Covid-19 Aşısı Hukuken Zorunlu Tutulabilir mi?

Dünya Sağlık Örgütü-DSÖ (World Health Organization-WHO), Çin’in Hubei Eyaleti Wuhan kentinde Aralık 2019’da ortaya çıkan yeni koronavirüsten kaynaklanan hastalığa, 11 Şubat 2020 tarihinde COVID-19 adını verdi. Aynı kuruluş, virüsün yayılma hızı, ciddiyeti ve yetkililerin gerekli önlemi almamasını gerekçe göstererek 12 Mart 2020’de COVID-19’u pandemik bir hastalık olarak ilan etti. COVID-19 salgını, daha önceki salgınlarda olduğu gibi, bireyin, dünya ölçeğinde kamu sağlığına tehdit oluşturan bir virüsün taşıyıcısına dönüşebileceğini bir kez daha gösterdi. COVID-19’a neden olan koşulların ortadan kaldırılması, benzer salgınların tekrar etmesinin önüne geçebilir, ancak insanlığın daha sonra bir başka nedenden dolayı aynı bölgede veya bir başka bölgede ortaya çıkabilecek bir virüs salgınına karşı hassasiyeti devam edecektir.

COVID-19 aşısı, etkili test yöntemleri ve önleyici tedbirler ile birleştirildiğinde salgının kontrol altına alınmasında kritik bir araç olacaktır. Dünyanın dört bir yanında uzmanlar, güvenli ve etkili bir aşının geliştirilmesini ve üretilmesini hızlandırmak için yoğun şekilde çalışıyorlar.

AŞI ZORUNLU TUTULABİLİR Mİ?

Zorunlu aşı uygulaması, ancak vücut bütünlüğüne karşı gerçekleştirilecek bir müdahale ile uygulanabildiğinden Anayasanın, “Kişinin dokunulmazlığı, maddi ve manevi varlığı” başlıklı 17. maddesinin kapsamına girmektedir.

AY m.17;

Kişinin Dokunulmazlığı, Maddi ve Manevi Varlığı

  • Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.

  • Tıbbi zorunluluklar ve kanunda yazılı haller dışında, kişinin vücut bütünlüğüne dokunulamaz; rızası olmadan bilimsel ve tıbbi deneylere tabi tutulamaz.

  • Kimseye işkence ve eziyet yapılamaz; kimse insan haysiyetiyle bağdaşmayan bir cezaya veya muameleye tabi tutulamaz.

  • Meşru müdafaa hali, yakalama ve tutuklama kararlarının yerine getirilmesi, bir tutuklu veya hükümlünün kaçmasının önlenmesi, bir ayaklanma veya isyanın bastırılması, sıkıyönetim veya olağanüstü hallerde yetkili merciin verdiği emirlerin uygulanması sırasında silah kullanılmasına kanunun cevaz verdiği zorunlu durumlarda meydana gelen öldürme fiilleri, birinci fıkra hükmü dışındadır.

Her türlü tıbbi müdahale esasen kişinin hayatı, sağlığı ve cismani bütünlüğü gibi mutlak ve vazgeçilmez haklarının ihlali anlamına gelir. Bu müdahalenin hukuka uygun yapılabilmesi için hastanın aydınlatılmış rızası gereklidir. Ne de olsa, hastanın kendi geleceğini serbestçe tayin etme hakkı mevcuttur. Hekimin, hastayı teşhis, önerilen tedavi, bu tedavinin olası riskleri ve maliyetiyle alternatif tedavi metodları hakkında aydınlatması gerekli ve önemlidir. Aksi halde, böyle bir aydınlatılmış rıza olmaksızın yapılan müdahale hukuki ve cezai sorumluluğa yol açabilir. Ancak bazı hallerde, hastanın üstün özel yararı veya üstün kamu yararı sebebiyle, istisnai olarak hekimin hastaya rıza almaksızın müdahalesi mümkündür.

Tıbbi müdahaleye gösterilecek rıza, kişinin yaşama hakkı, sağlığı ve maddi ve manevi bütünlüğü üzerindeki haklarla yakından ilgilidir. Kişinin vazgeçilmez ve mutlak addedilen bu haklarına temas eden her türlü tıbbi müdahale, esasen mutlak hak ihlali olarak görüleceğinden hukuka aykırıdır. Bunun yanında tıbbi müdahaleye maruz kalacak kişinin rızası olmasa dahi yapılan müdahalenin hukuka uygun sayıldığı bazı haller değerlendirilecektir. Üstün kamu yararı ve kişinin üstün özel yararı sebepleriyle tıp bilimine uygun olarak yapılan müdahalelerin, ilgilinin rızası alınmamış olmasına rağmen hukuka uygun olması açıklanacaktır.

Devletin yaşamı koruma yükümlülüğü, maddi nitelikte pozitif bir yükümlülüktür; bu yükümlülük Devlete, yaşama hakkını koruması için tedbirler alma ödevi yükler. Devletin, kendi gözetimindeki kişilerin sağlığını korumak konusunda pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır. Devlet bu kişilerin sağlığı ile ilgili önlemleri almakla, gereken tedaviyi ve ilaçları sağlamakla yükümlüdür.

AİHS, esas itibariyle devletin müdahalelerine karşı bireyleri koruyan klâsik özgürlük haklarını içermektedir. Sözleşme’de yaşamın ve sağlığın korunması ile ilgili olarak ilk planda göz önünde tutulacak iki norm bulunmaktadır. Birincisi, yaşama hakkını güvence altına alan 2. madde, diğeri özel hayata ve aile hayatına saygı hakkını düzenleyen 8. maddedir. Yaşamın ve sağlığın korunması söz konusu olduğunda bu iki maddedeki özgürlük haklarının göz önünde tutulması gerekir. Bu iki temel hak, öncelikle, geleneksel temel hak anlayışına uygun olarak, devlet organlarından gelen müdahalelere ve saldırılara karşı bireyleri korumayı amaçlar.

AY m.13, Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanmasını düzenlemektedir. “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz .”

Gerek Anayasa m.13 ve gerekse Anayasa m.17 uyarınca kanun koyucunun vücut bütünlüğüne müdahale teşkil edebilecek halleri kanunda düzenlemesi gerekmektedir. Temel hak ve hürriyetlere getirilebilecek sınırlamaların ancak kanunla yapılacağına dair bir hüküm Anayasa m.13’de bulunmaktadır.

Olağanüstü hal yönetimi başlıklı” Anayasa m.119/1’de yer alan “tehlikeli salgın hastalık” gerekçesiyle Cumhurbaşkanı tarafından olağanüstü hal ilan edildiği takdirde, elbette olağanüstü halde geçerli olacak 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanunu ile Cumhurbaşkanlığı kararnamelerine göre süreç yürütülecektir. 2935 sayılı Kanunun tehlikeli salgın hastalıkta alınacak tedbirleri düzenleyen 9. maddesinde aşı ile ilgili bir hüküm olmasa bile, bu istisnai dönemde 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu ve olağanüstü halin ilan edilmesine yol açan nedenleri ortadan kaldırmak amacıyla çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile zorunlu aşı uygulaması öngörülebilecektir.

AY m. 119;

Tabiî afet ve ağır ekonomik bunalım sebebiyle olağanüstü hal ilânı

  • Tabiî afet, tehlikeli salgın hastalıklar veya ağır ekonomik bunalım hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilân edebilir.

 

Stj. Av. İlayda Koparan

 

 

 

 

KAYNAKLAR: