukuk Mahkemeleri’’ olacaktır[12].
  1. TIBBI MÜDAHALEDEN DOLAYI İDAREYE KARŞI AÇILAN TAZMİNAT DAVASI
  1. Hekimin Hastaya Karşı Hak ve Yükümlülükleri
Hekimin, ister  bağımsız çalışan olsun, ister kamu hastanesi görevlisi olsun hastaya karşı cezai ve tazminat sorumlulukları yönünden arada bir fark yoktur. Tüm hekimler hastalara karşı tıp biliminin elverdiği ölçüde gerekli  yüksel özeni göstermek zorundadırlar. Hekim, tedavisini üstlendiği hastaya karşı tanı ve tedavi ile ilgili tıbbı yardım ve müdahaleleri kural olarak bizzat yerine getirmelidir[13]. Hekim hastaya karşı yükümlülükleri olduğu gibi hastanın da hekime karşı yükümlülükleri bulunmaktadır.
  1. Hekimin hastaya karşı yükümlülükleri;
Hekim ile hasta bir hukuki ilişkinin karşılıklı tarafları olduğu için, hekimlerin yükümlülükleri aslında kısaca “hastaların hakları” şeklinde nitelendirilebilir. Bu yükümlülükleri şu ana başlıklar altında toplayabiliriz:
  1. Tıbbı Yardımı Bizzat Yerine Getirme Yükümlülüğü
  2. Hastanın Öyküsünü Alma Yükümlülüğü
  3. Muayene Etme Yükümlülüğü
  4. Bilgilendirme/Aydınlatma Yükümlülüğü
  5. Tanı Koyma Yükümlülüğü
  6. Uygun Tedavi Seçme Yükümlülüğü
  7. Özen Yükümlülüğü
  8. Konsültasyon Önerme veya Bu Yöndeki Talebi Kabul Etme Yükümlülüğü
  9. Kişisel Verileri ve Sır Saklama Yükümlülüğü
  10. Kayıt Tutma Yükümlülüğü
  1. Hekim Hakları
Hekimlerin hastalarına, meslektaşlarına ve bağlı oldukları kurumlara karşı yükümlülükleri olduğu gibi hekimlerinde hakları vardır[14]. Bu hakların ihlali olduğunda ortaya çıkan sonuçlar her iki tarafı olumsuz etkilemektedir. Bu hakları kısaca şu Başlıklar altında toplayabiliriz;
  1. Hastadan Saygı ve Güven Bekleme Hakkı
  2. Hastadan Tedavi ile ilgili İşbirliği Bekleme Hakkı
  3. Hekimin Sağlığını Koruma Hakkı
  4. Hekimin Tanıklıktan Çekinme Hakkı
  5. Hekimin Yeterli Zaman Ayırma Hakkı
  6. Hekimin İyileşme Garantisi Vermeme Hakkı
  7. Çalışma Ekibini Seçme ve Tıbbı Görüş Alma Hakkı
  8. Haklı Nedenle Tedaviyi Üstlenmeme veya Bırakma Hakkı
  9. Mesleğini Serbestçe İcra Etme Hakkı
  10. Ücret Talep Etme Hakkı
  1. Hekimin Kamusal Yükümlülükleri
Toplumun sağlığı veya güvenliği amacıyla hekime kanunlarla bir takım yükümlülükler getirilmiştir. Bu yükümlülükler hekimlik mesleği veya görevi dolayısıyla öğrenilen suçun yetkili kamu makamlarına ihbar edilmesi ve bir takım hastalıkların ilgili idareye bildirilmesiyle ilgilidir[15].
  1. Suçu İhbar Yükümlülüğü
  2. Hastalıkları Bildirme ve Tedavi Yükümlülüğü
  1. Hekimin Tıbbı Müdahale Dolayusı ile Kusur Tespiti
Tıbbi müdahalelerden ötürü ortaya çıkan zararlarda idarenin hizmet kusuru nedeniyle                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                                    sorumlu tutulabilmesi için ağır kusurlu bir davranış ile hareket edilmesi gerekmektedir. Eğer idare ajanının ağır kusuru yok ise, ortaya çıkan zarardan ötürü ne idare ne de eylemi gerçekleştiren sağlık personeli sorumlu olacaktır. Tıbbi müdahalelerde hizmet kusuru aslında sağlık kamu hizmetinin kötü işlemesinin bir uzantısından başka bir şey değildir. Tıbbi müdahalenin standartlara uygun yapılmaması niteliği itibariyle hizmetin kötü işlemesidir. Kamu hastanesinde çalışan hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından, vekâletsiz iş görmenin şartlarının gerçekleşmediği durumlarda hekim, kusurlu tıbbi müdahalede bulunmak suretiyle bir zarar verdiğinde haksız fiil hükümleri çerçevesinde sorumlu olur.  Hekimin haksız fiil sorumluluğundan söz edilebilmesi için haksız fiilin unsurlarını oluşturan; fiil, hukuka aykırılık, zarar, kusur ve fiille zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekir. İlliyet bağını kesen nedenler; mücbir sebepler zarar görenin kusuru üçüncü kişinin kusurudur. Bu sebeplerin somut olayda bulunması durumunda failin eylemi ile zarar arasındaki uygun illiyet bağı kesilmiş olacaktır[16]. Hekimin, haksız fiilden doğan sorumluluğunun söz konusu olması için, öncelikle bilinçli ve iradesine dayanan bir fiilinin bulunması gerekir. Buradaki fiil, bir şey yapma (olumlu) şeklinde olabileceği gibi yapması gereken bir davranışı gerçekleştirmeme biçiminde de (olumsuz) ortaya çıkabilir. Hekimin yükümlülüklerini gereği gibi ifade etmemesi ya da hiç yerine getirmemesi halinde hastaya karşı tazminat sorumluluğu gündeme gelecektir. Hekimin haksız fiilden doğan sorumluluğu için, ikinci unsur olarak fiilin hukuka aykırı olması gerekir. Türk ve İsviçre hukukunda kabul edilen objektif teoriye göre hukuka aykırılık, doğrudan veya dolaylı olarak başkasına zarar vermeyi yasaklayan bir hukuk normunun ihlalini ifade eder. Bir başka deyişle hukuka aykırılık, hukuka uygunluk sebeplerinden birinin bulunmaması halinde, başkalarına zarar vermeyi yasaklayan veya zararlı sonucu önlemek amacıyla belirli bir davranışı emreden hukuk kurallarına aykırı her davranıştır. Böylece kişilerin gerek malvarlığı gerekse şahıs varlığı değerlerine zarar vermeyi yasaklayan hukuk normunun ihlali hukuka aykırılığı oluşturur. Kişinin şahsiyet haklarının kapsamına giren hayatı, sağlığı ve vücut bütünlüğüne yapılacak her türlü müdahale, tıbbi müdahale niteliğinde de olsa hukuka aykırıdır. Hekim tarafından yapılan tıbbi müdahalenin hukuka aykırı sayılmaması için, hukuka uygunluk sebeplerinin bulunması gerekir. Tıbbi müdahale, tıp bilimi ve uygulamasında genel olarak tanınıp kabul edilen esaslara uygun bir şekilde yapılmak kaydıyla özel bir hukuka uygunluk sebebinin varlığı halinde hukuka aykırılık ortadan kalkar. Hukuka uygunluk sebepleri arasında, hastanın rızasının alınmış olması, hastanın menfaatine uygun bir hareketin bulunması veya kamu yetkisinin kullanılması sayılabilir. Buna göre hastanın, hadiselerin olağan akışına göre hekimin davranışının böyle bir sonucu meydana getirmeye elverişli olduğunu ispatlaması yeterli olacaktır.
  1. Tıbbı Müdahaleden Dolayı İdareye Karşı Açılan Tam Yargı ( tazminat ) Davası
İdarenin, kamu görevlisinin kişisel kusurundan sorumlu olabilmesi için, kamu görevlisinin verdiği zarar, görevi ile ilgili olmalı ve yetkisini kullanmasından doğmalıdır. Anayasamızın 56. Maddesinin 3. Fıkrasına göre, “Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi arttırarak, işbirliğini geliştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.” Aynı maddenin 4. Fıkrasına göre ise, “Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal yardım kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.” Sağlık hizmetlerinin yürütülmesi Devlet’e bir görev olarak yüklenmiş olup, söz konusu görevin hiç ya da gereği gibi yerine getirilmemesi yani, kusurlu bir şekilde yerine getirilmesi Devletin hukuki sorumluluğuna yol açar[17]. İdari sorumluluğun genel şartları olarak, “bir zararın varlığı”, “zararı doğuran işlem veya eylemin idareye yüklenebilir olması” ve “zarar ile idari olgu arasında nedensellik bağının bulunması “ şeklinde sıralanabilecek koşulların birlikte ve bir bütün olarak gerçekleşmiş olması koşuluyla idarenin sorumluluğu yoluna gidilebilir. Anayasamızın 40. maddesinin ikinci fıkrasına göre, “Kişinin, resmi görevliler tarafından haksız işlemler sonucu uğradığı zarar da, kanuna göre, Devletçe tazmin edilir. Devletin sorumlu olan ilgili görevliye rücu hakkı saklıdır.” şeklinde bir düzenleme yer almakta ve 129. maddesinin 5. fıkrasında da, “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.” şeklinde bir kural yer almaktadır. Devlet Memurları Kanununun[18] 13. maddesinin 1. fıkrasına göre de, “Kişiler, kamu hukukuna tabi görevlerle ilgili olarak uğradıkları zararlardan ötürü, bu görevleri yerine getiren personel aleyhine değil, ilgili kurum aleyhine dava açarlar. Ceza ve tazminat davaları açılabilir. Davayı zarar gören hasta açar. Onun ölmesi halinde onun yakınları da dava açabilecektir. Anayasal düzenlemeye bağlı olarak İYUK 2/b maddesine göre hekim kusurundan dolayı idareye tam yargı davası açılabilir.  Tam yargı davasında davacı taraf idareden maddi ve manevi tazminat talebinde bulunur. Tazminat talebinde bulunmadan önce dava açacak olan kişiler, öncelikle idareye başvurmak zorundadır. 2577 sayılı İYUK’ nun 13. Maddesinde bu konu yer almaktadır. Hakları ihlal edilenler zararı öğrendikleri tarihten itibaren 1 yıl ve herhalde 5 yıl içinde ilgili yerlere başvurarak haklarının yerine getirilmesini talep edebilir. Bu isteğin kısmen ya da tamamen reddi üzerine, red işleminin tebliğini izleyen günden itibaren veya istek hakkında 60 gün içinde cevap verilmediği takdirde bu sürenin bittiği tarihten itibaren dava süresi İYUK 7. Maddesi göre 60 gün içinde açılması gerekir. Tarafa ilişkin şartlarda, davalı taraf hizmet kusuruyla zarar veren idaredir. Ancak, zarar verici olay idarenin şubeleri ya da hizmet birimlerinde meydana gelmiş olabilir. Davalı gösterilecek makam; hizmet kusurunun varlığına neden olan, hizmetin nihai olarak düzenleme yetkisine bulunan en yüksek idari makamdır[19]. Örneğin sağlık Bakanlığı’na bağlı Devlet Hastanelerindeki tıbbi yardımlar nedeni ile söz konusu davalar Sağlık Bakanlığı’na, Üniversiteler bakımından açılacak davalar ilgili üniversite rektörlüğüne karşı açılır. Maddi tazminatın kapsamına; hastanın yapmak zorunda kaldığı tedavi masrafları; çalışma yeteneğinin kaybından doğan zarar­ları ve iktisadi geleceğinin sarsılmasından doğan zararlar girmek­tedir. Malvarlığının pasifinde ortaya çıkabilecek artmayı da maddi tazminat kapsamına alabiliriz[20]. Hastanın öldüğü durumlarda hasta yakınları maddi tazminatı yoksun kalınan kazanç adı altında istemektedirler[21].İspat yükü davacı taraf üzerindedir.Kusurlu tıbbi müdahale neticesinde hastanın beden bütünlüğü zarar görmüşse hekim, kural olarak hastanın kendisine, hasta öl­müş ise hastanın geride kalan yakınlarına manevi tazminat öde­mek zorundadır.
  1. SONUÇ
Kamu hastanesi, vatandaşlara sağlık hizmeti sunmak amacıyla kurulmuş olan ve kamu yönetiminin içinde yer alan teşekküldür. Kamu hastanesinde çalışan ve tıbbi tedavi ve girişimlerde bulunan hekim, kamu personeli statüsündedir. Kamu hastanesine devletin resmi hastaneleri, il özel idareleri ve belediyeler tarafından açılan hastanelerin yanı sıra askeri hastaneler ile devlete üniversitelerine ait hastanelerinin dâhildir. Buna karşılık gerçek kişi, adi ortaklık, dernek, vakıf ve Türk Ticaret Kanunu anlamında ticari şirketler tarafından kurulan ve işletilen hastaneler özel hastane statüsündedir. Tıbbi müdahale, bir hekimin tedavi amacına yönelik olarak en basit teşhis ve tedavi yönteminden en ağır cerrahi müdahale olarak kabul edilen ameliyatlara kadar her çeşit faaliyeti ifade eder. Bağımsız bir şekilde çalışan bir hekim ile hastası arasındaki hukuki ilişki, “sözleşme”, “vekâletsiz iş görme” ve “haksız fiil” olmak üzere üç ayrı şekilde ortaya çıkabilir. Kişinin tıbbi müdahalede bulunulması amacıyla hastaneye başvurması durumunda hukuki ilişki hastane ile hasta arasında kurulmaktadır. Başvurulan hastane, kamu hastanesi ise, bu durumda hasta ile hastane arasındaki ilişki, sözleşme ilişkisi değil, kamu hukuku ilişkisidir. Hasta, kamu hizmetinden yararlanan bir kişi olduğundan, kendisine sunulan sağlık hizmetinden dolayı zarar görecek olursa, devlet veya ilgili kamu tüzel kişisi aleyhine İdare Hukuku esasları çerçevesinde dava açmalıdır. Bazı durumlarda tıbbi müdahaleden dolayı zarar gören kişi veya ölümü halinde yakınları, idare aleyhine tam yargı davası açmanın yanı sıra hekim aleyhine doğrudan doğruya hukuk mahkemesinde tazminat davası açabilir. Hekim ile hasta arasında açık veya zımni olarak kurulan bir sözleşme ilişkisinin bulunmadığı durumlarda borçlar hukuku bakımından hekimin yapmış olduğu tıbbi müdahaleden dolayı bir zarar ortaya çıkmışsa tazminat sorumluluğunun kaynağını doğrudan doğruya kanun hükümleri, yani somut durum bakımından vekâletsiz iş görme veya haksız fiil sorumluluğu oluşturur. Kamu hastanesinde çalışan hekim ile hasta arasında sözleşme ilişkisi bulunmadığından, vekâletsiz iş görmenin şartlarının da gerçekleşmediği durumlarda hekim, kusurlu tıbbi müdahalede bulunmak suretiyle bir zarar verdiğinde haksız fiil hükümleri çerçevesinde sorumlu olur. Bunun için de haksız fiilin unsurlarını oluşturan; fiil, hukuka aykırılık, zarar, kusur ve fiille zarar arasında illiyet bağının bulunması gerekir. Hekim tarafından yapılan tıbbi müdahalenin hukuka aykırı sayılmaması için, hukuka uygunluk sebeplerinin bulunması gerekir. Hukuka uygunluk sebepleri arasında, hastanın rızasının alınmış olması hastanın menfaatine uygun bir hareketin bulunması veya kamu yetkisinin kullanılması sayılabilir. Hekimin sorumluluğu bakımından maddi zarar, yükümlülüğüne uygun bir müdahale gerçekleşseydi hastanın kavuşacağı sağlık durumu ile yapılan hatalı tedavinin gerçek sonuçları arasındaki parayla ölçülebilen farktır. Manevi zarar ise, hatalı bir tedavinin sonucu olarak hastanın duyduğu bedensel ve manevi acıyı, hayat zevklerinde meydana gelen azalmayı ifade eder. Haksız fiile ilişkin kusur ile sözleşmeye dayanan sorumluluktaki kusur arasında içerik bakımından bir farklılık yoktur. Farklılık ispat yükünün kime ait olacağı noktasındadır. Zira sözleşmeye dayanan sorumluluktan farklı olarak burada kusurun ispatı zarar gören durumundaki hastaya aittir.     ** Etiketler doktor hatası, doktor kusuru, hastane hatası, hastane kusuru, tazminat, ceza davası, doktora dava, hastaneye dava, tam yargı, hizmet kusuru. ***     [1] Mehmet AYAN, Tıbbi Müdahaleden Doğan Hukuki Sorumluluk, Ankara, 1991, s. 5 [2]  09.11.1982 tarih ve 17863 sy. RG [3] Ahmet ÇOLAK, Komplikasyon mu? Malpraktis mi? Malpraktis Davalarının Asli Unsurları, Hekim Forumu Dergisi, Nisan- Mayıs 32-33, 2003 [4] O4.02. 2011 tarih ve 27836 sy. RG [5] Çelik Ahmet ÇELİK, TAZMİNAT VE ALACAKLARDA SORUMLULUK VE ZAMAN AŞIMIAnkara, 2012, s. 720 [6] Ayan, s. 171 [7] Ayan, s. 172 [8] 20. 01.1982 tarih ve 17580 sy. RG [9] Hasan Tahsin GÖKCAN, Tıbbı Müdahaleden Doğan Hukuki ve Cezai Sorumluluk, Ankara, 2013, s.922 [10] Ayan, s. 131 [11] Gökcan, s.939 [12] Çelik, s.727 [13]  Gökcan, s.89 [14] Uz. Dr. F. Gülsüm ÖNAL GÜRSOY, Hekim Hakları,http://www.istanbulsaglik.gov.tr/w/dergi/basinpdf/kasim2004/12_13_14_15.pdf [15] Gökcan, s. 125 [16] Gökcan, s. 980 [17]Gürsel KAPLAN, İdarenin Sağlık Kamu Hizmetlerinin Yürütülmesinde Kaynaklanan Hukuki Sorumluluğu Alanında Yeni Gelişmeler, AİYM Dergisi, Sayı 19 (www.mbs.gov.tr) [18] 23.07.1965 tarih ve 12056 sy. RG [19] Şeref GÖZÜBÜYÜK, Yönetim Hukuku, Ankara, 1991, s. 302 [20] Ayan, s. 121 [21] Yargıtay 4. Hukuk Dairesi, E: 1990/014104, K: 1991/000676, Tarih: 04.02.1991    
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Şubat 2016

Genel İşlem Şartları

  A. GENEL OLARAK 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu ( K.T.: 11.01.2011, R.G.: 04.02.2011 ) mülga olan 818 Sayılı Borçlar Kanununda düzenlenmiş bazı kurumlarda önemli değişiklikler yaparken, bazı konularda da yeni hüküm ve kurumlara yer verme yoluna gitmiştir. Eski Borçlar Yasasında yer almayan ve 6098 Sayılı Türk Borçlar Yasası muhtevasına dahil edilen bu yeni müesseselerden biri olan “Genel İşlem Şartları”, ana hatlarıyla ele alınarak incelenmeye çalışılacaktır. B. GENEL İŞLEM ŞARTLARI 1. Tanımı Genel İşlem Koşullarına ilişkin düzenlemeler, 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Genel Hükümlerinin, Borç İlişkinin Kaynakları adlı birinci bölümünün Sözleşmeden Doğan Borç İlişkileri adı altındaki birinci ayırımında, 20.-25. maddeleri arasında yer almaktadır. 20. maddenin 1. fıkrasında genel işlem şartlarının tanımı yapılmıştır. Buna göre; “Genel işlem koşulları, bir sözleşme yapılırken düzenleyenin, ileride çok sayıdaki benzer sözleşmede kullanmak amacıyla, önceden, tek başına hazırlayarak karşı tarafa sunduğu sözleşme hükümleridir.” Standart sözleşme, tip sözleşme, formüler sözleşme gibi adlarla da anılan genel işlem şartları, sözleşmeyi hazırlayan ve hakim durumda olan tarafın, sözleşme içeriğini önceden tek başına belirlemek suretiyle tek tip bir akit halinde karşı tarafın kabulüne sunduğu sözleşme maddeleridir. Standart sözleşmelerin işbu tek taraf hakimiyetinde oluşan görünümü irade serbestisi ilkesi ile çelişmektedir. Çünkü sözleşme hukuku bağlamında irade serbestisi, kişilerin diledikleri kişi ya da kişiler ile sözleşme yapabilmeleri, sözleşmenin konusunu belirleyebilmeleri ve içeriğini düzenleyebilmelerini ifade eder. Oysa standart sözleşmelerde sözleşmenin kuvvetli tarafı, kendi menfaat ve risklerini akde dilediği şekilde geçirebilmekteyken, diğer taraf mevzubahis genel işlem şartlarının varlığından dahi habersiz, sözleşme içeriğini ve genel işlem şartlarını tam olarak algılayıp olası sonuçlarını değerlendiremeden akdi kabul etmek zorunda kalmaktadır. Mezkur 20. maddenin gerekçesinde, genel işlem şartlarının yer aldığı sözleşmelerin kurulmasında görüşmeler ve pazarlıklar yapılmasının mevzubahis olmadığı, sözleşmeyi hazırlayan ve sunan tarafın koşullarına göre sözleşmenin kurulacağı, diğer tarafın akdin içeriğine müdahale imkanın bulunmadığı, dayatılan şartları kabul etmediği takdirde edim veya hizmetten vazgeçmek zorunda kalacağı ve tüm bu nedenlerle genel işlem şartlarına muhatap olan bireyin emredici genel hükümler şeklindeki işbu düzenlemelerle korunması zorunluluğu bulunduğu belirtilmiştir. Gerçekten de birey gündelik hayatının pek çok mecrasında, başta bankalar olmak üzere sigorta şirketleri, seyahat ve taşıma işletmeleri, dayanıklı tüketim malları üretim ve pazarlaması yapan müteşebbisler tarafından yanlı ve soyut olarak hazırlanmış genel işlem şartlarını ihtiva eden sözleşmelerle karşılaşmakta ve irade serbestisi ilkesi göz ardı edilerek önceden ve tek taraflı olarak düzenlenen bu sözleşmelerin içeriğine, konularına ve şartlarına dair hiçbir müdahale, müzakere ve tadilatta bulunamadan, sadece önüne koyulan koşullara uymak zarureti içerisinde, maddelerde herhangi bir düzeltme ya da ekleme yapmaksızın yani gerekçede yer alan tabiriyle sadece “evet” ya da “hayır” cevaplarıyla bağlı, “evet, ama” seçeneğinden mahrum bırakılmış bir şekilde edimden yararlanabilmek adına sözleşme bütününü kabul etmek zorunda kalmaktadır. Bu anlamda bilhassa bankacılık sektöründen yapılan eleştirilere rağmen, müteşebbis karşısında irade özgürlüğü kaybolmuş tüketicinin korunmasının haklılığı ortaya çıkmaktadır. 2. Gelişim Süreci 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanununda yer alan düzenlemeler ile hukukumuza dahil olan genel işlem şartlarının hukuk alanındaki temeli sayılabilecek görünümü, 09.12.1976 tarihli Alman Genel İşlem Şartları Kanunun Düzenlenmesine İlişkin Kanunda yer almaktadır. 2001 yılına kadar yürürlükte kalan bu kanunda yer alan genel işlem şartları ile ilgili düzenlemeler günümüzde Alman Medeni Kanunun (Bürgerliches Gesetzbuch) 305-310. arasında bentlerden mürekkep on madde halinde tanzim edilmiş olup Türk Borçlar Kanununda yer alan genel işlem şartlarına ilişkin maddeler düzenlenirken, gerekçelerde de sürekli atıfta bulunulduğu üzere, mezkur maddeler dikkate alınmıştır. Bununla birlikte, genel işlem şartları düzenlemelerinde göz önünde tutulan bir başka kaynak ise 20. madde gerekçesinde zikredilen, Avrupa Birliği mevzuatı kapsamında, 5 Nisan 1993 tarihli ve 93/13/EWG sayılı "Tüketici Sözleşmelerindeki Kötüye Kullanılabilecek Şartlara İlişkin Direktifte ve Avrupa Komisyonu tarafından Avrupa Parlamentosu’na sunulan" Avrupa Sözleşme Hukuku’na yönelik 2003/C 63/01 sayılı Eylem Plânının 4.2 maddesinde yer alan ayrıntılı düzenlemelerdir. Avrupa Birliği üyesi ülkeler de 93/13/EEC sayılı yönerge doğrultusunda Borçlar, Medeni ve/veya Tüketicinin Korunması Kanunlarında yaptıkları değişiklikler ile genel işlem şartlarını iç mevzuatlarına aktarmışlar ve işbu hukuki müessese için yeknesak bir uygulama türü ve alanı oluşturmaya çalışmışlardır. Ayrıca eski 818 Sayılı Borçlar Kanununun mehazı İsviçre Borçlar Kanununda ve mevzuatında genel işlem şartları hakkında düzenleme bulunmamakla birlikte Haksız Rekabetin Önlenmesine İlişkin Kanunun kapsamına girmesi halinde uygulamaya konu olmaktadır.      
  1. ÜLKEMİZDE GENEL İŞLEM ŞARTLARI 1. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Öncesi Genel İşlem Şartlarının, ülkemizdeki ilk görünümü 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu değildir. 4077 Sayılı Tüketicin Korunması Hakkındaki Kanuna 06.03.2003 tarihinde yapılan değişiklikle (4822 Sayılı Kanunla) eklenen “Sözleşmedeki Haksız Şartlar” başlıklı 6. maddesi hukukumuzda bu konuda yapılmış ilk düzenleme olarak anılmaktadır. Bu maddede yer alan tanıma göre; “Satıcı veya sağlayıcının tüketiciyle müzakere etmeden, tek taraflı olarak sözleşmeye koyduğu, tarafların sözleşmeden doğan hak ve yükümlülüklerinde iyi niyet kuralına aykırı düşecek biçimde tüketici aleyhine dengesizliğe neden olan sözleşme koşulları haksız şarttır.” Tanımdan da anlaşıldığı üzere, maddenin uygulama alanı, bir yanını müteşebbis diğer tarafını ise tüketicilerin oluşturduğu genel işlem şartlarını kullanıldığı sözleşmelerdir. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu’nda ise genel işlem şartları, sadece “tüketici” taraf ile sınırlı kalmayıp daha geniş bir uygulama alanına daha kapsamlı maddeler ile etki edecek bir düzeye getirilmiştir. 2. 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu Öncesi Yargıtay Uygulamaları Ülkemizde 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu öncesi uygulamalara bakıldığında, genel işlem şartları denetiminin mevcut kanunlarla doğrudan olduğu kadar genel hükümler ve temel hukuk prensipleriyle dolaylı olarak da yapılmaya çalışıldığı görülmektedir. Taraflardan birinin tüketici olduğu durumlarda genel işlem şartlarına ilişkin denetim, Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun zikredilen 6. maddesi üzerinden yapılmaktadır. Örneğin, Yargıtay 13. Hukuk Dairesi 2008/4345 E. 2008/6080 K. Sayılı 02.05.2008 tarihli kararında TKHK 6. maddesinde yer alan haksız şart hükümlerine göre karar vermiştir; Sözleşmenin banka tarafından matbu, standart olarak hazırlanıp boş olan kısımların sonradan doldurulduğu, on iki punto koyu siyah harflerle düzenlenmediği; tüketici aleyhine olan sözleşme hükmünün tüketici ile müzakere edildiğinin iddia ve ispat edilemediği anlaşıldığına göre, sözleşmedeki bu hüküm haksız şart niteliğindedir ve bu hükme dayanılarak tüketiciden kredi kartı üyelik ücreti istenemez. TKHK 6. maddesinde yer alan sözleşmedeki haksız şartlar dışında, bilhassa 818 Sayılı Borçlar Kanununun 19/2. maddesi “Kanunun kat'i surette emreylediği hukuki kaidelere veya kanuna muhalefet; ahlaka (adaba) veya umumi intizama yahut şahsi hükümlere müteallik haklara mugayir bulunmadıkça, iki tarafın yaptıkları mukaveleler muteberdir.” hükmü ile birlikte değerlendirilerek içerik denetimi imkanı da sağlanmıştır. Aynı zamanda içerik denetimini Medeni Kanunun 2/1. maddeleri (dürüstlük kuralı) ve hakkın kötüye kullanılması yasağına dayandıran görüşler de mevcuttur. Örneğin, Yargıtay 3. Hukuk Dairesi 2008/5324 E. 2008/5974 K. Sayılı 07.04.2008 tarihli kararında mezkur maddelere dayanarak hüküm kurmuştur; …özellikle hakların kullanılmasında ve borçların yerine getirilmesinde objektif iyiniyet kurallarına uyulmasını emreden MK 2/1; ekonomik varlığın yitirilmesinin kişilik hakları ile ilgisi itibariyle, kişiliğin korunmasını düzenleyen MK''nın 24 ve BK''nın 19/2 gibi genel kurallara dayanarak sözleşmeye müdahale etmelidir. …Mahkemece, ikrazatçı alacaklının sağladığı haksız kazanç ölçüsünde sözleşmeye müdahale edilerek yukarıda anılan hükümler uyarınca ödünç sözleşmesinde kararlaştırılan faiz ile gecikme faizinin bankalarca verilen kredi faizleri de gözetilerek makul bir seviyeye indirilmesi suretiyle bir hüküm kurulmalıdır. Genel İşlem Şartlarına yönelik Yeni Borçlar Kanunu öncesi tatbik alanı bulan bir diğer koruma şekli de Medeni Kanun, Borçlar Kanunu, Ticaret Kanunu gibi temel kanunların emredici hükümlerine dayanmak suretiyle uygulanan korumadır. BK. md. 99/II, III – BK. Md. 100/III – TK. Md. 766 hükümleri bu kapsamda sayılabilir. Örneğin, Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1979/11-1775 E. 1981/563 K. sayılı 03.07.1981 tarihli kararında TTK 766. maddesinden hareketle hüküm kurmuştur; O halde, olaya ifa yeri ( Lex Fori ) yasaları uygulanacağına ve ifa yeri kanunu olan TTK.nun 766. maddesi, taşıma sözleşmelerindeki sorumluluğu hafifleten veya kaldıran hükümlerin geçersiz olduğunu belirtmiş bulunmasına ve bu hükmün yorumlayıcı değil uyulması gereken emredici bir hükmü niteliğinde olmasına göre, TTK.nun bu hükmü karşısında, davalı taşıyıcının dayandığı Alman Taşıyıcı Genel Şartnamesindeki sorumluluğu sınırlandıran hükümler geçersiz ve olaya uygulanma olanağı yoktur. Yargıtay uygulamada, yeni Borçlar Kanununda da muhtevasını koruyan cezai şart gibi müesseselere ilişkin benzer kararlar vermiş olup işbu kararlarında da maddenin kendi muhtevasında mahfuz hükümlere dayanarak koruma sağlamıştır. Örneğin, Yargıtay 18. Hukuk Dairesi 2005/9943 E. 2006/734 K. Sayılı 07.02.2006 tarihli kararında özetle; Somut olayda, akdin tarafı olan üniversitece tek yanlı hazırlanmış genel işlem şartı niteliğindeki taahhütnamede konulmuş olan cezanın fahiş olduğu ortadadır. Tarafların tacir olmadıkları da göz önüne alındığında, cezanın Borçlar Yasasının -161/son maddesince ve hakkaniyete uygun biçimde indirilmesi suretiyle hüküm tesisi gerekirken, bu yön üzerinde durulmadan yazılı şekilde hüküm tesisi, Doğru görülmemiştir. İstisnai olarak, muhtelif kanunların bazı maddeleri kendi içerisinde genel işlem şartı denetimi getirmiştir. 6762 Sayılı Türk Ticaret Kanunun sigorta poliçesinin muhtevasını belirleyen 1266. maddesinin son fıkrasında yer alan “Sigorta poliçesi birinci fıkrada yazılı hususlardan başka İktisat ve Ticaret Vekâletince tasdik edilmiş ve zahmetsizce okunabilecek bir tarzda basılmış olan sigorta umumi şartlarını; muvakkat sigorta ilmühaberi ise, zikri geçen umumi şartlara atfı ihtiva eder. Bu fıkradaki tasdik ve baskıya ait olan şartların yerine getirilmemiş olması halinde dahi umumi şartname hükümlerinden sigorta ettirenin zararına olanlar yerine kanun hükümleri tatbik olunur.”hükmü bu çerçevede yorumlanmaktadır. Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 1974/836 E. 1976/2510 K. Sayılı 15.09.17976 tarihli kararı bu niteliktedir; Türk Ticaret Kanununun 1266. maddesinde sigorta poliçesinin ihtiva etmesi gerekli olan hususlar gösterilmiş olup bunlardan başka gene poliçenin Ticaret Bakanlığınca onanmış sigorta genel şartlarının ihtiva edeceği öngörülmüştür. Sözü geçen Yasanın 1264/4. maddesi hükmünce 1266. madde sigorta ettiren kimsenin zararına olarak sözleşme ile değiştirilemez. Aksi halde yasa hükümleri re’sen uygulanır. Olayda, sigorta poliçesi üzerine lastik kaşe ile basılan yazıdaki ehliyetin süresine ilişkin koşul sigortalının zararına olarak poliçe genel şartlarını değiştirir nitelikte bulunmaktadır. O halde mahkemece, az önce açıklanan hukuki esaslar uyarınca sözü edilen koşulun Ticaret Bakanlığının onayından geçip geçmediği araştırılarak varılacak sonuç uyarınca karar verilmelidir. D. 6098 SAYILI TÜRK BORÇLAR KANUNUNDA GENEL İŞLEM ŞARTLARI 1. Unsurları ve Uygulama Alanı Genel işlem koşullarının tanımının yapıldığı 20. maddenin birinci fıkrasına göre genel işlem şartlarının üç unsuru bulunmaktadır. Madde itibariyle bu unsurlar, i. Çok sayıda benzer sözleşmede kullanma amacı ii. Önceden ve tek taraflı hazırlanma iii. Karşı tarafa sunma şeklinde belirtilmiştir. Doktrinde bu unsurlara ek olarak şartların tek yanlı hazırlanması, genel ve soyut nitelik taşımaları gibi unsurlarda sayılmaktadır. Bu unsurları barındırmayan bir sözleşmede genel işlem şartlarının bulunması söz konusu olamayacaktır. Örneğin bir seferlik kullanım için hazırlanan bir sözleşmede diğer unsurlar bulunsa dahi genel işlem şartlarını varlığından söz edilemeyecektir. Kaldı ki Alman uygulaması ve doktrini genelde en az üç kez kullanılmayı aramaktadır. Yukarıda da belirtildiği üzere, 4077 sayılı Tüketicin Korunması Hakkındaki Kanun ile sözleşmedeki haksız şartlar sadece tüketiciler açısından göz önüne alınırken, 6098 Sayılı TBK ile genel işlem şartlarının uygulama alanı oldukça genişletilerek karşı tarafın tüketici olup olmamasına ve tacir/tüketici ayrımına bakılmaksızın, bu tip sözleşmelerle karşılaşan herkes koruma kapsamına alınmıştır. Yine kanunun 20 maddesinin son fıkrasında “Genel işlem koşullarıyla ilgili hükümlerin, sundukları hizmetleri kanun veya yetkili makamlar tarafından verilen izinle yürütmekte olan kişi ve kuruluşların hazırladıkları sözleşmelere de, niteliklerine bakılmaksızın uygulanacağı” hükme bağlanmıştır. Bu madde hükmü ile, Bankacılık Denetleme ve Düzenleme Kurulunun izni ve faaliyet belgesi ile kurulan ve hizmet veren bankalar ile 7397 Sigorta Murakabe Kanununa göre Bakanlık izni ile kurulan sigorta ve reasürans şirketleri de niteliklerine bakılmaksızın açıkça uygulama alanı içine alınmıştır. Mezkur maddenin gerekçesinde bu kurumlar tarafından hazırlanan sözleşmelerin, her durumda tip sözleşme olarak kabul edileceği ve böylece mutlak surette genel işlem koşullarının emredici düzenlemesine bağlı tutulacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte bu emredici düzenlemeler, sözleşmeyi hazırlayan tarafın kamu tüzel kişisi olması durumunda da uygulama alanı bulacaktır. Dolayısıyla, elektrik, su, doğalgaz gibi tekel niteliğindeki kamu hizmetlerini sunan kişi ve kurumlar tarafından önceden tek taraflı hazırlanan standart (tip) sözleşmelerdeki genel işlem koşulları da mutlak olarak yasal düzenleme kapsamında değerlendirilmiş ve genel işlem koşullarına dair emredici hükümler kapsamına alınmıştır. 2. Dolanma Yasakları Alman Medeni Kanununda yer alan dolanma yasakları, Yeni Borçlar Yasasında ayrı bir hüküm olarak olmasa da 20. madde muhtevasında fıkralar halinde yerini almıştır. Bu dolanma yasaklarından ilki 20. maddenin 2. fıkrasında belirtilmiştir. Buna göre; “Aynı amaçla düzenlenen sözleşmelerin metinlerinin özdeş olmaması, bu sözleşmelerin içerdiği hükümlerin, genel işlem koşulu sayılmasını engellemez.” şeklindeki düzenleme ile sözleşmeyi düzenleyen tarafından içerikte hiçbir değişiklik yapılmaksızın sadece görünüş itibariyle yaptığı değişiklikler sayesinde kanunun dolanılmasının önüne geçilmiştir. Madde gerekçesinde de, genel işlem şartlarını içeren sözleşmeyi hazırlayan ve sunan tarafın, çağımızın teknolojik imkanlarından yararlanarak, farklı yöntemler kullanarak çok sayıda farklı tipte sözleşme hazırlamak suretiyle işbu tip sözleşmelerin bireysel sözleşme olduğu iddiasında bulunmasının önüne geçilmek istendiği belirtilmiştir. Meselâ, delil sözleşmelerine ilişkin bir genel işlem koşulunun bu sözleşmenin asıl metnine alınması, bu sözleşmelerin ekinde yer alması veya sözleşme metni ya da ekinde yer almakla birlikte yerinin değiştirilmesi, uygulama farklılığı doğurmayacaktır. Bir diğer dolanma yasağı 20. maddenin 3. fıkrasında yer alan “Genel işlem koşulları içeren sözleşmeye veya ayrı bir sözleşmeye konulan bu koşulların her birinin tartışılarak kabul edildiğine ilişkin kayıtlar, tek başına, onları genel işlem koşulu olmaktan çıkarmaz.” hükmü olup maddenin temelinde uygulamada yaygın olarak benimsenen örneklerin olduğu şüphesizdir. Günümüzde hemen hemen her standart sözleşmede maddelerin tek tek tartışılarak karşı tarafça kabul edildiğine dair hükümler bulunmaktadır. Madde gerekçesinde de belirtildiği üzere maddenin amacı, uygulamada sıkça görülen, tip sözleşmelerde yer alan tüm hükümlerin okunduğu, tartışıldığı ve bu şekilde kabul edildiğine ilişkin düzenlemelerle ya da sözleşme sırasında imza ile birlikte ek düzenleme yapılarak sözleşme metninin ve/veya genel işlem koşullarının okunduğuna, anlaşıldığına ve bu yolla kabul edildiğine ilişkin açıklamaları içeren tutanaklarla genel işlem şartları düzenlemesindeki hükümlerin dolanılmasını engellemektir. Bu hükme göre her maddenin ayrı ayrı ya da bu tür açıklamalarla imzalanması da genel işlem koşullarına ilişkin emredici hükümleri dolanmaya yetmeyecektir. Çünkü, fıkra hükmüyle, böyle kayıtların tek başına genel işlem koşullarına ilişkin emredici düzenlemenin uygulanmasını önleyemeyeceği kabul edilmiştir. Bu hüküm sayesinde, tüm bu durumlarda, tip sözleşmelerin tüm hükümleri emredici nitelikteki genel işlem koşulları düzenlemesine tabii olacaktır. Mezkur dolanma yasağı sayesinde çok sayıda yasayı dolanma girişimi de sonuçsuz kalacaktır. Yine 20. maddenin 1. fıkrasının son cümlesi “Bu koşulların, sözleşme metninde veya ekinde yer alması, kapsamı, yazı türü ve şekli, nitelendirmede önem taşımaz” hükmü ile genel işlem şartlarının sözleşme ekine alınması ya da farklı yazı tipleri, farklı karakterler, farklı şekillerle yazılması da yasayı dolanma yasakları içerisine girmiş olacaktır. 3. Yazılmamış Sayılma 6098 Sayılı Türk Borçlar Kanunu 21., 22. ve 24. maddeleri ile hukuk sistemimize dahil olan kavramlardan biri de Alman Medeni Kanunu ve İsviçre Borçlar Kanununda örnekleri görülen yazılmamış sayılmadır. Genel işlem koşullarının, sözleşmeyi kabul eden tarafa karşı maddede belirtilen şartlar dışında ileri sürülemeyeceği 21. madde hükmü ile ifade edilmiş olup bu maddeye göre “Karşı tarafın menfaatine aykırı genel işlem koşullarının sözleşmenin kapsamına girmesi, sözleşmenin yapılması sırasında düzenleyenin karşı tarafa, bu koşulların varlığı hakkında açıkça bilgi verip, bunların içeriğini öğrenme imkânı sağlamasına ve karşı tarafın da bu koşulları kabul etmesine bağlıdır. Aksi takdirde, genel işlem koşulları yazılmamış sayılır.” Sözleşmenin zayıf tarafının korunmasına yönelik dikkat çekici bir müeyyide olarak kanun metninde yer alan yazılmamış sayılma, genel işlem şartlarının bağlayıcı olmadığı anlamına gelmektedir. Ancak belirtmek gerekir ki, sözleşme maddeleri geçersiz olmamakla birlikte sadece sözleşmeyi kabul eden tarafa karşı ileri sürülememektedir. 22. madde gerekçesinde belirtildiği şekilde sözleşmenin diğer tarafının söz konusu hükümlerden yararlanabileceğinde duraksama bulunmamaktadır. Zikredilen madde ile oldukça zor hatta imkansız sayılabilecek ispat külfeti, sözleşmeyi hazırlayan ve sunan taraf üzerinde bırakılmıştır. Sözleşmedeki hükümlerin genel işlem şartı olmadığını iddia eden müteşebbisin, akdin inikadı sırasında bu şartların izah edildiğini ve karşı tarafın bu şartları algıladığını ispat etmesi gerekmektedir. Bununla da yetinmeyen TBK bu durumun karşı tarafça da kabul edilmesi şartını koymuş ve aksi halde bu maddelerin yazılmamış sayılacağını açıkça belirtmiştir. Kanunun getirdiği neredeyse imkansız ispat külfeti standart sözleşmeleri yaygın şekilde kullanan ve kullanmak zorunda olan müteşebbisler tarafından oldukça eleştirilmektedir. Zira sözleşmedeki şartlar hakkında karşı tarafa/tüketiciye bilgi verildiğini ve bunların içeriğinin karşı tarafça öğrenildiğinin ispat edilmesi zorunlu tutulmuştur. HMK 200. maddesi hükmüne göre 2.500,00 TL üzeri miktarların senetle ispat zorunluluğunun yanı sıra TBK 20/3 mucibince sözleşme üzerine maddelerin tartışıldığına dair konulan kayıtların geçersiz olduğu ve hatta ayrı bir sözleşmeye konulmasının dahi geçersiz olduğu düzenlenmiştir. Dolayısıyla yazılı ispat külfeti altındaki müteşebbis, bu hususu akdin üzerindeki kayıtlarla ya da ayrı bir sözleşmeyle dahi ispat edemeyecektir. Böyle bir durumla karşılaşmak istemeyen müteşebbis için görünürdeki tek çözüm yolu, genel işlem şartlarına haiz standart sözleşmelerin resmi yazılı yapılmasıdır. Müteşebbisin noter huzurunda sözleşmenin tüm maddeleri konusunda karşı tarafı tek tek bilgilendirilmesi, karşı tarafa bu maddelerin içeriğini kabul etme imkanı sağlaması, karşı tarafça kabul edilen sözleşmenin Noterlik Kanunu 84. maddesi uyarınca düzenlenecek bir tutanağa geçirilmesi halinde sözleşmenin geçerliliği sağlanmış olacaktır. Ancak bu şartların yoğun ticari hayatın akışı içerisinde uygulanmasının imkansızlığı ortadadır. Bankalar, sigorta şirketleri, kamu tüzel kişileri vb tarafından hazırlanan standart sözleşmelerin hepsinin noterlerce düzenlenmesi hem çok ciddi bir ekonomik güç hem de yoğun emek gerektirdiğinden uygulanabilirlik açısından önemli bir sorun oluşturacaktır. Diğer taraftan bakıldığında ise kanunun akdin zayıf tarafını koruduğu, oldukça zor olan bu şartlar vesilesiyle genel işlem şartlarının sözleşmeyi kabul eden tarafından iyice öğrenilmesini sağlamayı amaçladığı görülmektedir. Kanunun müteşebbis üzerine yüklediği ispat külfeti sayesinde, genel işlem şartlarını içeren sözleşmelere karşı azami şekilde korunmaya alınmak istendiği ortadadır. 21. maddenin 2 fıkrasında yer alan “Sözleşmenin niteliğine ve işin özelliğine yabancı olan genel işlem koşulları da yazılmamış sayılır.” Hükmü, madde gerekçesinde de belirtildiği üzere Alman Medeni Kanunu 305. maddesinde yer alan şaşırtıcı kuralların sözleşmenin içeriğinden sayılmaması ilkesine dayanmaktadır. Tüketicinin, sözleşme içeriğini incelemeden ya da inceleyerek yaptığı global bir kabul beyanıyla genel işlem şartlarına muvafakat ettiği kabul edilecek olsa dahi, müşterinin hesaba katması beklenmeyecek ölçüde alışılmamış, şaşırtıcı, adil olmayan şartları da kabul ettiğini söylemek oldukça güçtür. Bu nedenle sözleşme niteliği ve işin özelliğine yabancı genel işlem koşulları da yazılmamış sayılacaktır. Örneğin uygulamada döviz tevdiat hesabı sözleşmelerinde, yatırılan yabancı bir paradan farklı bir yabancı para ya da Türk Lirası ile hesaptaki meblağın ödenebileceği genel işlem koşulu yazılmamış sayılacaktır. Cari hesap şeklinde işleyen bir kredi işleminde ipoteğe ilişkin metnin içine örtülü olarak konulmuş bir kefalet yüklenimin İsviçre Federal Mahkemesince olağan dışı bulunduğu madde gerekçesinde belirtilmiştir. Madde gerekçesinde yer alan bir diğer örnek kredi sözleşmelerinde krediyi veren kurumun hiçbir gerekçe göstermeksizin hesabı kat edebilmesine dair şartlar olup olağan dışı olarak nitelenen bu şartlar da yazılmamış sayılacaktır. Yazılmamış sayılmanın sözleşmeye etkisi TBK 22. maddesinde düzenlenmiş olup bu hükme göre “Sözleşmenin yazılmamış sayılan genel işlem koşulları dışındaki hükümleri geçerliliğini korur. Bu durumda düzenleyen, yazılmamış sayılan koşullar olmasaydı diğer hükümlerle sözleşmeyi yapmayacak olduğunu ileri süremez.” Burada, sözleşmenin kısmen geçerli kısmen geçersiz sayıldığı durumlarda, kısmi butlan yaptırımından farklı olarak, düzenleyen yazılmamış sayılan koşulların yer almadığı ve sadece diğer hükümlerle sözleşmesel borç ilişkisini kurmayacağı iddiasını ileri sürerek sözleşmeyi yapmaktan kurtulma olanağından yoksun bırakılmaktadır. Dolayısıyla yazılamamış sayılan şartlara haiz bir sözleşme, bu genel işlem şartları dışında kalan hükümleriyle geçerliliğini sürdürecektir. Madde gerekçesinde, bu düzenlemeyle Alman Medeni Kanunu 306. maddesinin üçüncü fıkrasından ayrılındığı (gerekçedeki kelimeyle) ifade edilmiştir. Alman Medeni Kanunu 306. maddesi 3 fıkrası “öngörülen değişikliklere rağmen, sözleşme ile bağlı kalma; sözleşme taraflarından biri için kabul edilmeyecek bir sertliği ifade ediyorsa sözleşme geçersiz olur” şeklinde olup TBK 27/2. maddesinde belirtilen “Sözleşmenin içerdiği hükümlerden bir kısmının hükümsüz olması, diğerlerinin geçerliliğini etkilemez. Ancak, bu hükümler olmaksızın sözleşmenin yapılmayacağı açıkça anlaşılırsa, sözleşmenin tamamı kesin olarak hükümsüz olur.” Şeklindeki emredici hükmü ile uyum içerisindedir. Dolayısıyla Alman Medeni Kanunu 306. maddesi 3. fıkrasını nazarı itibara almayan TBK 22. maddesi, 27. madde 2 fıkrasına açıkça aykırılık teşkil etmektedir. 4. Lehe Yorum 6098 Sayılı TBK 23. maddesinde yer alan “Genel işlem koşullarında yer alan bir hüküm, açık ve anlaşılır değilse veya birden çok anlama geliyorsa, düzenleyenin aleyhine ve karşı tarafın lehine yorumlanır.” hükmü, kaynağını Rama Hukukundan alan “in dubio contra stipulatorem: şüphenin düzenleyen aleyhine yorumlanacağı ilkesinden gelmektedir. Buna göre sözleşmede yer alan kuşkulu hükümler metni kaleme alan aleyhine yorumlanacaktır. 5. Değiştirme Yasağı Tip sözleşmelerde sözleşmeyi düzenleyen taraf, sadece kendi lehine olacak şekilde değiştirme hakkını saklı tutmaya yönelik kayıtlar koymaktadır. Uygulamada çok sık görülen bu tür kayıtlara ilişkin düzenleme TBK 24. maddesinde yer almakta olup bu madde hükmüne göre “Genel işlem koşullarının bulunduğu bir sözleşmede veya ayrı bir sözleşmede yer alan ve düzenleyene tek yanlı olarak karşı taraf aleyhine genel işlem koşulları içeren sözleşmenin bir hükmünü değiştirme ya da yeni düzenleme getirme yetkisi veren kayıtların yazılmamış sayılacağı” belirtilmiştir. Genel işlem koşullarını içeren sözleşmeyi düzenlerken değiştirme hakkını mahfuz tutan taraf, karşı yanın rızasını baştan almak suretiyle, akitle yüklendiği borcun ifasını veya şartlarını değiştirme hakkını ele geçirebilmektedir. Bir tip sözleşme muhtevasında ya da ayrı bir sözleşme bünyesinde yer alan benzer kayıtlar 24. madde ile kesin hükümsüzlük müeyyidesine bağlanmış olmakla birlikte madde gerekçesinde de ve daha önceki bölümlerde de değinildiği üzere sözleşmeyi düzenleyenin karşı taraf lehine yapılacak değişikliklerin ya da düzenlemelerin geçerli olduğu konusunda bir duraksama bulunmamaktadır. Daha önceden de benzer düzenlemeler hukukumuzda yer almakta olup madde gerekçesinde Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun 6, 6/A ve 10. maddelerine atıf yapılmaktadır. Böylece örneğin kredi sözleşmelerinin hemen hepsinde yer alan ve kredi kuruluşuna faiz oranlarını tek taraflı değiştirme yetkisi tanıyan kayıtlar artık geçersiz sayılacaktır. 6. Dürüstlük Kuralına Aykırılık 6098 sayılı TBK 25. maddesi ile “Genel işlem koşullarına, dürüstlük kurallarına aykırı olarak, karşı tarafın aleyhine veya onun durumunu ağırlaştırıcı nitelikte hükümler konulamayacağı” belirtilmekte olup bu madde hilafında konulan kayıtlar kesin hükümsüzlük yaptırımına tabidir. Madde gerekçesinde, benzer bir düzenlemeye Alman Medeni Kanunu (BGB) 307. maddede yer verildiği belirtilmekle birlikte BGB’nin mezkur maddesinde “genel işlem koşulları dürüstlük kuralına aykırı ve ölçüsüz biçimde düzenleyicinin karşı tarafını zarara uğratırsa geçersizdir.” denilmektedir. BGB 307. maddesinde iyi niyet kurallarına aykırı ve ölçüsüz biçimde sözleşmenin karşı tarafını zarara uğratma kıstası kabul edilmiş iken, BK 25. maddede ölçüsüz biçimde zarara uğratma kıstasına yer verilmemiştir. Yine BGB 308. ve 309. maddelerinde haksız şart olarak nitelendirilebilecek genel işlem şartları sayılırken 6098 sayılı TBK tadadi ya da tahdidi olarak genel işlem şartlarını saymayı tercih etmemiştir. E. ELEŞTİRİLER ve DEĞERLENDİRMELER 6098 Sayılı TBK’da yer alan Genel İşlem Şartlarına ilişkin düzenlemeler, başta bankalar olmak üzere tip sözleşmeleri kullanma zarureti içerisindeki müteşebbislerin oldukça sert şekilde eleştirilerine maruz kalmıştır. Gerek doktrin gerekse ticari ekonomik hayatın içerisinde yer alan muhtelif kurumlar tarafından, genel olarak borçlar hukukuna egemen olan bireysel sözleşme modelinin zedelendiği, tüketiciye ulaşmak için standart sözleşmeler yapmak zorunda olan sağlayıcının düzenlemedeki şartlar altında bu tip sözleşme yapmasının mümkün olmayacağı, müteşebbisin her mal ve hizmet temini için tüketici ile bir araya gelerek ve sözleşme şartlarının tek tek müzakere ve teyit ederek akit yapmasının imkansız olduğu, müteşebbise neredeyse imkansız bir ispat külfeti yüklendiği ve fiilen ispat hakkının elinden alındığı, tüm bu olumsuzlukların ticari hayatı oldukça yavaşlatacağı hatta içinden çıkılmaz sorunlarla işlemez hale getireceği gibi nedenlerle ciddi şekilde eleştirilmektedir. Bununla birlikte TBK’da yer alan mezkur düzenlemeler ile, akdin zayıf tarafı durumunda olan, ekonomik güçsüzlüğü nedeniyle pazarlık kozundan mahrum olarak masaya oturan, akdin inikadı ve detayları ile ilgili bilgi ve tecrübe yeterliliği bulunmayan ve bulunması beklenmeyen ve zaten bireysel sözleşme hakkı elinden alınmış durumdaki tüketicinin/akdin karşı tarafının koruma altına alındığı açıktır. Bu konuda en sert eleştiri ve itirazlarda bulunan kurum olan bankaların, yıllardır genel işlem koşullarını ihtiva eden tip sözleşmeler düzenlemek suretiyle tüketici haklarını gerektiği hassasiyetle nazarı itibara almadığı da ülkemizde hemen herkesin malumu olan bir gerçektir. Bu durumda akdin zayıf tarafının güçlerin eşitliği gereğince korunması prensibi en temel hukuk ilkelerinden biri olduğundan, kanunun sayılan düzenleyici işlemleri de bu çerçevede yorumlanmalıdır. Kaldı ki Avrupa Birliği ülkelerinde de benzer durumda olan tüketicinin korunmasına yönelik tedbirlerin sınırlarının sürekli olarak genişletildiği de unutulmamalıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus taraflar arasındaki dengenin sağlanması, bir taraf için yapılan müdahalenin diğer taraf aleyhine dengesizliğe neden olmamasıdır. Eğer akdin bir tarafı korumaya yönelik düzenlemeler diğer taraf açısından altından kalkılamayacak bir mağduriyete sebep oluyorsa mezkur düzenlemelerin sarih ve sağlıklı hukuki düzenlemeler olduğunu söylemek oldukça güçtür. Alman Medeni Kanununda yer alan sağlayıcı/müteşebbis lehine görülen pek çok düzenleme TBK genel işlem şartları kapsamına alınmamıştır ki bu durum müteşebbis açısından sorunlara neden olabilecek ehemmiyettedir. Yine de Yeni Türk Borçlar Kanunun mehaz kanunlardaki normatif düzenlemelerden kaçınarak işi uygulama sahasına, yani yargıçlara bıraktığı da göz önüne alınması gereken bir durumdur.
Borçlar Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Şubat 2016

Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi

ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ   Günümüzde kat karşılığı inşaat yapım sözleşmesinden doğan uyuşmazlıklar ve davalar büyük bir yer kaplamaktadır.Bu sözleşme ile ilgili özel bir yasal düzenleme bulunmamaktadır.O nedenle çıkan ihtilafların çözümünde hangi hükümlerin kıyas yoluyla veya doğrudan uygulanması gerektiği tespit edilmelidir. Bu amaçla öncelikle sözleşmenin hukuki niteliği üzerinde durulmuştur. Kat karşılı inşaat sözleşmesinin kanunda düzenlenmemiş olması nedeniyle isimsiz, taşınmaz satım vaadi ile eser sözleşmesinin birbirinin karşılığı olacak bir araya gelmesi nedeniyle çift tipli ve karma bir sözleşmedir. Kat Karşılığı inşaat sözleşmesi, uygulamada çok yaygın olmasına rağmen yasal alt yapısı olmayan bir sözleşmedir Kanunda açıkça düzenlenmeyen bu sözleşme ile ilgili ihtilafların çözümünde emsal Yargıtay Kararları büyük rol oynamaktadır. Yargıtay 15. Hukuk Dairesinin uzun yıllardır baktığı uyuşmazlıklarda verdiği kararlar ve bu kararlardan bazılarının değişim süreci bu çalışmada incelenmiştir. Arsa sahibinin tapuda devir borcunun karşılığını oluşturan, müteahhidin inşaat yapma borcu karmaşık ve zorlu uğraşların sonunda yerine getirilmektedir.Müteahhidin ruhsat alırken, inşaatı yaparken ve satarken adam çalıştırma ve sermaye risklerinin altına girmesi, daha çok temerrüde düşmesine neden olmaktadır.Bu nedenle çalışmada müteahhidin temerrüdünede yer verilmiştir.           ARSA PAYI KARŞILIĞI İNŞAAT SÖZLEŞMESİ I.TANIMI Arsa payı karşılığı inşaat sözleşmesi iki taraflı karma bir akittir. Bu sözleşme ile taraflardan arsa sahibi, arsasını yüklenici diğer tarafa inşaat yapılmaya elverişli bir şekilde teslim etme ve inşaat süresince sözleşme uyarınca kendisine düşen yükümlülüklerini yerine getirme borcu altındadır.[1] Müteahhit kendisine belli miktarda bağımsız bölüm verilmesi karşılığında kararlaştırılan süre içinde arsa üzerine sözleşmede ve projede belirtilen vasıfta inşaat yapıp arsa sahibine düşen bağımsız bölümleri teslim etme borcu altındadır.[2] II.NİTELİĞİ Bu uzun tariften anlaşılacağı gibi sözleşme daima bir arsa üzerine inşaat yapılması ile ilgilidir. Bu hali ile kat karşılığı inşaat sözleşmesi satış ve eser sözleşmelerinin bir arada bulunduğu karma bir sözleşmedir. Diğer yönüyle iki taraflı sözleşmelerden olup, sözleşmenin tarafları birden fazla olabileceği gibi tüzel kişi de olabilir.[3] Kısaca APKİS olarak ifade edilen bu sözleşmenin geçerli olabilmesi için belli koşullar aranacaktır. Bu koşullar, bir sonraki bölümümüzde ele alınacaktır.[4] 1 - ) Arsaya İlişkin Şartlar A-) Arsanın üzerine inşaat yapılmasına müsait olması Başka bir anlatımla imar parseli vasfında olması gerekir. Bu vasıfta değilse bununla ilgili olarak yapılan sözleşme de başından itibaren geçersiz sayılır. Geçersiz sözleşmeye dayanılması mümkün olmadığından, sözleşmenin yerine getirilmesi veya getirilmemesi sebebiyle doğan zararın tazmini istenemez. Bu durumda açılan davada ifa imkânsızlığı sebebiyle sözleşmenin feshi yoluna gidileceğinden, arsa sahibi işin gecikmesi sebebiyle kazanç kaybı ve kâr mahrumiyeti isteyemez. Müteahhit de ancak sebepsiz zenginleşme esaslarına göre yaptığı imalatlar arsaya değer kazandırmış ise bu değer farkını isteyebilir.[5] a-) Arsanın imar durumunun çıkarılması Arsanın sözleşmede kararlaştırılan miktarda bağımsız bölüm inşasına uygun olması lazımdır. Bu nedenle anlaşmadan önce belediyeden imar durumu çıkarılıp buna göre sözleşme şartları kararlaştırılır. En iyisi inşaat projesi çizildikten ve arsa üzerinde kat irtifakı tesis edildikten sonra sözleşme yapmaktır. Bu durumda herkesin bağımsız bölümü tapuda belli olduğundan, ilerde çıkması muhtemel paylaşımla ilgili ihtilaf ortadan kalkmış olur. Sözleşmede projedeki numaralandırmaya veya kat irtifakı kurulmuş ise vaziyet planına göre kaç numaralı bağımsız bölümün kime ait olacağı belirtilir. Paylaştırmanın yüzde oranına göre yapılması durumunda, ilerde bu konuda uyuşmazlık çıkması kaçınılmaz olacağından yüzde ne kadarının yükleniciye, ne kadarının arsa sahibine ait olacağı ile yetinilmeyip, taraflara düşen bağımsız bölümlerin başlangıçta belli edilmesi uygun olur. b-) İnşaat ruhsatının alınması İnşaata başlayabilmek için inşaat projesi çizdirilip Belediyeye tasdik ettirilir. Sözleşmede aksi kararlaştırılmamışsa bu görev arsa sahibine düşer. Ruhsat alınması müteahhide bırakılmışsa bu hususun sözleşmede belirtilmiş olması gerekir. Bu maksatla arsa sahibinin müteahhide vekâlet vermesi de gerekir. Sözleşmede ruhsat harç ve masraşarının hangi tarafa ait olduğu da belirtilmiş olmalıdır İnşaat süresi belediyeden inşaat ruhsatı alındıktan sonra işlemeye başlar. Bu nedenle sözleşmede ruhsat alınması için de belli bir süre gösterilmiş olmalıdır. Aksi takdirde yüklenici tarafından ruhsat alma işi sürüncemede bırakılıp, inşaat süresinin başlaması ertelenebilmektedir. c-) Arsa üzerinde kat irtifakı kurulması İnşaat ruhsatının alınmasından sonra 634 sayılı Yasa hükümleri doğrultusunda tapuya müracaatla arsa üzerinde kat irtifakı kurulması mümkündür. Bu işlemin başlangıçta yapılması ile sözleşmeye göre belli aşamalarda müteahhide daire verilmesi mümkün olacağı gibi, müteahhidin ve arsa sahibinin kendilerine düşen bağımsız bölümleri tapulu olarak satmak gibi bir avantajları söz konusu olacaktır. Kat irtifakı 634 Sayılı Yasa’da yapılan son değişikliğe göre hazırlanmış tasdikli inşaat projesinin bütün arsa sahiplerinin imzasını taşıyan bir dilekçe ve yönetim planı ile birlikte tapuya ibraz etmeleri sonucu tesis edilebilir.[6] Sözleşmede bu işin ne zaman ve kim tarafından yapılacağı, bununla ilgili harç ve masrafların kime ait olacağı da belirtilmelidir. Yükleniciye bırakılmış ise, arsa sahip veya sahiplerinin bu konuda da vekâletname vermeleri gerekecektir. Sözleşmede belirtilmemiş ise, kat irtifakı kurulması ve bununla ilgili harç ve resimlerin karşılanması arsa sahibine ait olacaktır.[7] İnşaata başlanması için kat irtifakı tesis edilmesi zorunlu değildir. Bu işlem yapılmasa dahi alınan inşaat izni doğrultusunda inşaat yapılıp bitirilebilir. Bu durumda yukarıdaki belgelere oturma izin belgesi de eklenerek doğrudan kat mülkiyeti tesis edilir. Ancak bu durumda belli aşamalarda müteahhide bağımsız bölüm tapusu verilmesi mümkün olmaz. Buna karşılık hisse tapusu verilebilir. Kat irtifakı kurulmuş bulunan inşaatlarda inşaatın tamamlanıp oturma izni alınmasını müteakip, kat maliklerinden birinin başvurusu üzerine tapu idaresince kat irtifakı kat mülkiyetine çevrilir. 634 Sayılı Yasa’da 5912 Sayılı Yasa ile yapılan son değişiklikle, belediyelerce oturma izni verilen kat irtifakı kurulmuş yapılarda, izin belgesinin bir sureti de ilgili tapu idaresine gönderilecek ve kat irtifakı resen kat mülkiyetine çevrilecektir. Böylece 5912 Sayılı Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra oturma izni verilen yapılarda, herhangi bir başvuru olmasa da kat irtifakı, kat mülkiyetine çevrilmiş olacaktır. 2 - ) Taraflara Ait Şartlar A-) Hisseli arsalarda bütün hissedarların sözleşmeye katılmaları: Arsa tek kişiye ait olabileceği gibi, paylı mülkiyet veya elbirliği mülkiyetine konu da olabilir. MK. nun 692. maddesi gereğince paylı mülkiyette taşınmaz üzerinde bina inşa edilmesi ile ilgili tasarruflarda bütün paydaşların oybirliği ile karar vermesi gerekir. Elbirliği mülkiyetinde de bu kural aynen geçerlidir. Esasen bütün paydaşların başvurusu ve onayı olmadan belediyece inşaat ruhsatı verilmesi de mümkün değildir. Ancak bütün paydaşların aynı sözleşmede yer alması şart değildir. Sonuçta hepsi ile anlaşma yapılması koşulu ile paydaşlarla ayrı ayrı sözleşmeler yapılabilir. Hatta bazı paydaşlara diğerlerinden daha az veya çok bağımsız bölüm verilmesi de mümkündür. Taraşar buna razı olduktan sonra bu şekilde yapılan sözleşmeler de geçerlidir. Taşınmaz üzerinde intifa, irtifak hakkı gibi ayni hakları bulunan kişilerin de inşaat yapılmasına muvafakat etmeleri gerekir. B-) Müteahhide ilişkin şartlar Arsa sahibi gibi müteahhit de bir veya birden fazla gerçek yahut tüzel kişi olabilir. Birden fazla müteahhitlerin aynı anlaşma üzerinden birlikte sözleşmeyi imzalamaları lazımdır.Aralarında zorunlu dava arkadaşlığı vardır.[8] Müteahhidin şirket olması halinde, ana sözleşmesine göre sözleşmenin, şirket adına yetkili kılınan temsilcileri tarafından imzalanması gerekir.[9] Esasen sözleşmeyi yapan noterlikçe bu husus aranacaktır. Limited ve kooperatif şirketlerde sınırlı sorumluluk söz konusu olduğundan, sözleşme yaparken şirketin cinsi önemli olduğu gibi, sermayesi, ortak veya üyelerinin durumu, daha önce bu tür inşaatlar yapmış olup olmadığı gibi hususlar da önem taşır. Bu nedenle en fazla daire verene değil, sağlam müteahhide iş verilmelidir. İnşaat aşamasında müteahitten veya arsa sahibinden daire satın alanlar da aynı titizliği göstermelidirler. Kat irtifakı tapusu verilmiş olması yeterli değildir. İnşaatın yarım bırakılması durumunda alınan tapu imtiyaz sağlamaz. Satın alan kişi dairesindeki noksanlıkları tamamlamak zorunda kalabilir.[10] Bunun dışında müteahhidin inşaat mühendisi veya mimar olması gibi şartlar aranmamaktadır. Bu durumun büyük sakıncaları tatbikatta sıkça görülmektedir. Şöyle ki herhangi bir inşaatta birkaç ay çalışan bir kişi, bu işi ben de yaparım diyerek arsa bakmakta, hatta diğer müteahhitlerden fazla daire vererek işi almakta, daha sonra da kendisine düşen bağımsız bölümleri önceden satıp, bu kişileri de mağdur eder şekilde işi yarım bırakarak gidebilmektedir. Yahut inşaatı malzemeden kısarak çürük şekilde inşa edebilmektedirler. KKİS yapacak müteahhitler yönünden bazı vasıfların aranması konusunda yasal düzenleme yapılması kanaatimizce zorunludur. Diş çekmek için yüksek tahsil diploması arayan Devlet, yüzlerce kişinin içinde barınacağı, dolayısıyla hayatını emanet ettiği, büyük maddi fedakârlıklar pahasına sahip olduğu konutunun yapımcısında hiçbir ehliyet aramamaktadır. Bunun acı sonuçlarını kendiliğinden yıkılıveren apartmanlarda görmekteyiz. Olası bir deprem felâketinde ise ne büyük kayıplara yol açacağı izahtan varestedir. II - ) KKİS'in Şekli KKİS taşınmaz mülkiyetinin naklini gerektirdiğinden mutlaka resmi şekilde yapılması, yani noter huzurunda düzenleme şeklinde akdedilmesi gerekir. Bu şekilde yapılmayan sözleşmeler hukuken geçerli değildir. Bu durumda yapılan iş bedeli sebepsiz zenginleşme esaslarına göre geri istenebilir.[11] Ülkemizde hukuki konularda gerekli bilgi düzeyi oluşmadığından adiyen yapılan sözleşmelere sıkça rastlanmaktadır. Hatta şifahi olarak anlaşıp inşaat yapıldığına bile tanık olunabilmektedir. Bu gerçekler karşısında Yargıtay bazı koşullarla adiyen yapılan sözleşmeleri de geçerli saymaktadır. Yargıtay’ın bu konudaki görüşüne göre sözleşme adiyen yapılmış olsa dahi, şayet taraflar sözleşme şartlarına uyup, kendi üzerlerine düşen edimleri yerine getirerek eseri tamamlamış iseler, artık sözleşme hükümlerine uyulması gerekir. Bu aşamada onun geçersiz olduğunu savunmak objektif iyiniyet kuralları ile bağdaşmaz ve hakkın kötüye kullanılması niteliğindedir.[12] KKİS mülkiyetin naklini gerektirdiği için, sözleşmeden doğacak uyuşmazlıkların da görevli mahkeme önünde çözümlenmesi gerekir. Bu bakımdan uyuşmazlık halinde hakeme başvurulmasını öngören düzenlemeler kamu düzenine aykırı olup, geçersizdir. III - ) APKİS'in İhtiva Edeceği Hususlar Sözleşmede yer alması gereken esaslı unsurları şöylece sıralayabiliriz. 1-) İnşaatın özellikleri Sözleşmede yapılacak inşaatın kalitesi, kullanılacak malzeme, ortak yerler ve arsa sahibine ait dairelerin ne şekilde inşa edileceği teferruatlı şekilde açıklanmalıdır. Bu konuda en iyisi teknik bir bilirkişiye inşaatın ve kullanılacak malzemenin detaylı olarak hazırlattırılıp, sözleşme eki olarak kabul edilmesidir. Bu gibi teferruat ne kadar etraşı düzenlenirse ilerde yanlar arasında çıkacak uyuşmazlıklar da o nispette azalacaktır. Tatbikatta yapıldığı gibi inşaat birinci veya ikinci sınıf olacaktır tarzındaki belirlemeler yeterli değildir. Bilindiği gibi kamu ihalelerinde bayındırlık teknik şartnamesi sözleşmenin eki kabul edilmektedir. Özel kişiler arasında yapılan sözleşmelerde de böyle bir teknik şartnameye ihtiyaç vardır.   2-) İdari ve mali işlemler ve harcamaların yapılması İnşaat projesinin hangi tarafça hazırlanacağı, daha önce ruhsat alınmamışsa, inşaat ruhsatının kim tarafından alınacağı, inşaat süresince vergilerin kim tarafından ödeneceği, SGK primlerinin kime ait olacağı, iş kazası durumunda arsa sahibinin sorumluluğa ortak olup olmayacağı gibi hususlar da sözleşmede yer almalıdır. Yukarıda izah edildiği gibi, sözleşmede kararlaştırılmamış ise ruhsat alma, kat irtifakı kurulması görevleri ve bununla ilgili masraşar, arsanın inşaat süresince emlak vergileri arsa sahibine ait olacaktır. Bu nedenle sözleşmede bu hususların detaylı olarak düzenlenmesinde yarar vardır.[13] İnşaatın bitimi sonrası alınacak oturma izni, elektrik, su, doğalgaz branşman ücretlerinin kim tarafından karşılanacağı da sözleşmede açıkça belirtilmelidir. Teslimin bu ruhsatlar alındıktan sonra yapılacağı ve bunların alınması ile ilgili masraşarın yükleniciye ait olacağı gösterilmemişise, oturma ruhsatı, elektrik, su, doğalgaz abonman ücretleri her daire sahibi tarafından karşılanır. Arsa sahibine düşen daireler yönünden yüklenici bunların alınmasından sorumlu tutulamaz. Sözleşmede ruhsatın kim tarafından alınacağı konusunda açıklık yoksa Yargıtay bu durumda inşaat ruhsatını alma görevinin arsa sahibine ait olduğunu, ruhsat alınmadan inşaat süresinin işlemeye başlamayacağını belirtmektedir.[14] Sözleşmede belirtilmemiş olmakla beraber, müteahhide verilen vekâletnamede inşaat ve oturma ruhsatlarının alınması ve benzeri işler için yetki verilmiş ise, bu işlerin müteahhit tarafından yapılacağı kararlaştırılmış sayılır. Yüksek mahkemenin görüşü bu yöndedir. 3-) İNŞAAT SÜRESİ A-) Sürenin başlama ve bitim tarihi İnşaata ne zaman başlanıp, hangi tarihte bitirileceği sözleşmede açık olarak belirtilmelidir.Sözleşmeden önce inşaat ruhsatı alınmamış ise, ruhsat alınması belli zaman alabilir. Bu nedenle ruhsat arsa sahibince alınacaksa sürenin ruhsat alma tarihinden itibaren, müteahhit tarafından alınacaksa, bunun için uygun bir süre verilerek bu süre sonunda inşaat süresinin başlayacağı belirtilir. Örneğin “inşaat ruhsatı müteahhit tarafından alınacak, bununla ilgili her türlü harç ve masraşar müteahhitçe karşılanacak, müteahhidin istediği anda, bu iş için arsa sahiplerince kendisine vekâletname verilecek, ruhsat en geç altı ay içinde alınmış olacaktır.[15] Hukuki imkânsızlıklar sebebiyle alınamıyorsa, arsa sahipleri anında durumdan haberdar edilecektir. İnşaat süresi ruhsatın alındığı tarihten itibaren işlemeye başlar. İnşaat süresi 24 aydır,” şeklinde konulacak hüküm, süre konusunda belirsizliği önler. Ruhsatın arsa sahibi tarafından alınması durumunda, bu husus müteahhide ihtaren bildirilmesi, ruhsat kendisine teslim edilmelidir.Böylece sürenin başlaması yönünden mütemerrit duruma düşürülür. B-) İnşaatın ne zaman bitmiş sayılacağı Yüklenicinin arsa sahibine düşen daireleri ne şekilde teslim edeceği sözleşmede açık olarak belirtilmelidir. Kural olarak oturma ruhsatının alınması ile inşaat tamamlanmış sayılır. Örneğin arsa sahibine düşen daireler oturma izinleri alındıktan sonra teslim edilecektir şeklindeki bir kayıt, ilerde teslimin ne şekilde yapılacağı yolundaki belirsizlikleri önler. Bununla beraber sözleşmede başkaca koşullar da kararlaştırılabilir. Hatta kararlaştırılmasında yarar vardır. Elektrik, su, doğalgaz, kanalizasyon ruhsat ve abone kayıtlarının kim tarafından yapılacağı gibi hususlar sözleşmede yer almalıdır.[16] C-) Sürenin geçirilmesi halinde uygulanacak hükümler İnşaatın kararlaştırılan sürede bitirilememesi halinde ne gibi müeyyidelerin uygulanacağı da sözleşmede belirtilir. Örneğin “gecikme halinde, teslim tarihinden itibaren arsa sahibine düşen bağımsız bölümler için teslim tarihindeki rayiç kira karşılığı, müteahhit tarafından ihtara hacet kalmaksızın ödenir. Gecikmenin altı aydan (veya bir yıl) fazla uzaması halinde arsa sahibinin tek taraşı olarak sözleşmeyi feshetme hakkı doğar.” Şeklindeki hüküm müteahhidin işin zamanında teslimi konusunda titiz davranmasını sağlar.Sözleşmede bu yönde bir hüküm olmasa dahi, arsa sahibi bağımsız bölümlerin tesliminin gecikmesi durumunda dava yoluyla kira kaybını isteyebilir. İnşaatın bitirilememesi, doğal afetler, arsa sahibinin edimlerini yerine getirmemesi, arsa ile ilgili hukuki engeller çıkması gibi sebeplere dayanmakta ise, müteahhit bu sebeplerin ortadan kaldırılması için gerekli olan zamanın süreye dahil edilmemesini isteyebilir. Ancak tacir sıfatını haiz olmakla, basiretli iş adamı gibi davranmak zorunda olduğundan, maddi durumunun bozulmasını veya ülkede ekonomik kriz baş göstermesini sürenin uzatılması için sebep gösteremez. 4-) MÜTEAHHİDE AİT TAPULARIN NE ZAMAN VERİLECEĞİ Sözleşmede mutlaka yer alması gereken önemli bir konu da budur. Bu hususun her iki tarafın çıkarlarına uygun olarak düzenlenmesi önem taşır.Müteahhit hak ettiği daireleri satarak sermayesine ekleyip inşaata devam edeceğinden, bu yöndeki gecikme onun işi zamanında bitirmesine engel olabileceği gibi, müteahhide iş sonunda verilmesi gereken bağımsız bölüm tapularının başlangıçta verilmesi de arsa sahibi, yönünden riskli bir işlem olacaktır. İdeal olan inşaatın gerçekleşme oranına göre belli aşamalarda tapu verilmesidir. Başlangıçta tapular verilirse müteahhidin bunları sattıktan sonra işi yarım bırakıp gitmesi durumunda hem arsa sahipleri, hem de daire alanlar zor durumda kalmaktadırlar. Bu durum özellikle ekonomik kriz dönemlerinde sıkça görülmektedir.[17] İnşaat maliyetleri ve yapılacak bağımsız bölümlerin tahmini değerleri belirlenerek inşaatın belli aşamalarında bir veya birkaç bağımsız bölümün tapusunun verileceği kararlaştırılmalıdır. İdeal olan son bir veya iki bağımsız bölüm tapusunun müteahhit tarafından oturma izni alınmasından sonra verilmesidir. Oturma izni alınabilmesi için yatırılması gerekli olan harç ve giderler tutarı daire başına 20- 25 bin lirayı bulmakta olduğundan, yüklenici bu bedelleri ödemeden imtina edebilir. Ruhsat almakta gecikebilir. Arsa sahibine ait bağımsız bölümlerde noksan ve ayıplı işler olabilir. Bütün bu olumsuzlukları karşılamak yönünden son iki daire tapusunun oturma ruhsatı alınıp, dairelerin arsa sahibine noksansız olarak tesliminden sonra verileceğinin sözleşmede belirtilmesi isabetli olur.[18] Arsa sahibi de temerrüde düşmemek için sözleşmeye göre müteahhidin bağımsız bölüm istemeye hak kazandığı aşamalarda tapu devrini sağlamalıdır. Bu konudaki edimini yerine getirmede gecikesi, yüklenicinin bu yüzden uğradığı zararın tazmini isteği ile karşılaşmasına yol açabilir. Müteahhitler çoğu defa vergiden kurtulmak için olsa gerek, tapuyu üzerine almamakta, sözleşmede arsa sahibinin tapuyu müteahhidin göstereceği kişiye devredeceği hükmüne yer verilmektedir. Yahut sözleşmede böyle bir hüküm olmasa bile, müteahhitin sattığı dairenin arsa sahibi tarafından doğrudan tapuda temliki yapılmaktadır. Bağımsız bölüm devrinden sonra müteahhit, kendisinin arsa sahibine temlik yapması konusunda talimat vermediğini, satış bedelini arsa sahibinin aldığını iddia edebilmektedir. Bu yönde bir dava ile karşılaşmaması bakımından, arsa sahibinin devirden önce müteahhitten yazılı talimat alması yararlı olur. IV - ) Uyuşmazlık Halinde Görevli ve Yetkili Mahkeme Kat karşılığı inşaat sözleşmesine dayanılarak arsa sahibi ile müteahhit arasındaki davalara genel yetkili mahkeme olan asliye hukuk mahkemesinde bakılır. Tacir olmayan arsa sahibi ile tacir sıfatını taşıyan yüklenici arasındaki dava ticari mahiyette değildir. Zira uyuşmazlık arsa sahibinin ticari faaliyeti ile ilgili olmayıp, bu konu Türk Ticaret yasasında düzenlenmemiş olmakla mutlak ticari dava olarak kabul edilemez. Şayet arsa sahibi ve yüklenicinin her ikisi de tacir sıfatını taşıyorsa, ancak bu takdirde davaya ticaret mahkemesinde bakılması gerekir.[19] Arsa sahibi ile müteahhit arasındaki sözleşmeden kaynaklanan uyuşmazlıkların tüketici mahkemesinde görülmesi de mümkün değildir. Sadece müteahhitten veya arsa sahibinden daire satın alanların, satıcılarına karşı açacakları davalar tüketici mahkemelerinde görülür. Arsa sahibinden alanların yükleniciye veya yükleniciden daire alanların arsa sahibine karşı açacağı davalara asliye hukuk mahkemesince bakılacaktır.Tüketici mahkemesinde dava açılabilen hallerde Tüketicinin Korunması Hakkındaki Yasa’nın 4. maddesine belirtilen seçeneklerden herhangi birini kullanarak talepte bulunabilir. YETKİLİ MAHKEME KKİS’den kaynaklanan dava taşınmaz mülkiyetinin devrini içeriyorsa, HMK uyarınca davaya mutlaka taşınmazın bulunduğu yer mahkemesinde bakılması gerekir. Noksan ve bozuk iş bedeli, gecikmeden doğan tazminat isteklerine ilişkin dava aynı HMK'ya göre. sözleşmenin icra olunacağı yerde de açılabilir. Sözleşmenin icra olunacağı yer taşınmazın bulunduğu yer olacağından, yetkili mahkeme her halükârda inşaatın bulunduğu yerdeki görevli mahkeme olacaktır. V - ) Müteahhidin Temerrüdü Arsa Sahibinin Seçenekleri Müteahhidin temerrüdü şu hallerde söz konusu olur: İnşaat süresi geçtiği halde iş bitirilememiştir veya zamanında bitirilmiş olmasına karşılık kabul edilemeyecek derecede ayıplı olarak inşa edilmiştir. Yahut müteahhit işin tamamlandığını iddia etmesine karşılık sözleşmeye göre yapması gereken bazı noksan işler vardır. Müteahhidin temerrüdü halinde arsa sahibinin elinde iki seçenek vardır. Bunlar: A-) Sözleşmenin aynen yerine getirilmesini ve bu yüzden uğradığı zararların tazminini ister. Bu dava ile sadece müspet (olumlu) zararlarını isteyebilir. B-) Sözleşmeyi feshedip BK’da belirtilen menfi zararını ister. 1 - ) Sözleşmeni Yerine Getirilmesinin İstenmesi Burada sözleşme feshedilmemekte, müteahhidin sözleşme hükümlerine göre üzerine düşen borcu yerine getirmesi, yani inşaatı tamamlanması istenmektedir. Denilecektir ki, müteahhit mahkeme kararından sonra da işi yapmaktan imtina edebilir. O halde böyle bir davanın yararı ne olacaktır? Davada sadece işin yapılması istenmekle kalınmayacak aşağıdaki talepler de ileri sürülecektir. A-) Sözleşme hükümlerinin müteahhit adına yerine getirilmesinin istenmesi: Müteahhidin inşaatı terk edip işi tamamlamayı reddettiği durumlarda açılacak dava ile müteahhidin işten el çektirilerek, yapacağı işlerin bir üçüncü kişiye yaptırılması veya davacının bizzat yapması yolunda izin verilmesi istenebilecektir. Noksan işlerin müteahhit adına yapılması mahkemeden istenebilir. Hatta bu işlerin müteahhidin hak ettiği yeteri kadar dairenin satılarak tamamlanmasına izin verilmesi yolundaki talepler de Yargıtay’ca kabul edilmektedir.[20] Böyle bir davada mahkemenin eksik iş bedellerinin miktarını bilirkişiye tespit ettirdikten sonra, hangi bağımsız bölümler satılarak inşaatın tamamlanacağını belirleyip, davacıya izin vermesi gerekir. Bu konuda müteahhidin yararları da gözeterek, arsa sahibine düşen daireler ve ortak yerlerdeki noksanlıkların giderilmesi için müteahhide ait hangi bağımsız bölümlerin satılması gerektiğine karar verilecektir. Ortak yerlerdeki noksan iş bedeli, arsa sahibinin binadaki toplam arsa payına göre hesaplanır. Müteahhit hissesine düşen miktar toplan noksan iş bedelinden düşülmelidir. Müteahhit dava süresince inşaata devam edebilir. Bu durumda mahkemece tespit edilen inşaat seviyesi devamlı değişebilir. Bu bakımdan davanın özellikleri, müteahhidin durumu nazara alınarak, fazlaca bir zarar doğmayacak ise davanın başında tedbir yolu ile müteahhidin işten el çekmesine karar verilmesi uygun olacaktır. Bu yola gidilmemesi halinde, dava sonuçlandırılmadan hemen önce inşaat seviyesi konusunda inceleme yaptırılıp, son durumuna göre karar verilmesi gerekecektir. Bilhassa inşaatın kaçak yapıldığı, bilirkişi raporuna göre çürük olduğunun saptandığı durumlarda, tedbir yoluyla inşaatın durdurulması gerekir. Dava aşamasında talep halinde kaçak kısmın projeye uygun hale getirilmesi veya bu kısım için belediyeden ruhsat alınması için süre istenirse, bu sürenin de verilmesi ve bu amaçla tedbirin kaldırılması gerekir. B-) Sözleşme Feshedilmeden İstenebilecek Tazminatlar Arsa sahibi, sözleşmenin zamanında tamamlanamaması durumunda, fesih hakkı doğmuş olsa bile bu hakkını kullanmayıp, sözleşmenin süresinde ve gereği gibi ifa edilmemesinden doğan zararlarını isteyebilir. Müspet zarar diye tanımlanan bu zararlar şunlar olabilir. a-) Kira kaybının istenmesi: Arsa sahibine ait dairelerin sözleşmedeki süre dolduğu halde teslim edilmemesi durumunda, arsa sahibi sözleşmeye göre işlemiş olan rayiç kira karşılığını müteahhitten dava yoluyla isteyebilir. Yukarıda belirtildiği üzere sözleşmede kararlaştırılmamış olsa dahi mahrum kaldığı kira kaybını dava edebilir. Mahkemece gecikme süresinde her bir bağımsız bölümüm getirebileceği kira miktarı bilirkişiye hesap ettirilir. Sözleşmede miktar belirtilmiş ise buna uyulması gerekir. Bu yönde verilecek karar yenilik doğurucu nitelikte olduğundan, ancak geçen sürede işlemiş kira bedeli veya ortaya çıkan zarar istenebilir. Buna mukabil dava tarihinden sonraki aylar için tazminata hükmedilemez. b-) Cezai şart istenmesi: Sözleşmede yer almakta ise cezai şart istenebilir. Sözleşmede geç teslim sebebiyle cezai şart kararlaştırılmış ise ayrıca kira kaybı istenemez. Ancak kira kaybı cezai şarttan fazla ise ek olarak bu fazlalık da istenebilir.[21] Sözleşmede gecikme halinde kira kaybından ayrı olarak cezai şart ödenmesi kararlaştırılmış ise, her ikisi de istenebilir.Tacir olan müteahhit BK’nın 161. maddesi uyarınca cezai şartın indirilmesini de isteyemez.Yargıtay bu şartın yüklenicinin iktisaden mahvına sebep olacak boyutlarda olması halinde indirimi kabul etmektedir.Müteahhit kooperatif ise, tacir sıfatını taşımadığından cezai şartın indirilmesi istenebilir.Arsa sahibi teslim sırasında bu konudaki talep hakkı saklı tutulmamış ise cezai şartı talep hakkı da düşer. Yargıtay gecikme tazminatının ilanihaye istenmesini de hakkın kötüye kullanılması olarak kabul etmekte, ancak makul bir süre istenebileceğini kabul etmektedir [22]. Diyelim ki teslim süresinin dolmasından 5 yıl sonra geçen beş yıllık kira kaybı istenemez. Arsa sahibinin iyiniyet kurallarına göre bu kaybını makul süre içinde istemesi gerekir. Bu süre işin mahiyetine göre altı ay veya bir yıl olarak kabul edilebilir. c-) Arsa sahibinin noksan ve ayıplı işler bedelini istenmesi: Eserin bitirilip teslim edilmesi üzerine sözleşmeye noksan veya kusurlu yapılan işler varsa, bunların sözleşmeye uygun olarak yapılması veya bedel ve nasafet farkının ödenmesi de yükleniciden istenebilir. Bu yöndeki talepler müteahhit tarafından aleyhine açılan tescil davası sırasında def’i olarak da ileri sürülebilir.Teslimden sonra istenebilmesinin şartları: . Eseri itirazi kayıt ileri sürmeden teslim alan arsa sahibi bu konudaki talep haklarını kaybeder.Teslim sırasında beyan edilmeyen noksan ve ayıplı iş bedelleri bilahare istenemez. Ancak gizli ayıp halinde bu kural uygulanmaz. Gizli ayıbın da ortaya çıkar çıkmaz müteahhide bildirilmesi lazımdır.Ortak yerlerdeki noksan iş bedeli, arsa sahibinin binadaki toplam arsa payına göre hesaplanmalıdır.Noksan iş bedeli teslim tarihindeki rayice göre hesaplanmalıdır.[23] (Dairenin diğer bir kararında dava tarihindeki rayice göre hesaplanması gerektiği belirtilmektedir).   2 - ) Sözleşmenin Tek Taraflı Olarak Feshedilmesi A-) SÖZLEŞMENİN SEBEPSİZ FESHEDİLMESİ BK’nın 369. maddesine göre iş sahibi inşaat bitmeden önce yapılmış olan kısmın bedelini ödemek ve yüklenicinin zararlarını tazmin etmek şartıyla sözleşmeyi tek taraşı olarak sebep göstermeden feshedebilir. B-) HAKLI SEBEPLERLE FESİH a-) İnşaatın süresinde bitirilememiş olması Müteahhidin edimini yerine getirememesi karşısında, arsa sahibinin sözleşmeyi BK'ya göre feshetme hakkı doğar. İşin sözleşmede kararlaştırılan sürede bitirilememesi halinde, önceden fesih ihbarında bulunulması da gerekmez. Sözleşmede fesih konusunda belirtilen süreler varsa, bu sürelere uyulması gerekir. Çok az noksan iş kalmış ise, sözleşmenin feshi hakkın kötüye kullanılması olarak görüleceğinden, arsa sahibi işi kabul etmelidir. Bu durumda haklı sebeple fesih isteği kabul edilmez.İnşaatın gerçekleşme seviyesine göre, kalan süre içinde tamamlanmasının mümkün olmadığı anlaşılmakta ise, süre sonu beklenmeden de fesih cihetine gidilebilir. Bu hususun bilirkişi raporu ile belirlenmesi lazımdır. Hakkın kullanılması ile sözleşme tek taraşı olarak feshedilmiş olur. Bunun için müteahhidin rızası aranmaz. Ancak müteahhit feshi kabul etmeyip, sözleşme hükümlerinin devam ettiği iddiasında ise, bu konuda mahkeme kararına ihtiyaç vardır. Feshin haklı veya haksız olduğu konusunda mahkeme karar verecektir. Feshe karar verilmesi halinde davacının tazminat istekleri de aşağıdaki esaslar dairesinde yerine getirilmelidir. b-) Projeye aykırı inşaat yapılması, fazla kat çıkılması İnşaat ruhsatına ve imar mevzuatına aykırı olarak yapılan inşaatlarda, bu aykırılık giderilmeden oturma izni verilmez. Gabari dışı inşaat yapılması, balkonların projedekine uygun olmaması, fazladan kat çıkılması, inşaatın komşu parsele taşmış olması gibi durumlarda bunu görmekteyiz.[24] Kaçak inşaatta tarafların hakları: 3194 sayılı İmar Kanunu’na göre her türlü inşaatın ruhsata bağlı olarak yapılması gerekir. Kaçak ve ruhsata aykırı kısımların yıkılması yasanın emredici kuralı gereğince zorunludur. Bu nedenle bunların ekonomik varlıklarından söz edilemez. Binada kaçak kat veya projeye aykırı olarak yapılmış kısımlar varsa, mahkemece öncelikle tadilat projesi alınarak veya projeye aykırı kısım yıkılarak inşaatın projeye uygun hale getirilmesinin mümkün olup olmadığı araştırılmalıdır.Mümkün ise müteahhide bu konuda süre verilmelidir. İnşaatın yasal hale getirilmesi mümkün değilse, arsa sahibi sözleşmeyi feshetmekte haklı sayılacaktır. Kaçak yapılan ve yıkılması gereken binalarla ilgili olarak yüklenicinin edimlerini yerine getirdiği söylenemez. Yıkılması gereken binanın arsa sahibinin malvarlığında artı değer yaratması söz konusu olmayacağından, bu durumda müteahhit arsa sahibinden herhangi bir talepte de bulunamaz. Sözleşmenin feshi ve evvelce müteahhide verilmiş olan tapuların BK’nın 108/1. maddesi uyarınca iadesi gerekir. Müteahhitten bu yerleri tapu ile satın alan kişiler dahi tapuyu arsa sahibine iade borcu altında olup, müteahhide verdikleri satış bedelini arsa sahibinden isteyemezler. Bu durumda arsa sahibi müteahhitten noksan ve ayıplı iş bedelleri isteyemez. Ancak gecikme nedeni ile kira kaybı tazminatı isteyebilir. Arsa sahibi kaçak inşaat yapılmasına rıza göstermiş ise, kaçak inşaata göz yummakla doğacak zararı kabullendiği nazara alınarak, arsa sahibinin açtığı inşaatın yasal hale getirilmesi ve gecikme tazminatı ödenmesine ilişkin talepler reddedilir.. Bu durumda her iki tarafın oluşan zarara katlanması gerekir. c-) İmar mevzuatına uygun ve fakat projeye aykırı inşaat yapılması Yapılan inşaat imar mevzuatına uygun olmakla beraber sözleşmeye bağlı inşaat projesine aykırı ise, arsa sahibi kendisine ait bağımsız bölümlerin ve ortak yerlerin mümkün ise projeye uygun hale getirilmesini, değilse bu aykırılık sebebiyle uğradığı zararın tazminini isteyebilir. Projeye aykırılığın giderilmesi mümkün olmuyor ve bu aykırılık arsa sahibinin eseri bu şekilde kabul etmemekte haklı sayılmasını gerektirecek boyutta ise, başka bir anlatımla normal koşullarda arsa sahibinden böyle bir eseri kabul etmesi beklenemezse, sözleşmenin feshini de talep edebilir. İnşaat imara ve projesine uygun olarak yapılmış olmakla birlikte, projede bazı değişiklikler yapılmıştır. Arsa sahibinin bu değişikliğe rıza göstermiş olup olmadığı, bağımsız bölümler teslim alınmış olmakla tazminat isteme haklarını saklı tutmuş olup olmadıkları araştırılıp, sonucuna göre karar verilmelidir.25 Esasen değişiklik projeye uygun hale getirilmeden oturma izni alınması da mümkün değildir. Belediyelerce belli para cezası karşılığında bazı aykırılıkların affı yoluna gidilebilmektedir. c-) Dairelerin kusurlu olarak teslim edilmek istenmesi Yapılan inşaat, nasafet kurallarına göre arsa sahibinin kabule icbar edilemeyeceği kadar kusurlu ise veya kullanılması mümkün olmuyorsa, iş sahibi eseri teslim almaktan imtina edebilir. Bu oranda bir kusur yoksa eseri kabulden kaçınamaz ancak bundan kaynaklanan müspet zararını isteyebilir. Örnek olarak inşaatın deprem yönetmeliğine aykırı olarak yapılması gösterilebilir. İnşaat deprem yönetmeliğine aykırı olarak yapılmış olup, depreme dayanacak durumda değilse, dayanıklı duruma getirilip getirilemeyeceği araştırılır, getirilebiliyor ise bunun bedelini müteahhit karşılar, getirilemiyor ise böyle bir yapının yıkılması gerekeceğinden arsa sahibi sözleşmeyi fesih hakkı kazanır. Bu durumda aynen binanın kaçak olarak yapılıp da, ruhsat almanın mümkün olmadığı durumlarda olduğu gibi müteahhidin yaptığı işten dolayı bedel isteme hakkı olmayacaktır.                         Av. Ali ÇitiI KAYNAKÇA AYAN Serkan                        : İnşaat Sözleşmesinde Yüklenicinin Temerrüdü, Ankara, 2008 AYDEMİR Efrail                  : Eser Sözleşmesi ve İnşaat Hukuku, Ankara, 2009 ÇENBERCİ Mustafa             : Gayrimenkul Satış Vaadi, Ankara, 1973 ERMAN Hasan                      : Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, İstanbul, 1993 GÜRPINAR Damla               : Eser Sözleşmesinde Ücretin Artırılması ve Eksiltilmesi KARATAŞ İzzet                   : Eser Sözleşmeleri, Ankara, 2004 KARTAL Bilal                       : Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, Ankara, 1993 DUMAN İlker                        : Arsa Payı İnşaat Sözleşmesinden Çıkan Uyuşmazlıklar,                                                     İstanbul, 2010 SELİÇİ Özer                          : İnşaat Sözleşmelerinde Müteahhidin Sorumluluğu, İstanbul,                                              1978 SÜTÇÜ Mustafa Nezih          : Kat Karşılığı İnşaat Yapımı Sözleşmesi, İstanbul, 2010 YÜCEL Özge                        : Arsa Payı Karşılığı İnşaat Yapımı Sözleşmesi, Ankara, 2013                               [1] ERMAN, Hasan, Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, 1993 [2] KARATAŞ, İzzet, Eser Sözleşmeleri, Ankara, 2004 [3] KAYA, Özgür Katip,Arsa Payı Karşılığı Kat Yapımı Sözleşmesi, İstanbul, 1993 [4] AYAN, Serkan, İnşaat Sözleşmesinde Yüklenicin Temerrüdü, Ankara, 2008 [5] 15.HD 993/2577 E-994/797 K [6] KARTAL, Bilal, Kat Karşılığı İnşaat Sözleşmesi, Ankara, 1993 [7] ÇEMBERCİ, Mustafa, Gayrimenkul Satış Vaadi, Ankara, 1973 [8] KARATAŞ, İzzet, Eser Sözleşmeleri, Ankara, 2004 [9] KAYA, Özgür Katip,Arsa Payı Karşılığı Kat Yapımı Sözleşmesi, İstanbul, 1993 [10] 13.HD.2004/4425 E- 11837 K [11] 15.HD.2003/2775 E-6201 K [12] 15.HD.990/1971 E-5299 K [13] 15.HD.2006/3250 E- 6678 K. [14] 15.HD.993/1191 E-4966 K. [15] KARAHASAN, Mustafa Reş it, İnşaat İmar Hukuku, C I-II-III, İstanbul,1997. [16] UYGUR, Turgut, İnşaat Hukuku, Cilt II , Ankara 1998. [17] 15.HD.2000/2826 E- 4149 K. [18] SÜTÇÜ, Mustafa Nezih, Kat Karşılığı İnşaat Yapım Sözleşmesi, Yüksek Lisans Tezi, 2010. [19] 15.HD.991/3331 E- 4389 K [20] 15.HD.995/6607 E- 7743 K. [21] 15.HD.980/1184 E. -1177 K. [22] 15.HD.2005/2929 E- 2006/2493 K. [23] 15.HD.993/1191 E. -4996 K. [24]DUMAN, İlker, Arsa Payı Karşılığı İnşaat Sözleşmesinden Çıkan Uyuşmazlıklar, İstanbul, 2010
Fikri ve Sınai Haklar
By Av. Mustafa Kemal Batur / 08 Şubat 2016

Cayma Hakkının Kullanımı ve Hukuki Niteliği

I.                   Giriş

  Mali hakkını devreden ya da ruhsat tanıyan eser sahibi, devrettiği hakkın kullanılmaması ya da eksik kullanılması durumlarda eser sahibine tanınan hakka ‘’Cayma Hakkı’’ denir. Ülkemizde cayma hakkı çeşitli kanun ve yönetmeliklerde düzenlenmiştir[1]. Bu çalışmada öncelikle Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu kapsamında cayma hakkı hukuki niteliği ve cayma hakkının kullanılmasının sonuçlarına değinilecektir. Daha sonra cayma hakkı, sözleşmeden dönme ve sözleşmeyi haklı nedenle fesih ile kıyaslanacak ve caymanın ne zaman hüküm ifade edeceğine değinilecektir. Son olarak Caymaya itiraz davasında ileri sürülen taleplerin içerikleri belirlenerek tamamlanacaktır.

II.                Caymanın Hukuki Niteliği ve Kullanılmasının Sonuçları

A.    Caymanın Hukuki Niteliği

Cayma hakkı, bozucu yenilik doğuran bir hak, hakkın kullanılması ise bozucu yenilik doğuran bir işlemdir. Cayma hakkının kullanılasıyla, eser sahibinin daha önce eser üzerinde bir başkasına devrettiği ya da lisans tanıdığı mali hakkı kendiliğinden eser sahibinin malvarlığına geri döner. Cayma hakkı, mali ve manevi karakter taşımakla birlikte manevi yönü ağır basar[2]. Cayma hakkının kullanılmasının sonuçlarını geriye etkili mi yoksa ileriye etkili mi doğuracağı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür[3]. Bir görüşe göre, cayma fesih ile benzer niteliktedir. Bu yüzden cayma hakkının hükümleri ileriye etkilidir. İkici bir görüşe göre ise, cayma hakkı temerrüde benzer sonuçlar doğurması sebebiyle, cayma hakkı geçmişe etkilidir. Diğer görüşe göre ise cayma hakkı, somut olayın özelliklerine göre ya fesih ya da sözleşmeden dönme olarak ortaya çıkar[4]. Fikir ve Sanat Eserleri Kanunu (‘’FSEK’’) m. 58’ de düzenlenen cayma hakkı bütün şartları Borçlar Kanunun 106 ve devamı maddelerinde düzenlenmiş olan şartların aynısıdır. FSEK 58. Maddesinde cayma hakkı diye adlandırıldığı özel bir fesih ve dönme hakkı eser sahibine tanınmıştır. Hüküm uyarınca, mali hakkı devralan ya da lisans iktisap eden kimse, kararlaştırılan süre içinde ‘’hak ve salahiyetlerden gereği gibi faydalanamaz ve bu yüzden eser sahibinin menfaatleri esaslı surette ihlal edilirse’’ eser sahibi sözleşmeden cayabilir. Dikkat edilecek olursa caymada özel bir ihlal vardır. O da eser sahibinden hak veya ruhsat iktisap eden kişinin bu hak veya ruhsattan gereği gibi yararlanmayarak, bu sebeple eser sahibinin menfaatleri esaslı surette ihlal edilmesi halinde eser sahibi, sözleşmeden cayma hakkını kullanabilecektir[5]. Caymaya bu özel ihlalin varlığı halinde başvurulur. Diğer ihlallerde ve borçlunun temerrüdünde Borçlar Kanunu (‘’BK’’) hükümleri uygulanır; yani cayma BK’nın fesih ve dönmeye ilişkin hükümlerini bertaraf etmiş değildir[6].Bu açıklamalar çerçevesinde cayma hakkı son görüşte belirtildiği gibi somut olayın özelliklerine göre ya fesih ya da sözleşmeden dönme olarak ortaya çıkar kanaatine varılmıştır.

B.     Cayma Hakkını Kullanmanın Hukuki Sonucu

Cayma hakkının kullanılmasıyla eser sahibi ile mali hakkı veya kullanıma ruhsatını iktisap eden kimse arasında ki hukuki ilişki son bulur ve hak veya ruhsat eser sahibine döner[7]. Mali hakkı kendisine dönen eser sahibi, mali hakkı gereği gibi kullanılmamışsa veya kullanımından dolayı bir zararı olmuşsa bunu da B.K çerçevesinde talep edebilir. Aynı şekilde cayma hakkı kullanılmak suretiyle kendisinden mali hakkı veya kullanım ruhsatı alınan kişi bu durumda caymaya itiraz davası açarak cayma iptalini isteyebileceği gibi bir zararı varsa bunu da yine BK. ya göre isteyebilir.

C.    Cayma Hakkı Kullanılabilmesinin Şartları

FSEK m. 58’ de belirtilen üç şartın birlikte gerçekleşmesiyle mümkün olur belirtilen şartlar;
  1. Eser sahibinden mali bir hakkı veya lisansı alan, bu hak veya lisansı hiç ya da gereği gibi kullanmammış olmalıdır.
Ancak bunun için eser sahibi ile karşı taraf arasında mali hakların devrine veya lisans vermesine ilişkin sözleşme yapılmalıdır ve bu sözleşme hali hazırda devam eden bir sözleşme olmalıdır. Cayma hakkını kullanmadan önce sona eren bir sözleşmede cayma hakkı kullanılmaz
  1. Kullanmama nedeniyle eser sahibi hakları esaslı suretle ihlal edilmiş, eser sahibi bu durumdan zarar görmüş olmalıdır.
Cayma hakkının kullanılabilmesi için eser sahibinin haklarının ihlal edilmiş olması ve bunun yanında bu ihlalden dolayı eser sahibinin bir zararı olmalıdır. Esaslı suretle olmayan bir ihlalde cayma hakkını kullanan eser sahibine, karşı taraf cayma itiraz davası açma hakkı doğar.
  1. Eser sahibi cayma hakkını kullanmadan önce diğer tarafa münasip süre vermelidir.
Cayma hakkını kullanmak isteyen eser sahibi, cayma hakkını kullanmadan önce, kanundan doğan cayma hakkını kullanabilmesi için noter vasıtasıyla diğer tarafa münasip bir mehil vermelidir[8]. Cayma hakkından önceden vazgeçme geçersiz olduğu gibi, bu hakkın kullanımını iki yıldan fazla süreyle yasaklayan şartlar da hükümsüzdür. Cayma hakkından önceden vazgeçme hükümsüz iken sonrada vazgeçme geçerlidir[9]. Caymadan önceden vazgeçme mümkün olmadığı gibi caymayı meneden sınırlamalar da geçersizdir(FSEK M. 58/5). FSEK m. 58’in açık hükmün karşısında mehil verilmesinin noter marifetiyle yapılması gerekir, ancak üç halde mehil verilmesine gerek yok.
  • Hakkın iktisap eden için imkânsızsa,
  • Sözleşmeyle hakkı veya kullanma ruhsatını iktisap eden kimse kullanmayı açıkça reddediyorsa,
  • Mehil verilmesi eser sahibinin haklarını esaslı surette tehlikeye düşürüyorsa mehil verilmesine gerek yoktur.

III.              Cayma Hakkının Dönme ve Haklı Sebeple Fesih’in Kıyaslanması

A.    Sözleşmeden Dönme ve Cayma Hakkının Kıyaslanması

Cayma hakkı, borçlanma işlemine münhasır dolaylı etkileri bulunan dönme hakkı, geniş anlamda tasarruf işlemine dolaysız bir güçle etkili kılınmış türüdür[10]. Burada kendisinden cayılması söz konusu olan sözleşme, bir yayın sözleşmesidir. Yayın sözleşmesi, bir fikir ya da sanat eserinin, yayınlanmak üzere bir kimseye bırakılmasına ve bu kimsenin de eseri basıp çoğaltarak yaymasına ilişkin karşılıklı söz verilerinden ve yükümlülüklerinden oluşan bir karşılıklı sözleşmedir[11]. Bu sözleşmede eser sahibinin eserini yayınlayana bırakma ve yayın hakkını yayınlayana geçirme yükümlerine karşılık, yayınlayanın da bu eseri basıp çoğaltma ve yayma yükümleri vardır. Ancak yayın sözleşmesi bu borçlandırıcı niteliğinin yanı sıra, eser sahibinin yayın hakkına dolaysız yoldan yayınlayana geçirici ve böylece yükümlerden birinin daha sözleşmenin kuruluşu anında ifasını gerçekleştirici bir tasarruf sözleşmesi niteliği de taşır. Yani yayın sözleşmesi, borçlanma ve tasarruf sözleşmelerini kaynaştırıp bütünleştirerek aynı anda gerçekleştirir. İşte cayma üzerine, aynen dönmede olduğu gibi, bu sözleşme ilişkisinin verme ile yapma yükümleri, yükümlünün sürekli bir defi hakkı ile kalkmakta, fakat bunun ötesinde yayınlayana, borçlanma işlemiyle birlikte gerçekleştirilmiş tasarruf işlemiyle geçirilmiş bulunan yayın hakkı da kendiliğinden eser sahibine dönmektedir. FSEK 58 dayanarak sözleşmeden cayan eser sahibi, cayma bildiriminin karşı tarafa varmasıyla, yayın hakkını da herhangi bir özel geri verme edimine ya da kaldırma işlemine gereksinme olmaksızın, kendiliğinden yeniden kazanmış, kendine geri çağırmış olur. Caymanın tasarruf işlemine de yaygın gücü işte bu noktada belirtilmektedir. Yayın hakkını tek bir aşamada hem düşürüp hem de kendiliğinden eser sahibine geri döndürücü bir cayma hakkı, yasa tarafından, çeşitli nedenlerle ön görülmüş olabilir

B.     Haklı sebeple Fesih ve Cayma Hakkının Kıyaslanması

Fesih, sürekli sözleşme ilişkisini sona erdirmeye yönelik, ortadan kaldırmaya yönelik bozucu yenilik doğuran bir haktır. Hüküm ve sonuçları muhatabın hâkimiyet alanına girdiği anda geleceğe etkili olarak meydana gelir. Bu hak tek taraflı olarak kullanılır. Şarta bağlı kullanılmaz, kullanıldıktan sonra da geri alınmaz. Haklı sebeple fesih, beyanın muhataba ulaştıktan sonra sözleşme ilişkisi derhal ortadan kalkar[12]. Cayma hakkı, bozucu yenilik doğuran bir hak, hakkın kullanılması ise bozucu yenilik doğuran bir işlemdir. Cayma hakkının kullanılasıyla, eser sahibinin daha önce eser üzerinde bir başkasına devrettiği ya da lisans tanıdığı mali hakkı kendiliğinden eser sahibinin malvarlığına geri döner. Cayma, sözleşme ilişkisini çözer, fesih ise sözleşme ilişkisini sadece sona erdirir. Karşılıklı ifa ile söndürülen bir sözleşme ilişkisi, cayma ile çözülür, fesih ile de sona erdirilir. Cayma hakkının kullanımıyla sözleşme ilişkisini geçmişe etkili olarak ortadan kaldırmaz. Sözleşmeden Cayma, her şeyden önce henüz ifa edilmemiş olan edimleri sona erdirir. Buradaki sona erme geçmişe değil geleceğe etkilidir. Caymanın doğurduğu ikinci sonuç kendisini, daha önce henüz ifa edilemeyen edimlerde gösterir. Cayma hakkı kullanıldıktan sonra kendisine devredilen mali hakkı elinde bulunduran yayımcı bu hakkı eser sahibine teslim etme zorunluluğu ortaya çıkmaktadır.  

C.    Cayma Ne Zaman Hüküm İfade Eder?

Noter vasıtasıyla verilen mehil neticesiz kalırsa veya süre verilmesine gerek yoksa noter vasıtasıyla yapılacak bir ihbarın karşı tarafa varmasıyla cayma tamamlanmış olur.(FSEK m.58/II-III). Cayma için bu ihtarın gönderilmesi şarttır, aksi takdirde cayma geçersiz olur[13]. Noter aracılığı ile ‘’ yapılacak ihbar ile cayma tam olur’’. Cayma için cayma ihbarının gönderilmesi şarttır. Gönderilen ihbar ile birlikte eser sahibi sözleşmeyle başkasına devretmiş olduğu mali bir hakkı veya lisansı kendisine geri döner. Cayma hakkının kullanımı, yayın sözleşmesinin tümüyle ortadan kaldırılması anlamı taşımaktadır. Bu durum karşısında, cayma hakkının kullanımı ile yayım sözleşmesinden söz edilemeyeceğine göre, sözleşme nedeniyle yayımcının eser üzerinde her hangi bir mali hak ileri süre bilmesi de olanaksızlaşacaktır. Ne var ki, bu durum, sözleşme hükümlerinin uygulanmasındaki hizmet oranı dikkate alındığında bir bakıma karmaşık bir nitelik taşımaktadır. Yayımcının sözleşmeye uygun olarak eserin basımının tamamlanmış olması ve cayma hakkının, sözleşmenin diğer bazı hükümlerinin uygulanmamasından kaynaklanması halinde, yayımcının, eser üzerinde kendisine devredilmiş olan mali haklara sahip sayılıp sayılmayacağı, ancak yargının çözümleyebileceği ciddi bir sorun oluşturmaktadır[14]. Cayma için karşı tarafın kusurlu olması şart değildir. Kusur halinde haksız fiil hükümlerine dayanılarak tazminat talep etme hakkı vardır. Ancak karşı tarafın kusuru yoksa veya eser sahibinin kusuru daha ağırsa, hakkaniyetin gerektirdiği hallerde karşı tarafa da münasip bir tazminat talebinde bulunabilir[15].

IV.             Caymaya İtiraz Davasında İleri Sürülen Talebin İçeriği

Noter aracılığıyla çekilen ihbar ile tamamlanan cayma hakkı, eser sahibi tarafından kendisine mali hak devredilen ya da lisans tanınan yayınevinde (yayımcı) bulunan haklar eser sahibine tekrar döner buna karşı yayımcı ihbarın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren 4 hafta içinde ‘’cayma itiraz’’ davası açar.( FSEK m. 58/III) Caymaya itiraz davasında ileri sürülen hususlar genellikle cayma hakkının yerinde kullanılmadığı söz konusun FSEK m. 58 ‘ de sayılan şartların oluşmadığı bu bakımdan cayma hakkının yasaya aykırı kullanıldığını iddia edilerek caymanın geçerli olmadığının tespitine karar verilmesine yönelik talepte bulunulur. Bu tespit yapılırken caymanın yasanın öngördüğü şekilde cayma hakkının kullanılıp kullanılmadığına bakılır. Örneğin; Cayma ihbarı ile birlikte karşı tarafa uygun bir süre verilmelidir. Karşı tarafa mehil verilmeden cayma hakkının kullanılması durumunda cayma hakkının iptali için caymaya itiraz davası açılır. (İstanbul 1. FSHHM DN:2007/306 E 2005/471 K) Eser sahibi bazı durumlarda cayma hakkını haksız yere kullandığı durumlarda mali hak sahibi Caymanın iptali ile birlikte uğradığı zararlardan dolayı eser sahibinden tazminat talebinde bulunabilir. Ancak eser sahibi, devrettiği yetkiyi haklı olarak iptal ederse herhangi bir tazminat ödemez[16]

V.                Sonuç

Cayma hakkının hukuki niteliğinin tanımla birlikte, cayma hakkının kullanımı ve cayma yerine kullanılan ama aslında anlam ve sonuçları bakımından cayma hakkından farklı olan kavramların cayma hakkına benzerlikleri ve farklılıkları ele alınmıştır. Eserimizde kavram kargaşalığı çözüm bulmanın yanında cayma hakkının kullanım ile birlikte doğurduğu hukuki sonuçların yanında caymaya itiraz davasında ileri sürülen taleplerin neler olabileceği kapsamlı bir şekilde açıklanmıştır.        
Avukatlık
By Av. Mustafa Kemal Batur / 03 Şubat 2016

2016 Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi

21 Aralık 2015 PAZARTESİResmî GazeteSayı : 29569 TEBLİĞ Türkiye Barolar Birliği Başkanlığından:AVUKATLIK ASGARİ ÜCRET TARİFESİ GENEL HÜKÜMLER Konu ve kapsam MADDE 1 – (1) Mahkemelerde, tüm hukuki yardımlarda, taraflar arasındaki uyuşmazlığı sonlandıran her türlü merci kararlarında ve ayrıca kanun gereği mahkemelerce karşı tarafa yükletilmesi gereken avukatlık ücretinin tayin ve takdirinde, Avukatlık Kanunu ve işbu Tarife hükümleri uygulanır. (2) Taraflar arasında akdi avukatlık ücreti kararlaştırılmamış veya kararlaştırılan akdi avukatlık ücretinin geçersiz sayılması halinde; mahkemelerce, dava konusu edilen tutar üzerinden işbu Tarife gereğince hesaplanacak avukatlık ücretinin altında bir ücrete hükmedilemez. İşbu Tarife 19/3/1969 tarihli ve 1136 sayılı Avukatlık Kanununun 164 üncü maddesinin dördüncü fıkrası doğrultusunda gerçekleştirilecek olan akdi avukatlık ücreti belirlenmesinde sadece asgari değerin hesaplanmasında dikkate alınır. Diğer hususlar Avukatlık Kanunundaki hükümlere tabidir. (3) İşbu Tarife hükümleri altında kararlaştırılan akdi avukatlık ücretleri, Tarife hükümleri üzerinden yapılmış olarak kabul edilir. Avukatlık ücretinin kapsadığı işler MADDE 2 – (1) Bu Tarifede yazılı avukatlık ücreti kesin hüküm elde edilinceye kadar olan dava, iş ve işlemler ücreti karşılığıdır. Avukat tarafından takip edilen dava veya işle ilgili olarak düzenlenen dilekçe ve yapılan diğer işlemler ayrı ücreti gerektirmez. Hükümlerin tavzihine ilişkin istemlerin ret veya kabulü halinde de avukatlık ücretine hükmedilemez. (2) Buna karşılık, icra takipleriyle, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Sayıştayda temyizen ve bölge idare ve bölge adliye mahkemelerinde itirazen görülen işlerin duruşmaları ayrı ücreti gerektirir. Avukatlık ücretinin aidiyeti, sınırları ve ortak veya değişik sebeple davanın reddinde davalıların avukatlık ücreti MADDE 3 – (1) Yargı yerlerince avukata ait olmak üzere karşı tarafa yükletilecek avukatlık ücreti, ekli Tarifede yazılı miktardan az ve üç katından çok olamaz. Bu ücretin belirlenmesinde, avukatın emeği, çabası, işin önemi, niteliği ve davanın süresi göz önünde tutulur. (2) Müteselsil sorumluluk da dahil olmak üzere, birden fazla davalı aleyhine açılan davanın reddinde, ret sebebi ortak olan davalılar vekili lehine tek, ret sebebi ayrı olan davalılar vekili lehine ise her ret sebebi için ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur. Birden çok avukat ile temsil MADDE 4 – (1) Aynı hukuki yardımın birden çok avukat tarafından yapılması durumunda, karşı tarafa bir avukatlık ücretinden fazlası yükletilemez. Ücretin tümünü hak etme MADDE 5 – (1) Hangi aşamada olursa olsun, dava ve icra takibini kabul eden avukat, Tarife hükümleri ile belirlenen ücretin tamamına hak kazanır. (2) Gerek kısmi dava gerekse belirsiz alacak ve tespit davasında mahkemece dava değerinin belirlenmesinden sonra davacı davasını belirlenmiş değere göre takip etmese dahi, yasal avukatlık ücreti, belirlenmiş dava değerine göre hesaplanır. Davanın konusuz kalması, feragat, kabul ve sulhte ücret MADDE 6 – (1) Anlaşmazlık, davanın konusuz kalması, feragat, kabul, sulh veya herhangi bir nedenle; ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar giderilirse, Tarife hükümleriyle belirlenen ücretlerin yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra giderilirse tamamına hükmolunur. Bu madde yargı mercileri tarafından hesaplanan akdi avukatlık ücreti sözleşmelerinde uygulanmaz. Görevsizlik, yetkisizlik, dava ön şartlarının yokluğu veya husumet nedeniyle davanın reddinde, davanın nakli ve açılmamış sayılmasında ücret MADDE 7 – (1) Görevsizlik veya yetkisizlik nedeniyle dava dilekçesinin reddine, davanın nakline veya davanın açılmamış sayılmasına ön inceleme tutanağı imzalanıncaya kadar karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, ön inceleme tutanağı imzalandıktan sonra karar verilmesi durumunda tamamına hükmolunur. Şu kadar ki, davanın görüldüğü mahkemeye göre hükmolunacak avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçemez. (2) Davanın dinlenebilmesi için kanunlarda öngörülen ön şartın yerine getirilmemiş olması ve husumet nedeniyle davanın reddine karar verilmesinde, davanın görüldüğü mahkemeye göre Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde yazılı miktarları geçmemek üzere üçüncü kısımda yazılı avukatlık ücretine hükmolunur. (3) Kanunlar gereği gönderme, yeni mahkemeler kurulması, iş bölümü itirazı nedeniyle verilen tüm gönderme kararları nedeniyle görevsizlik, gönderme veya yetkisizlik kararı verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmedilmez. Karşılık davada, davaların birleştirilmesinde ve ayrılmasında ücret MADDE 8 – (1) Bir davanın takibi sırasında karşılık dava açılması, başka bir davanın bu davayla birleştirilmesi veya davaların ayrılması durumunda, her dava için ayrı ücrete hükmolunur. Nafaka, kira tespiti ve tahliye davalarında ücret MADDE 9 – (1) Tahliye davalarında bir yıllık kira bedeli tutarı, kira tespiti ve nafaka davalarında tespit olunan kira bedeli farkının veya hükmolunan nafakanın bir yıllık tutarı üzerinden Tarifenin üçüncü kısmı gereğince hesaplanacak miktarın tamamı, avukatlık ücreti olarak hükmolunur. Bu miktarlar, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde davanın görüldüğü mahkemeye göre belirlenmiş bulunan ücretten az olamaz. (2) Nafaka davalarında reddedilen kısım için avukatlık ücretine hükmedilemez. Manevi tazminat davalarında ücret MADDE 10 – (1) Manevi tazminat davalarında avukatlık ücreti, hüküm altına alınan miktar üzerinden Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Davanın kısmen reddi durumunda, karşı taraf vekili yararına Tarifenin üçüncü kısmına göre hükmedilecek ücret, davacı vekili lehine belirlenen ücreti geçemez. (3) Bu davaların tamamının reddi durumunda avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümüne göre hükmolunur. (4) Manevi tazminat davasının, maddi tazminat veya parayla değerlendirilmesi mümkün diğer taleplerle birlikte açılması durumunda; manevi tazminat açısından avukatlık ücreti ayrı bir kalem olarak hükmedilir. İcra ve iflas müdürlükleri ile icra mahkemelerinde ücret MADDE 11 – (1) İcra ve İflas Müdürlüklerindeki hukuki yardımlara ilişkin avukatlık ücreti, takip sonuçlanıncaya kadar yapılan bütün işlemlerin karşılığıdır. Konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, bu Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. Şu kadar ki takip miktarı 2.500,00 TL’ye kadar olan icra takiplerinde avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde, icra dairelerindeki takipler için öngörülen maktu ücrettir. Ancak, bu ücret asıl alacağı geçemez. (2) Aciz belgesi alınması, takibi sonuçlandıran işlemlerden sayılır. Bu durumda avukata tam ücret ödenir. (3) İcra mahkemelerinde duruşma yapılırsa Tarife gereğince ayrıca avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki bu ücret, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün iki ve üç sıra numaralarında gösterilen iş ve davalarla ilgili hukuki yardımlara ilişkin olup, Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenecek avukatlık ücreti bu sıra numaralarında yazılı miktarları geçemez. Ancak icra mahkemelerinde açılan istihkak davalarında, üçüncü kısım gereğince hesaplanacak avukatlık ücretine hükmolunur. (4) İcra ve iflas müdürlüklerinin yaptığı işlemler nedeniyle icra mahkemesine yapılan şikayetlerde, hukuka aykırılığın icra ve iflas memurunun hatasından kaynaklanması nedeniyle verilecek şikayetin kabulü kararlarında, Hazine aleyhine maktu ücrete hükmolunur. (5) Borçlu ödeme süresi içerisinde borcunu öderse Tarifeye göre belirlenecek ücretin dörtte üçü takdir edilir. Maktu ücreti gerektiren işlerde de bu hüküm uygulanır. (6) Tahliyeye ilişkin icra takiplerinde Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde belirtilen maktu ücrete hükmedilir. Borçlu ödeme süresi içerisinde borcunu öderse Tarifeye göre belirlenecek ücretin dörtte üçü takdir edilir. (7) Çocukla şahsi münasebetlerin düzenlenmesine dair ilamın icra müdürlüğü aracılığıyla yerine getirilmesi halinde alacaklı lehine Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün birinci sırasındaki maktu avukatlık ücretine hükmolunur. Borçlunun şahsi münasebetin icra müdürlüğü aracılığıyla tesisine bir yıl içinde birden fazla sebebiyet vermesi halinde, ikinci ve takip eden diğer şahsi münasebet tesisinde Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünün birinci sırasındaki maktu ücretin yarısına hükmolunur. (8) İcra müdürlüklerinde borçlu vekili olarak takip edilen işlerde taraflar arasında akdi avukatlık ücreti kararlaştırılmamış veya kararlaştırılan akdi avukatlık ücretinin geçersiz sayıldığı hallerde; çıkabilecek uyuşmazlıkların Avukatlık Kanununun 164 üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca çözülmesinde avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla Tarifenin üçüncü kısmındaki yüzdelik oranların yarısı esas alınarak belirlenir. Ancak, belirlenen ücret asıl alacağı geçemez. Tüketici hakem heyetlerinde ücret MADDE 12 – (1) Tüketici hakem heyetlerinde avukat aracılığı ile takip edilen işlerde, avukat ile müvekkili arasında çıkabilecek uyuşmazlıklarda işbu Tarifenin birinci kısım ikinci bölümünün tüketici hakem heyetlerine ilişkin kuralı uygulanır. Tarifelerin üçüncü kısmına göre ücret MADDE 13 – (1) Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para veya para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7 nci maddenin ikinci fıkrası, 9 uncu maddenin birinci fıkrasının son cümlesi ile 10 uncu maddenin son fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir. (2) Ancak, hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez. Ceza davalarında ücret MADDE 14 – (1) Kamu davasına katılma üzerine, mahkumiyete ya da hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş ise vekili bulunan katılan lehine Tarifenin ikinci kısmın ikinci bölümünde belirlenen avukatlık ücreti sanığa yükletilir. (2) Ceza hükmü taşıyan özel kanun, tüzük ve kararnamelere göre yalnız para cezasına hükmolunan davalarda Tarifeye göre belirlenecek avukatlık ücreti hükmolunan para cezası tutarını geçemez. (3) 4/12/2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 141 ve devamı maddelerine göre tazminat için Ağır Ceza Mahkemelerine yapılan başvurularda, Tarifenin üçüncü kısmı gereğince avukatlık ücretine hükmedilir. Şu kadar ki, hükmedilecek bu ücret ikinci kısmın ikinci bölümünün onuncu sıra numarasındaki ücretten az olamaz. (4) Beraat eden ve kendisini vekil ile temsil ettiren sanık yararına Hazine aleyhine maktu avukatlık ücretine hükmedilir. Beraat eden sanıklar birden fazla ise beraat sebebi ortak olan sanıklar müdafii lehine tek, beraat sebebi ayrı olan sanıklar müdafii lehine ise ayrı ayrı avukatlık ücretine hükmolunur. (5) Ceza mahkemelerinde görülen tekzip, internet yayın içeriğinden çıkarma, idari para cezalarına itiraz gibi başvuruların kabulü veya ilk derece mahkemesinin kararına yapılan itiraz üzerine, ilk derece mahkemesi kararının kaldırılması halinde işin duruşmasız veya duruşmalı oluşuna göre ikinci kısım birinci bölüm 1. sıradaki iş için öngörüldüğü şekilde avukatlık ücretine hükmedilir. Ancak başvuruya konu idari para cezasının miktarı Tarifenin ikinci kısım birinci bölüm 1. sıradaki iş için öngörülen maktu ücretin altında ise idari para cezası kadar avukatlık ücretine hükmedilir. Danıştayda, Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde görülen dava ve işlerde ücret MADDE 15 – (1) Danıştayda ilk derecede veya duruşmalı olarak temyiz yoluyla görülen dava ve işlerde, idari ve vergi dava daireleri genel kurulları ile dava dairelerinde, bölge idare, idare ve vergi mahkemelerinde birinci savunma dilekçesi süresinin bitimine kadar anlaşmazlığın feragat ya da kabul nedenleriyle ortadan kalkması veya bu nedenlerle davanın reddine karar verilmesi durumunda Tarifede yazılı ücretin yarısına, diğer durumlarda tamamına hükmedilir. (2) Şu kadar ki, dilekçelerin görevli mercie gönderilmesine veya dilekçenin reddine karar verilmesi durumunda avukatlık ücretine hükmolunmaz. (3) Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde görülen dava ve işlerde de yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümler uygulanır. (4) Vergi mahkemelerinde takip edilen davalarda taraflar arasında akdi avukatlık ücreti kararlaştırılmamış veya kararlaştırılan akdi avukatlık ücretinin geçersiz sayıldığı hallerde; çıkabilecek uyuşmazlıkların Avukatlık Kanununun 164 üncü maddesinin dördüncü fıkrası uyarınca çözülmesinde avukatlık ücreti, Tarifenin ikinci kısım birinci bölümünde belirtilen vergi mahkemelerine ilişkin ücretin üç katı olarak belirlenir. Ancak, belirlenen ücret değeri para ile ölçülebilen işlerde vekil eden lehine iptal edilen miktarı geçemez. Arabuluculuk, uzlaşma ve her türlü sulh anlaşmasında ücret MADDE 16 – (1) Avukatlık Kanununun 35/A maddesinde sözü edilen uzlaşma tutanağının hazırlanmasında, bu Tarifenin ilgili kısımlarında belirlenen ücret uygulanır. (2) Arabuluculuk, uzlaşma ve her türlü sulh anlaşmalarından doğacak avukatlık ücreti uyuşmazlıklarında işbu Tarifede yer alan hükümler uyarınca saptanacak miktarlar, akdi avukatlık ücretinin asgari değerlerini oluşturur. Tahkimde ve Sigorta Tahkim Komisyonunda ücret MADDE 17 – (1) Hakem önünde yapılan her türlü hukuki yardımlarda bu Tarife hükümleri uygulanır. (2) Sigorta Tahkim Komisyonları, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde asliye mahkemeleri için öngörülen ücreti esas almak ve 3/6/2007 tarihli ve 5684 sayılı Sigortacılık Kanunundaki beşte birlik orana uyulmak kaydıyla, Tarifenin üçüncü kısmına göre avukatlık ücretine hükmeder. Ancak hükmedilen ücret kabul veya reddedilen miktarı geçemez. (3) 28/1/2012 tarihli ve 28187 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Spor Genel Müdürlüğü Tahkim Kurulu Yönetmeliğinin 14 üncü maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, Tahkim Kurulu, Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde Danıştay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesinde ilk derecede görülen davalar için öngörülen avukatlık ücretine hükmeder. İş takibinde ücret MADDE 18 – (1) Bu Tarifeye göre iş takibi; yargı yetkisinin kullanılması ile ilgisi bulunmayan iş ve işlemlerin yapılabilmesi için, iş sahibi veya temsilci tarafından yerine getirilmesi kanunlara göre zorunlu olan iş ve işlemlerdir. (2) Tarifede yazılı iş takibi ücreti bir veya birden çok resmi daire, kurum veya kuruluşça yapılan çeşitli işlemleri içine alsa bile, o işin sonuçlanmasına kadar yapılan bütün hukuki yardımların karşılığıdır. Dava vekili ve dava takipçileri eliyle takip olunan işlerde ücret MADDE 19 – (1) Dava vekilleri tarafından takip olunan dava ve işlerde de bu Tarife uygulanır. (2) Dava takipçileri tarafından takip olunan dava ve işlerde bu Tarifede belirtilen ücretin 1/4’ü uygulanır. Tarifede yazılı olmayan işlerde ücret MADDE 20 – (1) Tarifede yazılı olmayan hukuki yardımlar için, işin niteliği göz önünde tutularak, Tarifedeki benzeri işlere göre ücret belirlenir. Uygulanacak tarife MADDE 21 – (1) Avukatlık ücretinin takdirinde, hukuki yardımın tamamlandığı veya dava sonunda hüküm verildiği tarihte yürürlükte olan Tarife esas alınır. Seri davalarda ücret MADDE 22 – (1) İhtiyari dava arkadaşlığının bir türü olan seri davalar ister ayrı dava konusu yapılsın ister bir davada birleştirilsin toplamda kırk dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam avukatlık ücretine, toplamda yüz dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %70’i oranında avukatlık ücretine, toplamda ikiyüzelli dosyaya kadar açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %60’ı oranında avukatlık ücretine, toplamda ikiyüzelliden fazla açılan seri davalarda her bir dosya için ayrı ayrı tam ücretin %40’ı oranında avukatlık ücretine hükmedilir. Duruşmalı işlerde bu şekilde avukatlık ücretine hükmedilmesi için dosyaya ilişkin tüm duruşmaların aynı gün aynı mahkemede yapılması gerekir. Kötü niyetli veya haksız dava açılmasında ücret MADDE 23 – (1) Kötü niyetli davalı veya hiçbir hakkı olmadığı hâlde dava açan taraf, yargılama giderlerinden başka, diğer tarafın vekiliyle aralarında kararlaştırılan vekâlet ücretinin tamamı veya bir kısmını ödemeye mahkûm edilebilir. Vekâlet ücretinin miktarı hakkında uyuşmazlık çıkması veya mahkemece miktarının fahiş bulunması hâlinde, bu miktar doğrudan mahkemece Avukatlık Kanunu ve işbu Tarife esas alınarak takdir olunur. Yürürlük MADDE 24 – (1) Bu Tarife yayımı tarihinde yürürlüğe girer.     ÜCRET EKİ İÇİN TIKLAYINIZ.  
 
İcra ve İflas Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 26 Ocak 2016

İflas Erteleme Müessesesi ve Hukuki Niteliği

Çoğunlukla iflas erteleme yahut İflasın ertelenmesi terimleriyle kullanılan iflas erteleme müesesesi, finansal risk kapsamına girecek yahut girmiş olacak olan sermaye şirketinin ticari faaliyetlerine devam edebilmesi için o şirketin iflasının önlenmesi amacıyla başvurulan kurumdur. Ticari hayatın olağan akışı içerisinde; genellikle ticari hayat içerisinde birçok şirket ülkemizde çeşitli sebeplerle kriz yaşamakta işbu kriz sebebinden de çoğunlukla iflas etmektedir. Nitekim, ticari hayat içerisinde de bahsedileceği üzere bir çok şirket vadeli satış yapmakta yahut kambiyo senetlerini ödeme aracı olarak kullanmaktadır. Örneğin; Bir fabrika vadeli satış yapmak suretiyle üretimini piyasaya yayıp, ham maddeyi de peşin aldığını düşündüğümüzde, satış oranı ile orantılı şekilde ham madde tedarik etmesi gerekecektir. Söz konusu üretimin artması ve alacaklarını piyasadan yeterince toplayamaması, örnek fabrikanın ödemelerinde aksama meydana getireceğinden, söz konusu fabrikanın belirli şart ve koşullarla korunması gerekecektir. Zira, bu durum kamuyu ilgilendiren bir durum olup, söz konusu fabrikada çalışan işçiler, işçilerin aileleri çalışması ve satışlarıyla ödemek durumunda olduğu kamu alacakları, fabrikanın kamunun yararına devamı için yeterlidir.     Türk Ticaret Kanunu (TTK) 377. madde  ve İcra İflas Kanunu 179/ a- b maddeleri, fabrikayı kamu yararı adına fabrikayı kurtarmak için istenen şart ve koşulları açıkça belirtmiştir. Türk Ticaret Kanunu(TTK) Md 376’ dan da açıkça anlaşıldığı üzere; borca batık olan ya da borcunu ödemede acze düşen şirketler için kanunen yönetim merciinin şirketin merkezinin bulunduğu yer Asliye Ticaret Mahkemesi’ nden şirketin iflasının istenmesine yönelik zarureti hasıl olup, aynı zamanda mezkur zaruret Türk Ceza Kanunu hükümlerince de güçlendirilmiş durumdadır. Türk Ticaret Kanunu( TTK) Md. 377’ den de açıkça anlaşıldığı üzere; şirketin yönetim kurulunun veyahut şirketin alacaklılarından herhangi birinin, yeni nakit sermaye girişi dahil somut ve inandırıcı bir proje sunmak üzere, şirketin iflasının ertelenmesini talep edeceği açıktır. Söz konusu talebe ilişkin koşul ve şartlar İcra İflas Kanunu (İİK) 179-a- b maddelerince belirtilmiş olup, İcra İflas Kanunu( İİK) 180. Md.’ Si de iflas ertelemenin, talep eden şirkete sağladığı olanakları ifade etmektedir. İflas erteleme kararıyla mahkeme, şirketin yönetim organının yetkilerini tamamiyle kayyuma devrederek kayyumun da yetki çerçevesini ortaya koymak suretiyle açık anlaşılabilir ve uygulamada 1 yıllık iflas erteleme kararı verir( En fazla 4 yıl 1’ er yıllık kontrol sürelerince uzatılabilir). Kayyum iflas erteleme kararı ile birlikte şirketin kurtarılmasına yönelik tüm işlemleri yönetim organı adına düzenler, şirket yönetimini sağlar, aynı zamanda 3 ay da bir olmak yahut mahkemece re’ sen istenecek hallerde karar veren mahkemenin denetimine sunulmak üzere rapor tanzim eder. Kayyum mahkemenin takdirinde atanacağı gibi talep eden taraf tarafından da şirketle ilgili olmamak kaydıyla bulunan kişiler arasında istenebilmektedir. Uygulamada söz konusu takdir yetkisi mahkemeye bırakılmıştır. İcra İflas Kanunu (İİK) Md. 180. De açıkça anlaşıldığı üzere; iflas erteleme kararı, şirkete 6183 Sayılı Amme Alacaklarının Tahsili Hakkındaki Kanun’ da dahil olmak üzere, başlatışmış olan yasal takiplerin durduracak ve sonraki alacaklar içinde takip yapılamayacaktır. İflas erteleme kararı zamanaşımını kesecektir. İflas Erteleme Kararı, sadece ve sadece taşınır taşınmaz rehni ile ilgili takipleri durduramamakla birlikte, taşınır yahut taşınmaz rehni takiplerinde satışı engellemektedir. Yani iflas erteleme kararı verilmesi halinde taşınır taşınmaz rehnine ilişkin takip yapılsa dahi, satış yapılamayacaktır. Ancak, iflas erteleme alan şirketin rehin sözleşmesinden kaynaklı faiz ödemesi teminatlandırılmak zorunda olup, teminatlandırılmaması halinde satışına gidilebilecektir. Yukarıda da bahsedildiği üzere İflas Erteleme Müesesesi uygulama bakımından oldukça güç şartlar altında acze düşen şirketlerde azımsanmayacak kadar büyük bir fayda sağlamakta olup, talep eden şirketin, kanunun öngördüğü şartları taşıyıp taşımadığı nitelikli bir araştırmaya tabi tutulmakla birlikte, nihai kararı hakimin takdir yetkisine bırakmaktadır. Dolayısıyla, iflas erteleme şartlarını taşıyan şirketin iyileştirme projesini somut gerekçelere dayandırılması ve şirketin aczinin ortadan kalkması için belirlenen muhtemel süre içerisinde projeye sadık kalınarak uygulanması gerekmektedir. Aksi takdirde kararı veren mahkemece iflas erteleme kararından dönüleceği gibi, iflas erteleme alan şirketin alacaklılarının kararı temyiziyle de birçok karar Yargıtay tarafından bozulmaktadır. Avukat Bora Burak BÖLÜKBAŞI         iflas erteleme hukuk ofisi ve iflas erteleme avukatı.
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Tüketici Mahkemesi Ayıplı Aracın Yenisi İle Değiştirilmesi Kararı

T.C. ANKARA … TÜKETİCİ MAHKEMESİ TÜRK MİLLETİ ADINA GEREKÇELİ KARAR ESAS NO : 2010/ KARAR NO : 2012/   HAKİM : KATİP : DAVACI : VEKİLİ : DAVALI : VEKİLİ : DAVA : DAVA TARİHİ : KARAR TARİHİ : Davacı tarafından davalı aleyhine açılan iş bu davanın yapılan açık yargılaması sonunda: DAVA Davacı vekili dava dilekçesi ile, müvekkilinin 2007 tarihinde fatura ile …. marka aracı satın aldığını ve araçta önceleri küçük problemler yaşandığını ancak daha sonra aracı kullanamadığını, arcın bakımlarının serviste yapılmış olmasına rağmen aracın değişik tarihlerde birden çok kez arızalar yaptığını, buna ilişkin servis kayıtlarının bulunduğunu, aracın müvekkili tarafından kullanılamadığını, bu nedenle işlerinin aksadığını, araçta gizli ayıp olduğundan yenisi ile değiştirilmesini talep ve dava etmiştir. CEVAP Davalı vekili cevap dilekçesinde öncelikle mahkemenin görevsiz olduğunu, aracın şehirlerarası ticaret ve meslek hayatına ilişkin olarak kullanıldığını bu nedenle ticaret mahkemesinin görevi olduğunu, kaldı ki mahkemenin de yetkisiz olduğunu savunmuştur. Ayrıca 4077 Sayılı Yasanın 4/2.maddesi gereğince yasal süre içinde ayıp ihbarının yapılmadığını, zamanaşımı süresinin dolduğunu, tüm bu hususlar yanında ayrıca araçta imalat hatası veya ayıp bulunmadığı gibi davanın esastan yasal şartlar ve Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına dair yönetmeliğin 14/A maddesindeki durumun gerçekleşmediğini, bu nedenle davanın reddini savunmuştur. GEREKÇE Dava, satın alınan aracın ayıplı çıktığından bahisle yenisi ile değiştirme istemidir. Dava konusu araç, davacı tarafça …adlı satıcı firmadan 1…. Tarihinde satın alınmıştır. Dava konusu aracın üreticinin ve ithalatçısının …. Olduğu incelenen faturadan anlaşılmıştır. Dava konusu araç faturadan da anlaşılacağı üzere … Marka arazi taşıtı olup ruhsat bilgisine göre aracın hususi araç olduğu anlaşılmıştır. Davalı tarafın öncelikle görev itirazı incelenmiş, buna göre aracın Jeep diye tabir edilen arazi aracı olduğu ancak bu aracın niteliği itibariyle kişinin ticaretle uğraşması aracın ticari araç olmasını sağlamadığı gibi ticari işte kullandığını göstermeyecektir. Ruhsat bilgisinde açıkça aracın hususi olduğu belirtilmiştir. Bu hali ile görev itirazı reddedilmiştir. Davalı tarafın yetki itirazı incelenmiş, buna göre 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 23/3.maddesinde “Tüketici davalara tüketicinin ikametgahı mahkemesinde de açılabilir” hükmü gereğince Ankara Tüketici Mahkemesinin yetkili olduğu anlaşılmış ve yetki itirazı da bu nedenle reddedilmiştir. Uyuşmazlık bu durumda dava konusu aracın gizli-açık ayıplı olup olmadığı, imalat hatası olup olmadığı ve Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14/a maddesinde belirtilen şartların oluşup oluşmadığı noktasında düğümlenmiştir. Dava konusu araç üzerinde konusunda uzman bilirkişilerin katılımı ile keşif icra edilmiştir. Bilirkişi kurulunun …. tarihli raporunda da açıkladığı üzere, dava konusu aracın … tarihinde serviste yapılan bir bakım onarım sonrasında yeniden arızalandığı, bu arızanın aracın sürüş güvenliğini teknik olarak etkilediği ve bu arızanın halen devam ettiği, Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14/a maddesinde belirtilen hüküm gereğince bir yıl içerisinde ikiden fazla aynı arızaları tekrarladığı, satıcının daha uzun bir garanti süresi verdiği ve bunun üç yıl olduğu, bu hali ile 2007 tarihinde satın alınan bir aracın üç yıllık garanti süresinin 2010 tarihinde dolacağı, bu hali ile zamanaşımı süresinin geçmediği anlaşılmıştır. 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanunun dördüncü maddesinin birinci fıkrasında; “ambalajında etiketinde, tanıtma ve kullanma kılavuzunda yer alan veya satıcı tarafından vaat edilen veya standardında tespit edilen nitelik ve/veya niceliğine aykırı olan yada tahsis veya kullanım amacı bakımından değerini veya tüketicinin ondan beklediği faydaları azaltan veya ortadan kaldıran maddi, hukuki veya ekonomik eksikliler içeren mal veya hizmetler, ayıplı mal veya ayıplı hizmet kabul edilir.” denildikten sonra, maddenin dördüncü fıkrasında da; satıcının ayıba karşı sorumlu tutulanların daha uzun bir garanti süresi vermemesi daha uygun bir süre sorumluluk üstlenmemeleri halinde ayıplı maldan doğan davaların sorumluluğun ayıp daha sonra ortaya çıkmış olsa bile malın tüketiciye teslimi tarihinden itibaren 2 yıllık zamanaşımına tabi olduğu, ancak satılan malın ayıbı tüketiciden satıcının hile ile ağır kusuru veya hile ile gizlenmişse 2 yıllık zamanaşımı süresinden yararlanamayacağı hükmü yer almaktadır. 4077 sayılı yasanın 4. maddesi gereğince ayıplı bir malın teslimi halinde tüketici bedel iadesi de içeren sözleşmeden dönme, malın ayıpsız misliyle değiştirilmesi veya ayıp oranında bedel indirimi ya da ücretsiz onarım isteme hakkına sahiptir. Aynı yasanın 13. maddesi tüketici onarım hakkını kullanmışsa garanti süresi içinde sık sık arızalanma nedeniyle maldan yararlanamama süreklilik arzetmesi halinde 4. maddede yer alan diğer seçimlik hakların kullanılabileceği düzenlemesini getirmiştir. Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesine göre de, tüketicinin onarım hakkını kullanmasına rağmen; malın, garanti süresi içinde kalmak kaydıyla, bir yıl içinde, aynı arızanın ikiden fazla tekrarlanması veya farklı arızaların dörtten fazla meydana gelmesi veya belirlenen garanti süresi içinde farklı arızaların toplamının altıdan fazla olması unsurlarının yanı sıra, bu arızaların maldan yararlanamamayı sürekli kılması durumlarında tüketici malın ücretsiz değiştirilmesi, bedelin iadesi veya ayıp oranında bedel indirimi talep edebilir. 18.2.2004 tarih ve 2004/4-29-83 Sayılı Hukuk Genel Kurulu Kararında da benimsendiği gibi, davalı satıcı onarımı yetkili servis istasyonları eliyle yapmaktadır. Bu istasyonlar satılan araçların teknik özellikleri itibariyle arıza ve ayıbı doğru ve tam teşhis edebilecek, en kısa sürede ve tam anlamıyla giderebilecek elemanlar bulundurmak zorundadır. Deneme yanılma yoluyla aracı tamire çalışan servis elemanları istihdam edilmesinin sonuçlarının tüketiciye mal edilmesi düşünülemez. Öte; yandan ve asıl önemlisi, üretim hatasının varlığını, rahatlıkla tespit edebilecek nitelikte olması gereken bir yerde ifa yardımcısı durumunda olan servislerin tüketiciyi sonuç alınamayan tamirlerle oyalaması ve arızanın belli aralıklarla tekrarlaması karşısında davada zamanaşımı; varlığından da söz edilemez. MK.nun 2. maddesi hükmü gereğince, herkes hakkını iyiniyet kuralları çerçevesinde kullanmak zorundadır. Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 4/g maddesi gereğince de imalatçı- ithalatçı firmanın sorumlu olduğu,bu hali ile ve yine Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 15. maddesine göre imalatçı- üretici firmanın sorumlu bulunduğu anlaşıldığından davalı firmanın sorumlu olduğu tespit edilmiştir. Somut olayda, davacı tarafça satın alınan aracın garanti süresi içerisinde arızasının ikiden fazla tekrarlandığı ve arızaların niteliği itibariyle araçtan beklenen faydayı sağlamadığı ve böylelikle 4077 sayılı yasanın 4. maddesi ile Garanti Belgesi Uygulama Esaslarına Dair Yönetmeliğin 14. maddesinde yer alan seçimlik haklardan yenisi ile değiştirme hakkının gerçekleştiği anlaşılmakla davanın kabulüne karar verilmesi gerekmiştir. HÜKÜM // Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davacının davasının KABULÜNE, 2-Dava konusu aracın AYIPSIZ MİSLİ İLE DEĞİŞTİRİLMESİNE,
Tüketici Hukuku
By Av. Mustafa Kemal Batur / 17 Ocak 2016

Banka Kredisi Dosya Masraf İadesi Örnek Karar

  Davacı dava dilekçesi ile; davalı bankadan konut kredisi kullandığını ve sonrasında iki defa yapılandırdığını, tüm bu işlemler nedeni ile toplamda 1.716,83 TL tahsil edildiğini, bu bedelin haksız alındığını belirterek iadesine karar verilmesini talep ve dava etmiştir. CEVAP: Davalı vekili cevap dilekçesi ile, davaya konu işlemlerin sözleşmenin masraf ve komisyonlar hükmüne uygun olduğunu belirterek davanın reddini dilemiştir. GEREKÇE: Dava, alınan masrafın tahsiline ilişkindir. Dosya kapsamına göre; konut kredisi sözleşmesi uyarınca kullandırılan ve yeniden yapılandırılan kredi nedeni ile dava konusu 1.716,83TL dosya masrafının ve yeniden yapılandırma bedelinin alındığı hususu taraflar arasında çekişmesizdir. Yanlar arasında ihtilaflı olan husus; kredi kullandırılması ve yeniden yapılandırma  sırasında bu masrafın alınıp alınmayacağıdır. Taraflar arasındaki konut kredisi sözleşmesinin 6.maddesinde “Akdi Faiz, Vergi ve masraflar” başlığı altında ilgili vergi ve resimler ile yapılacak tüm sair masrafları ödemeyi tüketicinin kabul ettiği belirtilmiştir. Öncelikle belirtmek gerekir ki; yeniden yapılandırma adı altında yapılan işlem, 4077 Sayılı Tüketicinin Korunması Hakkındaki Kanun’un 10/B maddesinde (5582 Sayılı Kanun madde: 24) öngörülen “Erken Ödeme” işleminden farklı bir hukuki tasaruftur. Şöyle ki; 4077 sayılı Kanun’un 10/B maddesinin 14. fıkrasında; “Faiz oranının sabit olarak belirlenmesi halinde, sözleşmede yer verilmek suretiyle,  bir ya da birden fazla ödemenin vadesinden önce yapılması durumunda konut finansmanı kuruluşu tarafından tüketiciden erken ödeme ücreti talep edilebilir. Erken ödeme ücreti gerekli faiz indirimi yapılarak hesaplanan ve tüketici tarafından konut finansmanı kuruluşuna erken ödenen tutarın yüzde ikisini geçemez. Oranların değişken olarak belirlenmesi halinde tüketiciden erken ödeme ücreti talep edilemez” denmektedir. Dava konusu edilen yeniden yapılandırma olayında ise, bankalar arası piyasadaki konut kredilerinin düşmesi üzerine, rekabet koşulları çerçevesinde davalı bankanın kendi inisiyatifi ile yeniden sunduğu faiz oranları üzerinden bakiye krediye ait ödeme tablosunun tekrardan belirlenmesi söz konusu olmaktadır. Bir başka deyişle, yeniden yapılandırmada erken ödemede olduğu gibi, yanlar arasında akdedilen ilk konut kredisine ait ödeme tablosunda yer alan bir ya da birden fazla taksitin vadesinden önce ödenmesi bahis konusu değildir. Erken ödeme durumunda, yasal şartlar mevcut ise banka “erken ödeme ücreti” talep edebilecektir. Somut olayımızda, Bankanın kredi açılırken veya yeniden yapılandırılırken yapılması mutad ve zorunlu olan masrafları isteyebileceği, kredi verilmesi veya yeniden yapılandırılması için gereken zorunlu masrafların neler olduğu konusunda ispat yükünün bankaya düştüğü, bunun dışında sebebi ve dayanağı açıklanmayan, içeriği somutlaştırılmayan, sözleşmede “ücret ve masraflar” başlığı altında maktuen belirlenen bir miktarın tüketiciden alınacağına dair hükmün 4077 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun’un 6. maddesi ile Haksız Şartlar Hakkındaki Yönetmeliğin 7. maddesi gereğince haksız şart niteliğinde bulunduğu ve bu hükmün bâtıl olduğu, bankanın dava konusu giderin kredinin verilmesinde ya da yeniden yapılandırılmasında zorunlu masraf niteliğinde bulunduğu hususunu kısmen  kanıtlayamadığı anlaşılmaktadır. Öte yandan; sigorta primleri, ekspertiz ücreti ve ipotek tesis ücreti, kredi kullandırılması için banka açısından zorunlu masraf niteliğinde olduğu, bu hususun Mahkememizde görülen bir çok emsal davada alınan uzman bilirkişi raporları ile sabit bulunduğu anlaşılmakla, bu yöndeki istemin reddine karar verilmiştir. Bu bağlamda alınan bilirkişi raporunun; mahkememizce kabul edilen maddi olgulara ve kanıtlara dayandığı, objektif ve bilimsel nitelikte bulunduğu, hüküm kurmaya elverişli olduğu anlaşılmakla hükme esas alınarak aşağıdaki şekilde karar verilmiştir. H Ü K Ü M //Yukarıda açıklanan nedenlerle; 1-Davanın KISMEN KABULÜNE, a-1.381,83 TL’nin dava tarihinden itibaren yasal faizi ile birlikte davalıdan tahsili ile davacıya ÖDENMESİNE, b-Fazlaya ilişkin istemin REDDİNE, 2-Davacı tarafından yapılan posta + bilirkişi masrafı olmak üzere toplam 218,10 TL yargılama giderinden davanın kabul ve red oranı dikkate alınarak 150,05 TL’sinin  davalıdan alınarak davacıya verilmesine, bakiye kısmın davacı üzerinde bırakılmasına, 3-Davacı gider avansından kullanmayan kısmının HMK’nun 333.311 ve HMKGAT’nin 5/1.maddeleri uyarınca, hükmün kesinleşmesinden sonra davacı tarafa İADESİNE, 4-Davalı kendisini vekille temsil ettirdiğinden AAÜT’nin 12/2.maddesi gereğince takdiren 400,00TL vekalet ücretinin davacıdan alınarak davalıya verilmesine, Dair, davacı ile davalı vekilinin yüzüne karşı kararın tebliğinden itibaren 15 gün içerisinde temyiz edilmesi halinde Yargıtay yolu açık olmak üzere verilen karar açıkça okunup usulen anlatıldı.  
1 16 17 18 19 20 23